Aylan bebeğin sahildeki o trajik görüntüsünün ardından bunun dünyayı sadece bir süre için harekete geçireceğini söylemiş ve şu hatırlatmayı yapmıştık: “Kimse bir olağanüstü sonuç beklemesin. Pek çok trajik öykünün sonrasında olduğu gibi dünya reel politik hesaplarına tekrar geri dönecektir.” Bu trajik olayın insanlar veya toplumlar üzerine kalıcı vicdani etkileri oldu kuşkusuz; ama politik arenada durum bildiğiniz gibi. Avrupa her ne kadar mülteci sorumluluğunu üstlenmeyi geçici bir süre denemiş olsa da, bu sorunun tam anlamıyla muhatabı olmayı istemiyor. İşte bu nedenle Almanya Şansölyesi Merkel geçen hafta İstanbul’daydı.
Merkel, ağırlıklı olarak kendi ülkesi fakat bir anlamda da Avrupa adına Türkiye’ye gelmişti. Avrupa’ya adım atan mültecilerin hedef ülkesinin Almanya olmasından hareketle bu akını durdurmak ve bunun karşılığında da çeşitli öneriler sunmaktı amacı. Burada, Avrupa nezdinde mülteciler konusunda en büyük fedakarlığı gösteren ülkenin Almanya olduğunu hatırlatalım. Özetle bu ziyarette, mültecilerin Türkiye’de tutulması ve geri kabul anlaşması dahilinde gittikleri Avrupa ülkelerinden geri gönderilmeleri teklifi gelmişti. Bunun karşılığında Türkiye’ye mülteciler için, henüz miktarı kesinleşmeyen fakat 3 milyar Euro olarak dillendirilen bir para yardımı yapılacak, ayrıca AB kapısında bekletilen Türkiye’ye, uzun zaman önce gerçekleşmesi gereken bir kısım haklar tanınacak. Bu hakların en önemlisi Türk vatandaşlarına tanınacak olan vize muhafiyeti. Buna göre geri kabul anlaşmasının yürürlüğe girmesi ile birlikte gelecek yıl Temmuz ayında Türkiye, Şengen anlaşmasının bir parçası olacak. Bunda meydana gelebilecek herhangi bir aksamaya karşı ise Türkiye’nin geri kabul anlaşmasını kabul etmeme gibi dostane bir tehdidi var.
Geri kabul anlaşmasının Türkiye tarafından imzalanmasıyla birlikte 7 yıl önce neredeyse tümüyle sona eren Türkiye-AB müzakerelerinin canlanması ve bekleyen yeni fasılların açılması söz konusu olacak. Dolayısıyla Avrupa, çeşitli sebeplerle durdurmuş olduğu Türkiye’nin AB’ne üyelik müzakerelerini “mecburiyet üzerine” de olsa tekrar başlatmış olacak.
Reelpolitik, “güçler ve ulusal çıkarlar dengesini dikkate alan dış politika” anlamına gelir. Kavramı ilk kullanan ve uygulayan ise Alman birliğinin mimarı Otto von Bismarck olmuştur (1866). Medeniyetlerin sürekli çatışarak güçlenebileceklerini ve ulusal menfaatlerin her şeyin ötesinde olduğu savunan materyalist politikalarla birlikte reelpolitik, zaman içinde pek çok ülke için olağanüstü çıkarcılık anlamına bürünmüştür. Avrupa ile Türkiye arasında yapılması muhtemel söz konusu anlaşma da kazan-kazan politikasının bir örneği olarak lanse edilmekte ve bir reelpolitik başarı olarak görülmektedir. Türkiye, AB müzakerelerini bu yolla tekrar başlatabilmekte; Almanya ise, mülteci yükünü üzerinden atmakla birlikte Merkel’e 2017’de seçim başarısı getirecek adımı atmaktadır. Almanlar arasında yardımsever insanlar oldukça fazla olmasına rağmen, mültecileri aralarında istemeyenlerin oranının %53 olduğu bilinmektedir.1
Devletlerin çıkarları anlamında bir başarı olsa da, burada söz konusu olanın her şeylerini yitirmiş savaştan kaçan insanlar olduğunu unutmamak gerekiyor. Ülkesinden kaçmak zorunda kalan zavallıların yaşam muhasebesini başka devletlerin yapmaları, “ben almam, sende kalsın” diyerek bir pazarlık unsuru haline getirmeleri Aylan’ın verdiği insanlık dersini ister istemez sorgulamamıza neden oluyor. Reelpolitik çıkarlar adına değerlendirildiğinde bu zihniyetin mahzuru yok; hatta pek çoklarına göre iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat. Fakat insanlık adına bakıldığında durum vicdani bir muhasebeyi gerektiriyor.
Mevcut durumun olumlu yönlerini de belirtmeyi ihmal etmeyelim. Öncelikle söz konusu anlaşma, -umuyoruz ki- denizden Avrupa’ya yasadışı geçişlerin önünü kesecektir. Bu, daha fazla Aylan’ların yaşamlarını yitirmelerinin önünü kesmek açısından oldukça önemlidir. Geri kabul anlaşması, mültecilerin geri gönderildikleri ülkelerin güvenli bölge ilan edilmesini gerektirmektedir. Güvenli bölgelerde, mültecilerin yaşam hakları garantilenmeli, onlara demokrasi ve iyi şartlar sunulmalıdır. Şu durumda söz konusu güvenli bölge Türkiye’dir ve söz konusu şartların AB desteğiyle oluşturulması Türkiye için paha biçilmez bir kazanç olacaktır. Türkiye, yaklaşık 2.5 milyon mülteciyi hiçbir tereddüt duymadan almakla, tüm dünyaya tarih boyunca unutulamayacak bir insanlık dersi vermiştir. Bu karar ile ülkemiz daima gurur kaynağımızdır. Fakat Türkiye’nin aniden gelen bu nüfus karşısında pek çok açıdan hazırlıksız yakalandığı doğrudur. AB’nin desteğiyle eksikliklerin tamiri ve mültecilere verilmesi gereken hakların temini zaten istediğimiz ve beklediğimiz bir şeydir.
Mülteci konusu, bir insanlık meselesi olmasının ötesinde Türkiye ve AB açısından iki önemli gerçeği göstermiştir:
Birincisi, AB, bir İslam ülkesi olması sebebiyle her ne kadar tüm gücüyle Türkiye’yi dışlamaya çalışıyorsa da, Türkiye’nin aynı zamanda bir Avrupa ülkesi de olduğunu hatırlamak mecburiyetinde kalmıştır. Ortadoğu’nun giriş kapısında, Avrupalı bir demokratik İslam ülkesine Avrupa Birliği’nin ciddi şekilde ihtiyacı vardır. Tarih, bunu defalarca göstermiştir ve Suriye krizi ile tekrar göstermektedir.
İkincisi ise, eğer Türkiye gerçekten Avrupalı ise, Avrupa’nın demokrasi, özgürlük, kadın hakları, sanat, kalite gibi güzel değerlerine önem veren bir üslup ve zihniyet geliştirmelidir. Tüm siyasi politikalarını bunun üzerine bina etmeli, tüm önceliklerini bunun üzerine kurmalıdır. Avrupa’nın özgürlük ve adalet anlayışından faydalanmak isteyip, Avrupa’nın tüm değerlerine ısrarla karşı çıkan bağnaz zihniyeti savunan kişilere prim vermemelidir.
Dünya değişiyor. Umarız bu yeni dönem Suriyeli misafirlerimizin ülkemizde rahat ettikleri, daha fazla derin sularda can kayıplarının olmadığı ve Türkiye’de bu vesile ile insan hakları ve demokrasinin daha fazla geliştiği bir dönem olur. Tarih, zorluk içinde olanlara kucak açanları hiçbir zaman unutmamıştır, unutmayacaktır.
1. http://www.theguardian.com/commentisfree/2015/sep/06/refugee-crisis-germany-response-heartwarming-will-pressures-show
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: