İnsanlık tarihinde milyonlarca kişinin can verdiği birçok büyük salgın yaşandı. Ortaçağ Avrupası’nı kasıp kavuran veba salgını nüfusun üçte birini öldürdü. Tarihçiler toplam 50 milyon insan kaybı olduğunu tahmin ediyorlar. 19. yüzyıldaki veba salgını ise ancak 30 milyon kişi hayatını kaybettikten sonra durdurulabildi. 1. Dünya Savaşı’nın son günlerinde dünyaya yayılan İspanyol gribi de 100 milyondan fazla kişiye bulaştı. Tarihin en ölümcül hastalıklarından biri olan İspanyol gribinin -gerçek sayısı tam bilinemese de- en az 50 milyon kişinin hayatına malolduğu bilinmekte. 20. yüzyıldaki iki büyük Asya gribinin de toplamda 10 milyondan fazla can aldığı düşünülüyor.
Geçmişin birçok ölümcül hastalığı, günümüzde artık ölümcül olmaktan çıktı. Veba tedavi edilebiliyor. Grip virüsleri kontrol altına alındı. Çiçek hastalığı neredeyse 70 yıldır görülmüyor. Bataklıkların kurutulması ile sıtma mikrobu eskisi kadar yayılamıyor. Kızamık, tifüs, kızıl, difteri, verem salgınları ise sadece tarihte kaldılar. Antibiyotikler, savunma sistemi güçlendiricileri ve gelişen tedavi metodları bu hastalıkları artık insanlık için ciddi bir tehdit olmaktan çıkardı, ancak sadece dünya nüfusunun belirli bir kesimi için.
Sıtma Avrupa’da belki can almıyor ama Palazmadium paraziti her yıl 1 milyon Afrikalı bebeğin ölmesine sebep oluyor. Sıtma virüsü ise doğrudan ölümüne sebebiyet verdiği 1 kişiye karşılık 5 kişinin de dolaylı yoldan canını alıyor. Bünyeyi zayıflatarak ya da bağışıklık sistemini çökerterek tifo, grip, dizanteri gibi hastalıklara yol açıyor. Sıtmadan kurtulmayı başarabilenler, bu sefer de diğer hastalıklarla boğuşuyorlar.
Sıtmanın en büyük taşıyıcısı anofel sivrisineği. Avrupa’da insanoğlu bataklıkların kurutulması sayesinde sıtma ile mücadeleyi kazandı. Fakat Afrika’da durum tamamen farklı. Sıtma ile mücadelesinde yalnız bırakılan yaşlı kıta her sene milyonlarca can veriyor. Dünyada her yıl yaklaşık 300-350 milyon insan sıtmaya yakalanıyor ve bu insanların 1.5 – 2.7 milyonu hayatını kaybediyor. Bu rakamın büyük bir çoğunluğunu ise Afrika topraklarında yaşayan insanlar oluşturuyor.
Sıtma gibi Afrika’da can almaya devam eden bir diğer hastalık ise kolera. Vibrio Cholerae isimli bakterinin neden olduğu kolera hastalığı ilk olarak Hindistan’da ortaya çıktı. Ardından 1817’de Japonya'da, 1826′da Moskova'da, 1831′de Berlin'de, Paris'te ve Londra'da salgın yaşandı. Göçmenlerle Kanada'ya kadar ulaşan kolera salgını on binlerce insanını ölümüne neden olduktan sonra 1892 yılında tekrar Hamburg'a sıçradı. 20. yüzyılın gelişen tıp bilimi sayesinde artık koleranın Avrupa’daki etkisi ortadan kalktı. Fakat Afrika bölgesi hala bu salgınla mücadele etmeye devam ediyor.
Kolera Afrika kıtasında ilk olarak 1970 yılında görüldü. Aradan 40 yıl geçmesine rağmen hala kıtanın en önemli sağlık problemleri arasında gösteriliyor. Orta Afrika’daki göller bölgesi kolera mikrobu için çok önemli bir yaşam sahası konumunda. Yağmur mevsimleri ile birlikte mikroplu göl suları içme suyuna karışıyor ve kolera mikrobu böylece tüm bölgeyi etkisi altına alıyor. Her yağmur döneminde on binlerce Afrikalı koleraya yakalanıyor. Oysa ki mikrop 56 derece sıcaklıkta 30 dakikada, kaynar suda ise 1 dakika içerisinde yok oluyor. Güneş ışınları ise birkaç saat içerisinde kolera mikrobunu parçalıyor. Yani bölgeyi mikroptan temizlemek çok kolay. İçme suyunun kaynatılması ve kanalizasyonun su rezervlerinden uzak tutulması gibi önleyici tedbirler bile on binlerce insanın hayatını kurtarmak için yeterli.
Ayrıca günümüzde kolera mikrobunu taşıyan hastaların tedavisi de çok kolay. Sıvıyla birlikte kaybedilen sodyum, potasyum, klor, bikarbonat gibi minerallerin ağızdan alınması yeterli oluyor. Ağır hastalar ise antibiyotik tedavisine hemen cevap veriyorlar. Bu basit tedaviler ile kolera hastalığından ölüm oranı %50’lerden %1-2'lere düşmekte. Ama birçok Afrikalı hala tedavi imkanı bulamadığı için acılar içinde can vermeye devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü ve benzer sağlık kuruluşlarının tahminlerine göre kolera yılda 1 milyon Afrikalı’yı hasta ediyor ve 60.000 civarında Afrikalı’nın da hayatını kaybetmesine sebep oluyor.
Kolera ile mücadele etmeye çalışan bir başka bölge ise Yemen. İç savaşın devam etmekte olduğu bölgede kayıtlı 250.000 kolera vakası var ve her ay 1000 Yemenli koleradan hayatını kaybediyor. Yerel yöneticilerin başa çıkamadığı salgın için Dünya Sağlık Örgütü, Unicef ve Kızılhaç da devreye girdi. Fakat 4 senedir devam eden iç savaş sonucunda evlerini terk etmek zorunda kalan 3.000.000 Yemenli hala kolera karşısında savunmasız durumda. Ülkede kanalizasyon sistemi çalışmıyor, temiz su bulmak ise neredeyse imkansız. Bu olumsuz şartlar salgının hızla yayılmasına yol açıyor. Acil müdahale edilmezse 10 binlerce Yemenli 50 yıldır tedavisi bilinen bir hastalıktan dolayı can verecek.
21. yüzyılda dünya üzerinde yaşayan nüfus 7,4 milyara yaklaştı. Asya’da çıkan SARS virüsü çok kısa bir zaman içinde farklı kıtalara sıçradı. Afrika’daki ilk EBOLA vakasından hemen sonra dünya çapında salgın alarmı verilmişti. Mayıs 2015‘te Brezilya’da ortaya çıkan Zika virüsü ise 5 ayda 21 ülkeye yayıldı. Hastalıklar tek bir bölgenin ya da tek bir ülkenin sorunu değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde baş gösteren bir salgın hastalık bütün dünyayı tehdit eder.
Oysa ki insanlık tarihte de, günümüzde de egoizm ve bencillikten yeteri kadar sıkıntı çekmiştir. Artık sevginin, fedakarlığın, dostluğun ve paylaşmanın zamanı gelmiştir. Afrika’da maddi imkansızlıklardan dolayı masum çocukların ölmesine göz yummak tüm insanlığın ayıbıdır. Dünya Sağlık Örgütü ve bu örgüte üye ülkeler konunun aciliyetini görüp hemen harekete geçmelidirler. Bazı insanlar kendilerinden uzakta olunca, kendi başlarına gelmeyeceğini düşündükleri için dünya üzerindeki sorunlarla ilgilenmiyorlar. Oysa ki imkan sahibi olan kişilerin güvenilir sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantıya geçerek, Afrika’da yaşanan bu sağlık dramına derhal bir çözüm bulunması için bir an önce girişimde bulunmaları çok önemli bir insanlık görevidir. Bu konudaki her gecikme ve ihmal binlerce çocuğun hayatına mal oluyor. Halbuki Afrika çok zengin doğal kaynaklarına sahip bir kıta, ama aynı zamanda da çok fazla zorlukla karşı karşıya. Diğer ülkelerin sadece kendi çıkarları için buradaki zenginliklerden istifade etmelerine müsaade etmeyip, onların da rahat yaşamasına yardımcı olunması çok büyük bir önem arz etmekte. Güç ve imkan sahibi bütün ülkeler vicdanlarının sesine kulak vermeli ve başta Afrika olmak üzere tüm mazlumlara yardım elini uzatmalıdır.
Adnan Oktar'ın The Star'da yayınlanan makalesi (Güney Africa) & The Pretoria News (Güney Africa)