Orta Doğu her zaman Batı için bir cazibe bölgesi olmuştur. Batı ülkeleri bu bölgeyi, kendi amaçlarına hizmet edecek, küçük, parçalanmış ülkelerden oluşacak şekilde dizayn etmeye çalışmıştır…Orta Doğu halklarının tarihte olduğu gibi bugün de pek çok suni sorunla karşı karşıya olmasının sebebi Batı ülkelerinin Ortadoğu üzerindeki bu emelleridir.
Geçmişte İngiliz derin devleti Orta Doğu’yu şekillendirmek için binlerce ajan kullanmıştır. Bunlardan en tanınmış olanları, her ikisi de 1. Dünya Savaşı sırasında önemli roller oynayan Gertrude Bell ve T.E. Lawrence’dır.
1.Dünya Savaşı sırasında bugün Irak sınırları içerisinde yer alan Necef ve Kerbala’dan elli bin kişilik bir Şii milis kuvveti İngiltere’ye karşı Osmanlı ordusu içerisinde yer aldı. Kut’ül-Amare zaferi (1916) işte bu güçlü Osmanlı-Şii ittifakı sayesinde kazanıldı. Bu yenilgi sonucunda İngilizler Şii-Sünni ittifakını kırmadıkları sürece bölgeye hakim olamayacaklarını anladılar. Bu nedenle İngiliz derin devleti medya üzerinden başlattıkları propaganda teknikleri ve İngiliz ajanları ile Müslümanları güçsüzleştirip bölmeye, bir yandan da İslam’ı kendi menfaatlerine hizmet edecek yeniden tanımlamaya çalıştılar.
Arnold Toynbee isimli İngiliz tarihçi, Tarih Üzerine bir İnceleme adlı kitabında, İslam dünyasını anlatırken ilk defa Sünni Arap milletleriyle İran Şiileri arasında ayırım yaptı. Dahası bu Sünni Araplarla İran Şiileri arasında bir çatışma olduğunu ileri sürdü. Aynı propaganda yöntemlerinin yer aldığı diğer kitaplarda da Sünnilerle Şiilerin birbirlerini katlettikleri öne sürüldü.
İslam dünyasını bölme planı doğrultusunda bazı İngiliz diplomat, siyasetçi, asker ve Gertrude Bell ve T.E. Lawrence gibi ajanlar Osmanlı topraklarını bölmek için Kahire’de bir toplantı düzenlediler. O zaman sömürge bakanı olan Churchill toplantıyı katılan bu isimleri “40 haramiler” olarak isimlendirdi. Tarihçiler Orta Doğu’da günümüzde yaşanan çatışmaların arkasında 20. yüzyılda çizilen bu suni sınırların yattığını belirtiyorlar. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra ortaya çıkan devletler oluşturulurken bölgedeki halkların tarihi, coğrafi yada sosyolojik gerçekleri değil, sadece İngiliz derin devletinin çıkarları göz önüne alınmıştır.
Irak’ın İngiliz sömürgesi olduğu yıllarda Şii kabileler İngilizlere karşı savaşmıştır. İngiliz ajan Gertrude Bell anılarında bölgedeki Şiileri kontrol altına alamamaktan yakınır. Zaman içerisinde İngilizler Irak Şii bölgesini de hakimiyetleri altına aldılar, hatta İran-Irak savaşı (1980) esnasında Irak Şiileri İran’a karşı savaştılar.
Şu anda da İslam dünyasını bölmek için mezheplerin kullanıldığı bir planla, yani İngiliz Şiiliği ile karşı karşıyayız. MI6 Şiiliği olarak da bilinen bu hareket herhangi bir ideolojik veya temel İslami farklılıktan kaynaklanmayan, sadece Müslümanların kitleler halinde birbirlerini öldürmesine yönelik mezhepsel anlaşmazlık çıkarılmasına dayanan bir plan.
Ayetullah Ali Hamaney 2016 yılında Twitter hesabında İngiliz Şiiliği ile ilgili şöyle bir açıklama yaptı: “Şiilik adına diğer İslam mezheplerinin duygularını provoke etmek aslında İngiliz Şiiliğidir.” Hamaney ayrıca Tahran’da yaptığı bir konuşmada söz konusu tehlikeye şu şekilde dikkat çekti: “Müslüman Sünni cemaatin mukaddes değerlerine hakaret etmek İngiliz Şiiliği’nin işidir.” Bu açıklamanın nedeni İngliiz Şiiliği’nin sürekli olarak medya organları aracılığıyla kendince sahabeyi ve Hazreti Ebu Bekir (ra), Hazreti Osman (ra), Hazreti Ayşe (ra) gibi değerli İslam büyüklerimizi hedef alan hakaretlerdir.
Ocak 2015’de İran hükümeti, Sünni-Şii mezhepleri arasında çatışma çıkarmaya çalışan MI6 Şiizmi’nin kışkırtmaları sonucunda sözde Şii uydu TV kanalının 17 bürosunu kapattı. Bu radikal hareket Şii olmayanları “putperest” olarak görüyordu. Dahası söz konusu medya kurumları Ayetullah Sistani’yi “dinsiz” ilan etti. Bunun nedeni Şirazi’nin “Sünnileri öldürmenin dini bir görev” olduğuna dair fetva vermesi üzerine Sistani’nin, “Sünnilerin Irak’ta korunması gerektiğini” söylemesiydi.
Bu yanlış ideolojiyi desteklemek için bir çok akademisyen İngiliz Şiiliğinin etkisiyle Müslümanları birbirine kırdırmak için benzeri teoriler öne sürdüler. Bu doğrultuda medya kuruluşları savaşların tarihin doğal akışının bir sonucu olduğunu, yaşanılan çatışmaların kaçınılmaz ve önlenemez olduğunu iddia ettiler.
Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesiyle tanınan Samuel Huntington daha sonra Newsweek dergisinde 2001 yılında “Müslüman savaşları Çağı” teorisini ortaya koydu. Huntington’ın yeni teorisi uyarınca 20. yüzyılın başlangıcı dünya savaşları yılıyken ikinci yarısı da Soğuk Savaş zamanıydı. 21. yüzyıl savaşları ise büyük çoğunlukla Müslümanların dahil olduğu dini ve etnik gruplar arasında gerçekleşecekti. Bu teorilerin asıl amacı İslam ülkeleri arasındaki birliği bozmaktı. Huntington bugün hayatta değil ancak onun yolundan giderek benzeri analizlerle suçu Müslümanlara yükleyen, Müslümanlar arasında çatışma çıkarmaya çalışan başka kişiler mevcut. İngiliz derin devletinin uzun vadeli amacı bu tür yöntemlerle bölgeye tam olarak nüfus etmek.
Son dönemde Suriye’deki ateşkesin sağlamasında İran, Rusya ve Türkiye’nin oynadığı kilit rollerin anlaşılmasıyla İngiliz derin devleti suni sorunlar oluşturarak İran ile Türkiye’nin arasını açmak için harekete geçti. Provokasyonlarla suni bir Şii-Sünni gerilimi oluşturmak için Halep bahane olarak kullanıldı. Konu hakkında bilgisi olmayan bazı kişiler bilerek yada bilmeden bu tuzağa düştüler. Ne var ki bu kişiler Türkiye ve İran’ın yüzyıllardır dost olduğunu ve bu iki ülkenin bugünkü sınırının 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin anlaşması ile belirlendiğini unutuyorlar.
İran kendisine uygulanan yaptırımlar nedeniyle çok zor zamanlar geçirdi; bu yaptırımların kaldırılmasıyla ancak rahat bir nefes almaya başladı. Türkiye’nin İran’a sağlayacağı destekle İran büyük bir ekonomik kalkınma sağlayacaktır. Böyle bir durum her iki ülkeye de büyük ekonomik yararlar sağlayacaktır. Ne var ki bazı çevreler entrikalarla bunun gerçekleşmesini engellemeye çalışmaktadır.
Şii-Sünni çatışmasını İngiliz derin devletinin Orta Doğu’yu parçalamak ve bu şekilde bölgeyi kontrol altında tutabilmek için suni olarak çıkardığını önemle vurgulamalıyız. Büyük Orta Doğu Projesi de Orta Doğu’daki halkları mezhep ayrılıklarıyla bölmeye yönelik bir plandır. İngiliz derin devletinin bu stratejisine karşılık Kuran’da Allah Müslümanlara birlik ve beraberlik içerisinde olmalarını emreder. Hazreti Muhammed (sav) de veda hutbesinde Müslümanlara kardeş olmalarını öğütlemiştir. Bu nedenle İngiliz Şiiliğinin oyunlarına karşı Şii-Sünni kardeşliği mesajını yaymak suretiyle İngiliz derin devletine karşı ilmi bir mücadele vermek ve bu oyunların başarıya ulaşmamasını sağlamak tüm Müslamanlar için son derece önemlidir.
Adnan Oktar'ın Tehran Times & Daily Mail'de yayınlanan makalesi:
http://dailymailnews.com/2017/01/30/taking-lessons-from-the-past/