Arap kabileleri arasındaki kan davaları, Museviler, Hristiyanlar ve henüz Müslüman olmayan Araplar arasındaki sosyal, ekonomik nedenlerle her an patlak veren çatışmalar... Bundan 1400 yıl önce Medine topraklarının huzurdan çok uzak olduğu zamanlardı. Ta ki İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in bu güzel beldeyi şereflendirip tarihin en önemli anlaşmasını yapmasına kadar.
O dönemde Medine ve çevresinde çoğunlukla pagan Araplar, Hristiyan ve Musevi toplulukları yaşıyordu. Bunların gerek kendi içlerinde gerekse birbirleri arasındaki ilişkilerinde kin, öfke ve düşmanlık hakimdi. Çatışma ve savaş ortamı neredeyse bir yüzyılı aşkın bir süredir dönemin Arabistan topraklarında devam ediyordu. Hz. Muhammed teşrif ettiğinde, Medine şehri, adeta bugünün Ortadoğu coğrafyası gibi, toplumsal anlaşmazlık, iç çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık içindeydi.
İşte Peygamberimiz böyle bir ortamda hiç vakit kaybetmeden tarafları bir araya getirdi; görüş ve önerileri aldı ve onların da onayı ile Medine Vesikası’nı hazırladı. Toplumsal birliği ve barışı sağlamak amacıyla Medine'deki kozmopolit yapıyı bu sözleşmeyle kaynaştırdı. Yüzden fazla topluluk ile bazen mektupla bazen de bizzat kendisi konuşarak çeşitli anlaşmalar yaparak uzlaşma zemini oluşturdu. İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee, Peygamber Efendimiz’in kurduğu bu toplumsal birliğin önemini şöyle anlatır: "Önceleri tek bir Emir’e kesinlikle itaat etmemiş olan o Arabistan, birdenbire siyasi bir birlik haline geliverdi ve o mutlak Emir’e kendisini teslim etti. Yüz kadar küçük sosyal gruptan meydana gelmiş olan ve sürekli olarak birbirleriyle karşılıklı düşmanlıklarda bulunan küçük-büyük nice kabilelerden Hz. Muhammed (sav) bir birlik meydana getirdi."[1]
Medine Vesikası ile dünya tarihinde birçok ilk yaşandı. 622 yılında imzalanan bu vesika ilk İslam devletinin kuruluş anayasasıydı. Tarihin ilk çoğulcu ve demokratik anayasası oldu; çeşitli ırk, din ve kabilelerden oluşan bir şehir topluluğuna, Arabistan yarımadasında daha önce benzeri görülmemiş bir demokratik ve barışçıl yapı getirdi. Çok sayıda düşman kabilelerden oluşan Medineliler ilk kez bir araya gelerek inanç özgürlüğünün, çoğulcu demokrasinin, siyasi birliğin, barışın yaşandığı bir toplum oldular. Medine Vesikası hukukun üstünlüğü ilkesinin, temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve korunması yolunda tarihte bir dönüm noktası oldu. Üstelik tüm bunlar dayatma ve baskı ile değil, tarafların kabulü ve rızası ile tesis edildi.
Anayasa denildiğinde birçok insanın aklına ilk olarak Magna Carta – Büyük Özgürlük Fermanı gelir. Oysa Medine Anayasası, Peygamber Efendimizin önderliğinde, Magna Carta’dan 600 yıl önce kaleme alınmıştır. Sadece 47 maddeden oluşmasına rağmen, modern ve ileri demokrasilerin hedeflerini 1400 yıl önce hayata geçirmiştir.
Medine Vesikası baskıyı değil özgürlüğü, üstünlüğü değil eşitliği, güçlüyü değil hakkı ve hukuku esas alan bir sözleşmedir. Bu sözleşme ile toplumdaki her bireyin hiçbir baskı olmadan, istediği dini seçme, kendi inancına göre yaşama ve ibadet etme özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Laikliğin ana unsurlarından olan din ve vicdan hürriyeti sağlanmıştır. Bu anlaşmada yer alan 25. maddede "Ben-i Avf Musevileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Musevilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir." ifadesi geniş kapsamlı özgürlüğü vurgulayan maddelerden biridir. Vesikanın onaltıncı maddesinde ise "Bize tabi olan Museviler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır."10 denmektedir. Peygamberimizin bu anlayışına sadık kalan sahabe de ondan sonraki dönemlerde Berberi, Budist, Brahman ve benzerlerine bu hakkı tanımışlar, böylece anlaşmazlıklar kolaylıkla çözülmüş, barış ve adalet ortamı tesis edilmiştir.
Söz konusu vesikada, her topluluğa kendi hukukunu uygulamasında tam bir özgürlük tanındı. Ancak suç işleyen kimse hiçbir topluluk tarafından korunmayacaktı. Örneğin Vesika’nın 13. maddesinde suçlu hangi toplumsal statüye sahip olursa olsun cezalandırılacağı, mağdurun ise korunacağı bildirilir: “Takva sahibi müminler kendi aralarında saldırgana ve haksız bir fiil yapmayı tasarlayan, bir cürüm, bir haksız tecavüz yahut müminler arasında bir karışıklık çıkarmayı düşünen kimseye karşı olacaklar ve bu kimse müminlerden birinin evladı bile olsa hepsinin elleri onun aleyhinde kalkacaktır.”
Bu sözleşmeye taraf olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklar, Medine'de bulunan tüm topluluklarla barış ve birlik içinde yaşayacaklardı. Taraflar arasındaki anlaşmazlıklar, tüm gruplar tarafından en adaletli kişi olarak kabul edilen Peygamberimiz'in hakemliği ile çözüme kavuşturulacaktı.
Medina Vesikası ister Müslüman olsun, isterse Yahudi, Hıristiyan veya putperest, tüm bireylerin hak ve özgürlüklerini hukuk esasları içinde teminat altına almıştır. Mekkeli putperestlerin ağır baskı ve zulmüne rağmen, Peygamberimiz onlara karşı şefkatli ve koruyucu bir tutum takınmış; dahası bunu anayasanın bir hükmü olarak düzenlemiştir. Zira İslam’ın amacı tüm dünyaya barış, huzur ve sevgi getirmektir. Hz. Muhammed bu anayasa ile hangi inançtan olursa olsun, Kuran’ın tüm insanlığa yönelik sevgi, saygı, anlayış, barış ve özgürlük içeren yaklaşımını uygulamıştır.
Bazı insanlar İslam ile demokrasi, laiklik ve fikir özgürlüğü gibi değerlerin bir arada olamayacağını düşünür. Batı dünyasındaki bu yanlış önkabule neden olanlar, İslam adına ortaya çıkan ama aslında hurafelere, mevzu hadislere, Kuran dışı inançlara göre hareket eden bağnazlardır. Kuran’a tamamen aykırı bir zihniyetle kendi radikal görüşleri dışında hiçbir görüşe hayat hakkı tanımayan, kadını ikinci sınıf bir varlık olarak gören, hayatı adeta yaşanmaz hale getiren bu bağnaz zihniyettir. Ortadoğu ve bazı İslam ülkelerinde bugün yaşanan acıların, terör ve çatışmaların nedeni bağnazlığın radikal ideolojisidir.
İslam’da baskı ve zorlamaya asla yer yoktur. Kuran’da din, inanç ve fikir özgürlüğü tam anlamıyla mevcuttur. Kuran’da bildirilen “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur” (Bakara Suresi, 256); “Sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun Suresi, 6); “Ve de ki: Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” (Kehf Suresi, 29) ayetleri laikliğin özetidir.
Hz. Muhammed’in hazırladığı Medine Vesikası’yla dini, kültürel ve hukuki özerklik temelinde çoğulcu toplum modeli hayata geçirilmiş ve farklı inanç ve kültüre sahip topluluklar arasında süregelen 100 yıllık kavgalar sona ermiştir. Medine Vesikası günümüz perspektifinden değerlendirildiğinde hem Batı dünyasında, hem de yüzyılı aşkın bir süredir dinmeyen bir ateşin yandığı Ortadoğu’da ve bütün İslam çoğrafyasında barışçıl, adil, şefkatli, sevecen, yardımsever toplum modelini elde etmek için Müslümanlara yol gösteren mükemmel bir başlangıç noktası olacaktır.
[1] Arnold, T. W, İntişar-ı İslam Tarihi (The Preaching of Islam), Çev. Halil Hamit, Ankara, 1971, s. 68-69
Adnan Oktar'ın New Straits Times & News Rescue'da yayınlanan makalesi:
http://www.nst.com.my/news/2016/09/172738/lessons-charter-medina