Barış Harekatı Sonrası
20 Temmuz 1974’te Türk Silahlı Kuvvetleri denizden ve havadan adaya çıkarma yaptı. 22 Temmuz akşamı ateşkes yürürlüğe girdiğinde Türk Kuvvetleri Girne-Lefkoşe yolunu kontrol altına almışlar ve Girne kıyılarında da bir genişleme yapmışlardı. Bu durum askeri bakımdan yetersiz ve tehlikeliydi. Bu dönemde Türkiye 300 tank ve 40 bin askeri adaya indirmiş bulunuyordu.
1970’li yılların başlarında Kıbrıs’la ilgili olarak tek bir devlet içinde görev ve yetkilerin iki toplum arasında paylaşıldığı fonksiyonel federatif sistemin kurulması tezi savunuldu. Ancak Yunanistan’da iş başında bulunan askeri cunta Enosis’in gecikmesini içine sindiremiyordu. Ve Makarios’un iktidardan uzaklaştırılması için plan yapmaya başladılar. Makarios bunu öğrenince çok sert tepki gösterdi.
RUM CİNAYET ÖRGÜTÜ ; EOKA
15 Temmuz 1974’te Rum cinayet örgütü EOKA’cılar ve lideri Nikos Sampson; Rum Milli Muhafız teşkilatının yardımıyla darbe yaparak Makarios’u görevden uzaklaştırıp Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilan etti. Böylece ENOSİS yolunda ilk önemli adım atıldığı gibi Yunanistan’ın da Kıbrıs’a müdahale ettiği gün yüzüne çıktı. Amerika İngiltere ve Türkiye; yeni yönetimi tanımadıklarını açıkladılar. Türkiye bu durumu antlaşmaları hiçe saymak, anayasal düzeni yıkmak ve geçersiz bir yönetim oluşturmak olarak nitelendirdi.
Türkiye garanti antlaşmasının 4. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, İngiltere ile beraber Kıbrıs a müdahale etmeye kararlıydı. Başbakan Bülent Ecevit; Londra’da görüştüğü İngiliz hükümetinden gerekli desteği alamadı. İngiltere, BM ve NATO’nun devreye girmesini istiyordu. Türkiye tek başına müdahale yapacağını; İngiltere’ye hissettirdiyse de İngilizler buna ihtimal vermediler. Amerikanın Yunan cuntasına baskısına rağmen; Yunanistan yönetimi bu konuda geri adım atmadı.
BM GÜVENLİK KONSEYİNDEN ÇİFTE STANDART
Bu gelişmeler üzerine 20 Temmuz 1974’te Türk Silahlı Kuvvetleri denizden ve havadan adaya çıkarma yaptı. 22 Temmuz akşamı ateşkes yürürlüğe girdiğinde Türk Kuvvetleri Girne-Lefkoşe yolunu kontrol altına almışlar ve Girne kıyılarında da bir genişleme yapmışlardı. Bu durum askeri bakımdan yetersiz ve tehlikeliydi. Bu dönemde Türkiye 300 tank ve 40 bin askeri adaya indirmiş bulunuyordu.
Yunanistan’ın adaya müdahalesinde kılını kıpırdatmayan BM güvenlik konseyi; Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapmasıyla harekete geçti. Yunanistan ve Türkiye savaş durumuna gelmişlerdi. BM güvenlik konseyi; 20 Temmuz 1974’te aldığı 353 sayılı kararla adada ateşkesin sağlanıp, yabancı kuvvetlerin çekilmesini Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün sağlanmasını kararlaştırdı. Türkiye 22 Temmuz 1974 saat 17:00 itibarıyla ateşkese uydu. 23 Temmuz’da Yunan hükümeti istifa etti. Konstantin Karamanlis, yeni Yunan hükümetini kurdu. Kıbrıs’ta da yönetime Nikos Sampson yerine Glafkos Klerides getirildi.
CENEVRE DEKLERASYONUNDA NELER KONUŞULDU?
25 Temmuz’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; İsviçre’nin Cenevre kentinde toplanarak 30 temmuzda Cenevre deklarasyonunu imzaladı. Bu deklarasyona göre;
1) Kıbrıs’ta 1960 anayasa düzeni yeniden kurulmalıdır,
2) Taraflar kontrol ettikleri alanları büyütmemelidir,
3) 30 Temmuz ateşkes çizgisinde BM kontrol bölgesi kurulacaktır,
4) Rum çemberindeki Türk bölgelerinden Rum kuvvetleri çekilecek buralar BM korumasına bırakılacaktır,
5) Anayasal düzenin sağlanması yolunda Rauf Denktaş cumhurbaşkanı görevlerini yürütecektir.
Bu konferans; Türkiye’nin başarısıyla sonuçlanmıştır. Ancak Rumlar daha sonra ateşkese uymayıp Türk bölgelerindeki kuşatmayı sürdürmüşlerdir.
Türk tarafı coğrafi esasa dayalı federatif sistem veya kantonlara dayalı sistemden yanaydı. Yunanlılar ise Türkiye’yi oyalıyordu. Bunun üzerine 14 Ağustos 1974’te İkinci Kıbrıs Barış Harekatı başlatılmıştır.
Tarihinde gittiği her yere barış götüren Türk Silahlı Kuvvetleri; iki gün gibi çok kısa bir süre zarfında Magosa-Lefkoşe-Lefke-Kokkina çizgisine ulaşarak adanın %38’ini kontrol altına almış ve BM’nin ateşkesine uyduğunu kabul etmiştir.
MÜSLÜMAN-TÜRK’ÜN VARLIĞININ KORUNMASI
Bugün Kıbrıs meselesi, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önerdiği yeni çözüm planı ve Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs’ı kabul etme sürecinin şekillenmesi ile birlikte bir kez daha gündemde. Türkiye haklı olarak Kuzey Kıbrıs’ın egemenlik haklarının elinden alınmasına, Kuzey’deki Türklerin adada “azınlık” durumuna düşürülmesine karşı tavır almaktadır. Bunun nedenleri;
Kuzey Kıbrıs’taki Türk toplumunun güvenliği, Kıbrıs’ın Türkiye açısından taşıdığı stratejik önemdir. Bu nedenlerin her ikisi de gerçekçidir. Kıbrıs’ın tek bir devlet olduğu 1974 öncesi dönemde; adadaki soydaşlarımıza karşı korkunç saldırılar düzenlediği, uzun vadeli bir soykırım yürütüldüğü açıkça ortada olan bir gerçektir. Bu vahşetin tekrarlanmaması için gerekli önlemlerin alınması zorunludur. Ve bunun en başta gelen önlemi; adanın “iki toplumlu ve iki bölgeli” bir yapıda devam etmesidir. Birleşik bir Kıbrıs’ta, 1974 öncesindeki terör ve anarşi yaşanmasa bile, Türkler kendilerini psikolojik bir baskı altında hissedecekler, tedirgin bir yaşam süreceklerdir ki, bu da kabul edilemez.
Kıbrıs’ın Türkiye açısından stratejik önemi ise; hem somut askeri ve siyasi gerçeklerden hem de psikolojik etkisinden kaynaklanmaktadır. KIBRIS, TÜRKİYE’NİN MİLLİ DAVASIDIR. Adadaki Türk siyasi varlığının sona ermesi, ister istemez bu milli davanın kaybı olarak yorumlanacak ve bu da tüm milli moral üzerinde negatif bir etki meydana getirebilecektir. Kıbrıs’taki “toprak kaybı”nın, Türkiye içindeki birtakım bölücü unsurlara “moral dopingi” yapması, onların bölücü hayallerine emsal teşkil etmesi riski de söz konusudur.