1. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Bir zimmiyi (sorumluluk altına alınan kişi) haksız yere öldüren cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir." (Buhari, Cizye, 5)
2. Peygamber Efendimiz (sav),
"Her kim zımmiye zulmeder veya taşımaktan aciz olduğu yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım"
3. "Kim bir muahime zulmeder veya gücünün üstünde bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım."
(Ebu Davud, Harac, 31-33)
4. "Kim bir zimmiye eziyet ederse ben onun davacısıyım. Ben kime (bu dünyada) davacı olursam, kıyamet gününde de davacı olurum."
(Acluni, Keşfu'l-Hafa' II, 218)
5. Hz. Peygamber buyuruyor:
"Sakının! Kim, böyle insanlara (yani kendileriyle anlaşma yapılmış olanlara) zalim ve sert olursa, onların haklarını kısarsa veya tahammül edebileceğinden fazlasını yüklerse veya hür iradeleri dışında onlardan bir şey alırsa, hüküm günü onlardan ben davacı olacağım." (Ebu Davut, Cihat; (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 71)
6. Hz. Ömer zamanında fethedilen ülkelerin hiçbirinde, tek bir ibadet yerine bile, hiçbir zaman saygısıda kusur edilmemiştir. Ebu Yusuf yazıyor:
"Bütün ibadet yerleri olduğu gibi bırakıldı. Ne onlar yerle bir edildi, ne de mağluplar eşya ve mallarından yoksun bırakıldı." (Ebu Yusuf, Kitab-ül Haraç; İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 74)
7. Hz. Ali:
"Her kim ki bizim zımmimizdir, onun kanı bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden masundur" dedi. Başka bir kaynakta, Hz. Ali'nin şöyle dediği naklediliyor: "Zımmi durumunu açıkça kabul edenlerin malları ve hayatları bizimki (yani Müslümanlarınki) gibi kutsaldır." (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 76)
8. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde:
"Şarkta ve Garpta yaşayan tüm hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslam'a icbar edilmeyecektir. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" maddelerini yazdırdıktan sonra: "Ehl-i Kitap ile ancak en güzel yöntemlerle mücadele edin...(Ankebut, 29/46) ayetini okudu. (İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, (v.218/834), es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Turasi'l-Arabiyye, Beyrut, 1396/1971, IV/241-242; Hamidullah, el-Vesaik, s.154-155, No.96-97; Doğu Batı kaynaklarında birlikte yaşama, s.95)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in, Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve kavmine yazdırdığı anlaşma metninde:
"ŞARKTA VE GARPTA YAŞAYAN TÜM HIRİSTİYANLARIN DİNLERİ, KİLİSELERİ, CANLARI, IRZLARI VE MALLARI ALLAH'IN, PEYGAMBER'İN VE TÜM MÜMİNLERİN HİMAYESİNDEDİR. Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse istemeden İslam'ı kabule zorlanmayacaktır. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" yazdırmasıdır. (İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, Es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Türasi'l-Arabiyle, Beyrut, 1396/1971, II/141-150)
Hz. Muhammed (sav), Evs ve Hazrec kabileleri ile yapılan Medine Anlaşması'na Musevilerin de katılmasına izin vermiş ve böylece Musevilerin de Müslümanların arasında, ayrı bir dini grup olarak varlıklarını devam ettirmelerini sağlamıştır. Medine Anlaşması'nın "BENİ AVF MUSEVİLERİ, İNANANLARLA BİRLİKTE BİR ULUS OLUŞTURDULAR. MUSEVİLERİN DİNİ KENDİLERİNE, MÜSLÜMANLARIN DİNİ KENDİLERİNEDİR" hükmüyle, Müslümanların Musevilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri şefkatin ve anlayışın temeli Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır.
Bizzat Peygamber Efendimiz (sav) tarafından Edruh, Makna, Hayber, Necran ve Akabe'li Kitap Ehli'ne verilen beratlar, Müslümanların Kitap Ehli'nin can ve mal güvenliğini garanti altına aldıklarını ve onlara inanç ve ibadet özgürlüğü tanıdıklarını göstermektedir. Peygamberimiz (sav)'in Necranlılar ile yaptığı sözleşmede yer alan şu maddeler de dikkat çekicidir:
NECRANLILARIN VE MAİYETİNDEKİLERİN CANLARI, MALLARI, DİNLERİ, VARLARI VE YOKLARI, AİLELERİ, KİLİSELERİ VE SAHİP OLDUKLARI HERŞEY ALLAH'IN VE ALLAH'IN PEYGAMBERİNİN güvencesi altına alınacaktır.
Hiçbir psikopos ya da keşiş kilisesinden ya da manastırından edilmeyecektir ve hiçbir papaz papazlık hayatını terk etmeye zorlanmayacaktır. ONLARA HİÇBİR EZA YA DA AŞAĞILAMA YAPILMAYACAKTIR ve toprakları ordumuz tarafından işgal edilmeyecektir.
Tüm bunların yanı sıra Resulullah (sav)'in Kitap Ehli'nin düğün yemeklerine katıldığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. HATTA NECRAN HIRİSTİYANLARI ONU ZİYARETLERİNDE HZ. MUHAMMED (SAV) ONLARA ABASINI SERMİŞ VE OTURMALARINI SÖYLEMİŞTİR.
Peygamberimiz (sav) döneminde Hıristiyan ve Yahudi kabilelerle çeşitli sözleşmeler yapılmış ve bu topluluklara kendi varlıklarını ve haklarını garanti altına alacakları çeşitli emannameler verilmişti. Hıristiyan kabilelerden Cerbalılar ve Erzuhlulara verilen emannameler, bunun örneklerindendir. Bu belgeler, Müslümanların idaresine giren veya İslam'ın hakimiyetini tanıyan Kitap Ehli'nin, hukuki, dini ve sosyal haklarını garanti altına alan anlaşmalardı. Uygulamada herhangi bir sorunla karşılaşıldığında, bu belgelere başvurularak sorunlar çözüme kavuşturuluyordu. Örneğin, Dımeşkli Hıristiyanların bir sorun karşısında, kendilerine verilmiş olan emannameyi dönemin halifesi Hz. Ömer'e sunarak, çözüm talebinde bulundukları tarih kitaplarında yer alan bir bilgidir.
Peygamberimiz (sav)'in Hıristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da önemli bir adalet örneğidir. Medine Vesikası'nın maddelerinden biri şöyledir:
"Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, YAHUDİLERİN DİNLERİ KENDİLERİNE, MÜSLÜMANLARIN DİNLERİ DE KENDİLERİNEDİR."
Medine Vesikası'nın 16. maddesinde ise, "Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır" diye bildirilmiştir.
Peygamberimiz (sav)'den sonra da sahabeleri Peygamberimiz (sav)'in antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü, Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır.
HALİFELER DÖNEMİNDE
Hz. Ebubekir'in Suriye seferine çıkışı sırasında verdiği şu talimat, Kuran ahlakının güzel bir örneğini teşkil etmektedir:
Ey insanlar, kalpte uyacağınız on kural veriyorum: İhanet etmeyin ve hak yoldan ayrılmayın. Çocuğu, kadını ve yaşlı insanları katletmeyin. Hurma ağaçlarını yakıp yok etmeyin ve herhangi bir meyveli ağacı da kesmeyin. Develerden, sürülerden ya da yığınlardan herhangi birini katletmeyin. Kendiniz için saklayın. Hayatını uhrevi uğraşlara adamış kişilerle karşılaşacaksınız, onları münzevi hallerine bırakın. Çeşit çeşit yiyecekler sunan insanlarla karşılaşacaksınız, yiyin, fakat Allah'ın adını anmayı unutmayın.
Hz. Ebubekir (ra) döneminde, barışçıl yollarla fethedilen Taberriye şehrinde yaşayan Hıristiyanlara, kiliselerine dokunulmayacağına dair garanti verildiği tarihi belgelerde yer almaktadır. Aynı şekilde, Dımeşk'in fethi sırasında yapılan anlaşmada, kiliselerin yıkılmayacağı ve mesken edinilmeyeceği özellikle vurgulanmıştır.
Hz. Ömer (ra)'ın Kudüs halkına verdiği emannamede de Kitap Ehli'nin ibadethanelerine dokunulmayacağı bildirilmektedir.
Hz. Osman (ra) döneminde, bir Ermeni kenti olan Debil'in fethi sırasında, şehirde yaşayan Hıristiyanlar, Museviler ve Mecusilere verilen emannamede, mabetlerin korunacağı garantisi sunulmuştur.
Medain dışında bulunan ve Patrik Mar Amme tarafından daha önce yakılmış olan St. Sergius Manastırı, Hz. Osman (ra) döneminde yeniden inşa edilmiştir.
Suriye'nin Şam kentindeki Aziz John Kilisesi, bu şefkatin bir diğer örneğiydi. Bölgeyi fetheden Müslümanlar, cuma namazlarını bu kilisede kılmaya başladılar, ama kilise hala Hıristiyanlara ait sayılıyordu. Onlar da pazar günleri kendi dini ibadetlerini özgürce yerine getiriyorlardı. İki dinin mensupları, aynı mabedi barış içinde kullanıyorlardı.
Müslüman liderlerin adalet anlayışı, Kitap Ehli'nin kendi kanunlarının geçerli olduğu mahkemeleri bulunmasına rağmen, pek çok kişinin davasının İslam mahkemelerinde görülmesini istemesine neden olmuştur. Bir dönem İslam mahkemelerine başvuran Hıristiyanların sayısındaki artış, Nasturi Patriği Timasavus'un Hıristiyanları uyaran bir bildirge yayınlaması ile neticelenmiştir.
Bizans ordusu ile yapılan bir savaş sırasında, İslam ordularının gerekli korumayı kendilerine sağlayamayacakları bir ortam oluştuğunda, Müslümanların aldıkları cizyeyi halka iade etmeleri Peygamberimiz (sav)'in Müslümanlara öğrettiği güzel ahlakın önemli örneklerinden biridir.
TÜRK İDARESİNDE
Antalya Patriği Makarios'un, Ortodokslara zulmeden Katolik Polonyalıları Osmanlı idaresiyle kıyaslayan şu sözleri bu gerçeği gösteren örneklerden sadece bir tanesidir: O imansızlar tarafından öldürülen binlerce insana, kadın, kız ve erkeklere ağladık. Lehliler Ortodoks adını dünyadan kaldırmak istiyorlar. Allah Türklerin devletini ebedi eylesin. Zira Türkler vergi aldıktan sonra Hıristiyan ve Musevilerin dinlerine dokunmazlar.
İspanya'dan sürülen ve çeşitli ülkelere sığınan Museviler bu topraklarda da çok büyük zorluk ve sıkıntılarla karşılaştılar. Çoğu kentlere girmelerine izin verilmediği için açlık ve susuzluktan şehir girişlerinde hayatlarını kaybettiler. Cenovalıların gemilerinde yolculuk edenler ise, gemi çalışanları tarafından ya zulme uğradılar ya da esir olarak korsanlara satıldılar. İmparatorluğu'nun sınırlarını Musevilere açan Sultan Beyazıt ise, Musevilere gereken şefkat ve özenin gösterilmesi için tüm eyaletlere bir ferman gönderdi. FERMANDA, "İSPANYA MUSEVİLERİNİ GERİ ÇEVİRMEK ŞÖYLE DURSUN, TAM BİR İÇTENLİKLE KARŞILANMALARI; AKSİNE HAREKET EDEREK GÖÇMENLERE KÖTÜ MUAMELE YAPACAKLARIN VEYA EN UFAK BİR ZARARA SEBEBİYET VERECEKLERİN ÖLÜMLE CEZALANDIRILACAKLARI..." bildiriliyordu.