Kuzey Kıbrıs'ta gerçek çözüm, KKTC'nin bağımsız bir devlet olarak varlığını koruması, Türkiye ile bağının daha da güçlendirilmesi ve Kıbrıs halkının milli ve manevi bilincini artıracak güçlü politikalar yürütülmesidir.
Son aylarda gündemi meşgul eden Kıbrıs konusu, Türkiye’nin önüne, uzun süredir beklediği AB’ye üyelik için şart olarak konuldu. AB üyeliği ve Kıbrıs iki ayrı konu olmasına rağmen Yunanistan ve İngiltere gibi AB üyesi bazı ülkeler tarafından birbirine bağlantılıymış gibi gösterilerek aynı pakette gündeme getirilmesi ise gerçekte son derece hatalı bir yaklaşım.
Kıbrıs İçin Gerekli Siyasi Tavır
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın son olarak hazırlayıp her iki ülke temsilcilerine göndermiş olduğu yaklaşık 150 sayfalık belgede KKTC için çok ciddi riskler bulunuyor. Hazırlanan belgede Kıbrıs Türkleri’nin egemenliğinin yer almaması, belgenin olduğu haliyle kabul edilmesi durumunda adada yaşayan Türkler’in en fazla 3 ila 5 yıllık bir süre içerisinde azınlık olarak nitelendirilip o şekilde bir muameleye maruz kalma durumlarının bulunması, Annan’ın raporunu kabul edilemez bir hale sokuyor. Ayrıca belgede belli bir orandaki Rum vatandaşlarının KKTC’ye ait bölgelere yerleştirilmesi de teklif ediliyor. Böyle bir durumda ise Türklerle Rumlar arasında 1960 yılında yapılan antlaşmada iki ayrı topluluk statüsünü korumak için alınmış bütün tedbirlerin ortadan kalkması ihtimali söz konusu. Daha kötüsü ise, iki halkın güvenle yaşayabileceği uygun zemin hazırlanmadan karma bir toplum modelininin uygulanmaya çalışılmasının geçmişte olduğu gibi çok zararlı sonuçlar doğurabilmesi ihtimalidir.
Böyle bir anlaşma hayata geçirildiğinde, pek çok Kıbrıs Türkü evinden ve işinden olacak, huzursuzluğa ve sıkıntıya maruz kalacaktır. Adada 1974'ten bu yana süren ve artık oturmuş olan yerleşimleri dağıtmak, insanları evlerinden çıkarmak, dirlik ve düzenlerini bozmak, kimseye yarar getirmez.
Türkiye'nin bu konudaki politikası, Milli Güvenlik Kurulu'nda da son derece isabetli bir biçimde ifade edildiği gibi, Kuzey Kıbrıs'lı Türklerin güvenliğini öncelikli amaç olarak belirlemek ve KKTC yönetimine destek olmak esaslarına dayanmalıdır. Kıbrıs Türk halkı, Türkiye'nin bir parçasıdır. Kıbrıs davası, milli davadır. Kahraman Türk Ordusu, 1974'teki Kıbrıs Barış Harekatı ile adadaki soydaşlarımızı radikal Rumların soykırım emellerinden korumuştur. Bu gerçekler hiçbir zaman gözardı edilemez. Adada Türk tarafını dezavantajlı duruma düşüren ve dahası güvenliğini riske eden çözümlere itibar edilemez.
Dahası Kıbrıs, Türkiye açısından büyük stratejik önem taşıyan bir noktadır. Kıbrıs üzerindeki denetimini yitiren bir Türkiye, Akdeniz'e çıkış imkanını da yitirmiş demektir.
Son yapılan MGK toplantısından da çıkan karar doğrultusunda Türkiye, Denktaş’ın ısrarla üzerinde durduğu, adada iki ayrı devlet bulunduğu gerçeğinin kabul ettirilmesi için çalışmalıdır. İki ayrı devletin oluşturacağı ortaklık devleti, dış ilişkilerde müstakil kararlar verebilecek, iç işlerde ise birbirlerinden bağımsız olacaktır. Ayrıca Türkiye’nin garantörlüğünün de devam etmesi şarttır.
Kıbrıs İçin Gerekli Kültürel Politikalar
Ancak, Kıbrıs konusunda yürütülmesi gereken politika sadece siyasi ve diplomatik boyutta değildir. Aynı zamanda ekonomik ve kültürel alanlarda da Kıbrıs'ın Türk halkını kalkındıracak, güçlendirecek, motive edecek atılımlar gerekmektedir. Avrupa Birliği'ne katılması –her ne kadar resmen imzalanmamış olsa da- kesinleşen Güney Kıbrıs, adadaki bazı soydaşlarımız için cazip hale gelmeye başlamıştır. Bunun dejenere edici bir faktör haline gelmesinin önünü kesmek için, Kıbrıs Türkü'nü hem sosyo-ekonomik yönden kalkındırmak hem de milli ve manevi değerlerini güçlendirerek Türkiye'ye ve Müslüman-Türk kimliğine olan bağlılığını perçinlemek gerekmektedir.
Kuzey Kıbrıs'ta geçtiğimiz günlerde düzenlenen bir miting, adadaki Türk halkının bir bölümünün bazı mevcut politikalardan memnuniyet duymadığını göstermektir. Buna karşı yapılması gereken, bu memnuniyetsizliğe neden olan sorunları gidermek, halkın KKTC yönetimine yeniden güven duymasını sağlayacak politikalar geliştirmektir. Devlet yönetiminde, halka karşı şefkat ve anlayış egemen olmalı, sorunları olan kesimlerle yakından ilgilenilmeli, Kıbrıs'ın gelişimi için girişimcilerin önüne fırsatlar açılmalıdır.
Öte yandan Kıbrıs'taki insanlarımızın, özellikle de genç neslin Türk Milleti'nin ideallerini ve değerlerini en derinden özümsemesi ve benimsemesi için de yoğun bir kültürel kampanya yürütülmelidir. Kıbrıs Türkü, adanın Osmanlı'dan kopuşundan bu yana kendisini ayakta tutan Türk ve Müslüman kimliklerine daha güçlü biçimde sarılmalı, Türkiye ise bu kültürel rönesansa öncülük etmelidir.
Bunun için, Kıbrıs Türklerinin; kalkınmış ve müreffeh bir Güney Kıbrıs ile ekonomik yönden zor durumda olan, ve pasif bir Kuzey Kıbrıs manzarası arasında kalmak ikileminden kurtarılması gerekir. Aksine, Kıbrıs Türkü, çağdaş, modern, kalkınmış ve aynı zamanda milli ve dini kimliği çok güçlü bir model görmeli, bu modeli benimsemelidir. Milletlerin, özellikle de küçük toplumların eğilimlerinde psikolojinin yeri büyüktür. Kıbrıs Türk toplumunun güçlenmesi, psikolojik yönden güçlenmesine bağlıdır ve bu da saydığımız ekonomik ve kültürel politikaların hayata geçirilmesiyle gerçekleşecektir.
Bu konuda önemli bir görev de medyaya ve sivil toplum kuruluşlarına düşmektedir. Kıbrıs milli bir davadır ve herkesin bu davada milli çizgide hareket etmesi, devletimizin belirlediği politikalara destek olması gerekir. Kıbrıs Türkü, adadaki varlığını canı gönülden destekleyen, milli ve dini bir kardeşlik duygusu içinde kendisiyle tek yürek olup haklarını var gücüyle savunan bir anavatan görmelidir. Bu ruhu yaşamak ve yaşatmak, milletini ve devletini seven herkesin görevidir.