KIBRIS İÇİN GERÇEK ÇÖZÜM
Kıbrıs’ı Rumlaştırmak isteyen güçler, önlerindeki en büyük engel olarak “güçlü Müslüman Türk kimliğini” görmektedirler. Ve bu kimliği erozyona uğratmayı hedeflemektedirler. 2003 yılı başlarında Kıbrıs’ta yaşanan bazı gelişmeler ise, bu sinsi hedefte bazı mesafeler kat edildiğini göstermektedir.
Adadaki Türk Varlığının devamı, diplomatik ve siyasi tedbirlerin ötesinde, kendisini “Müslüman ve Türk” olarak hisseden, bu kavramın ifade ettiği milli ve manevi değerleri benimsemiş bir halkın varlığına bağlıdır. Bu sosyolojik mesele, aslında konunun en can alıcı noktasını oluşturmaktadır. Adada, Türklük kimliğini tam olarak sahiplenmiş bir halk olmazsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin veya bir başka yapı içinde de olsa egemen bir Türk yönetiminin varlığı da anlamsız hale gelir.
RUMLARIN ÖNÜNDEKİ ENGEL: BÖLGEDEKİ İSLAMİ VARLIK
Kıbrıs’ı Rumlaştırmak isteyen güçler, önlerindeki en büyük engel olarak “güçlü Müslüman Türk kimliğini” görmektedirler. Ve bu kimliği erozyona uğratmayı hedeflemektedirler. 2003 yılı başlarında Kıbrıs’ta yaşanan bazı gelişmeler ise, bu sinsi hedefte bazı mesafeler kat edildiğini göstermektedir.
Bu dönemde BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın gündeme getirdiği plana destek vermek, KKTC yönetimini bu planı kabul etmeye davet etmek için Kuzey Kıbrıs’ta bir dizi girişim düzenlenmiştir. Bunların en önemlileri, Lefkoşa’da düzenlenen iki ayrı mitingdir. Bu mitinglerin her ikisinde de “Kıbrıs’ta çözüm” çağrısı yapılmış, ancak haklı gibi gözüken bu çağrının altında bazı vahim mesajlar da verilmiştir. Mitinge katılanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığına dolayı da olsa karşı çıkmışlar, adada Rumlar ile ortak bir yönetim kurulması, BM’in öne sürdüğü-ve Türk tarafına pek çok dezavantaj getiren- planın itirazsız kabul edilmesi çağrısında bulunmuşlardır. Atılan sloganlarda “Avrupa Birliği vatandaşlığı” ön plana çıkmış, “Müslüman Türk” kimliği üzerinde en ufak bir vurgu yapılmamıştır. Mitinglerin sembolik manzarası da dikkat çekicidir. Mitinglerde hiç KKTC bayrağı açılmamış, Türk bayrağı dalgalandırılmamış, bunların yerine Avrupa Birliği bayrakları tercih edilmiştir. Hatta ikinci mitingde 1974 öncesinde Rum egemenliğindeki birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı açılmıştır ki, her ne kadar tepki üzerine indirilmişse de, bu hareket adadaki “Müslüman-Türk kimliği”nin bekası açısından endişe verici bir alamettir.
Bu mitinglere katılanların sayısının 30 bine kadar çıktığı yönünde tahminler vardır. Adanın Türk nüfusunun 150 bin civarında olduğu düşünülürse, bu rakamın oldukça kayda değer olduğu görülebilir. Bu mitingleri ve bunlara katılan kitleyi küçümsemek veya göz ardı etmek kesinlikle mantıklı bir davranış değildir.
Yapılması gereken, ortada ciddi bir “kimlik erozyonu” olduğu gerçeğini kabul etmek ve bunun çözümlerini aramaktır.
Bir kimlik erozyonunun yegane çözümü ise, o kimliği oluşturan değerlerin güçlendirilmesinden geçmektedir.
KIBRIS’TA ÇÖZÜM: MİLLİ VE MANEVİ UYANIŞ
Bu kültürel hizmetlerle, Kuzey Kıbrıs Türkü; sahip olduğu Müslüman kimliği ve Osmanlı mirası konusunda modern kitle iletişim araçlarıyla bilinçlendirilmelidir. Müslüman-Türk kimliğinin neden bir gurur ve şeref vesilesi olduğunu, bu kimliği taşıyan insanların asırlar boyunca tüm dünyaya nasıl nizam verdiğini kavramalıdırlar.
Bu kampanya çerçevesinde;
Kıbrıs’ın tüm gazete ve dergilerinde ve başta Kıbrıs resmi devlet televizyonu Bayrak TV’de ve Bayrak Radyo’da yoğun bir kültürel seferberlik yürütülmeli; İslam tarihi, Osmanlı tarihi, Müslüman-Türk ahlakı, 1974 öncesinde Kıbrıs’ta yaşanan olaylar, 1974’teki Barış Harekatının Kıbrıs halkına kazandırdıkları gibi önemli konular; açık, anlaşılır, düzeyli ve kaliteli yazı ve yapımlarla halka anlatılmalıdır.
KKTC’nin dört bir yanında, özellikle üniversitelerde konferanslar düzenlenmeli, üstte sayılan konular insanlara yüzyüze anlatılmalı, onların bu konudaki görüşleri değerlendirilmeli, soruları yanıtlanmalıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk halkının bir bölümünü rahatsız eden birtakım hatalı politikalar ve uygulamalar varsa, bunlar da bir an önce düzeltilmeli, halkın KKTC’ye ve Türkiye’ye olan güvenini perçinleyecek sosyal politikalar geliştirilmeli, insanların sorunlarına çözümler getirilmelidir. Böylece bu kişiler; çözümü “Güney Kıbrıs’la entegrasyonda” aramaktan kurtarılmalıdır. Devlet yönetiminde halka karşı şefkat ve anlayış egemen olmalı, sorunları olan kesimlerle yakından ilgilenilmeli, Kıbrıs’ın gelişimi için girişimcilerin önüne fırsatlar açılmalıdır.
Bu konularda Türkiye’nin ve KKTC’nin sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapması gerektiği ise açıktır. Türkiye’nin kuşkusuz gerekli politikaların belirlenmesi ve uygulanması konusunda gerekeni yapacaktır. Ancak kültürel kampanyalar en iyi ve etkili biçimde gönüllü sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülebilir. Bu konuda tecrübe ve birikim sahibi olan vakıf ve dernekler, göreve çağrılmalı ve desteklenmelidir.
Eğer bu çalışmalar başarılı ve etkili bir biçimde yürütülür, bunun için gerekli destek sağlanırsa, o zaman Kuzey Kıbrıs’taki “kültür erozyonunun” kısa önü alınacaktır. Ve Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımız, kendilerini KKTC BAYRAĞI YERİNE Avrupa Birliği bayrağı açmaya iten yanılgıdan sıyrılarak, yeniden AY-YILDIZ ALTINDA ONUR, MUTLULUK VE GÜVEN BULACAKLARDIR.