Şimdi samimi olarak vicdanınızın sesine kulak verin ve düşünün;
İnsanlar doğar, büyür, eğitim görür, iş hayatına atılır, evlenir, çocuk sahibi olur, bu arada gücü yettiğince para ve itibar kazanmaya çalışır, sonra çocuklarını evlendirir, torun sahibi olur, ölür, ardından çocukları, torunları da benzer sıralamayı yaşar ve ölür. Sizce dünyaya geliş amacımız bu mudur?
Pek tabi ki değildir. Ancak din ahlakından uzak yaşayan insanların büyük bir kısmının hayat anlayışları bu kadarla sınırlıdır. Herkes için yaşam şartları değişse de, olmazsa olmaz bu ezberlenmiş sıralamayı yaşarlar ve ölürler. Bu sırada hayatlarındaki en büyük eksikliği görmezler, dünyaya asıl geliş amaçlarını düşünmezler. Bu en büyük eksikliği göremediklerinden, iş yerlerinde, okullarında başarılı olsalar bile, sıkıntılarına, mutsuzluklarına neyin sebep olduğunu da anlayamazlar.
İman edenler için ise, hayat bambaşkadır. Ticaret, okul, aile pek tabi ki hayatlarında vardır ancak hayatlarının bambaşka olmasının sebebi, tüm bunlarla ilgilenirken yeryüzüne geliş amaçlarını unutmadan hareket etmeleridir. Samimi kalple iman edenler, dünyaya Allah’a ibadet etmek, kulluk etmek için geldiklerini, dünyanın bir imtihan yeri, ahiret için bir hazırlık yeri olduğunu bilerek hareket ederler.
… insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
İşte bunlar, Allah’ın rızasını her şeyin üzerinde gören Müslümanlardır. Dünyaya dair uyguladıkları her şey Allah’ın rızasının en fazlasına dayalıdır. Dünyada amaçları maddi imkanlarını artırma değildir. Kariyer, makam mevki sahibi olma, ünlü olma peşinde değildirler. Allah için, dünyada zulüm gören milyonlarca Müslümanı çektikleri eziyetlerden kurtarabilmek için çaba harcamak varken, evlenip çoluk çocuk sahibi olma peşinde değildirler. Hayatlarını örnek aldıkları kişiler hayatları zorlu imtihanlarla geçmiş peygamberler ve salih Müslümanlardır.
Bir de Müslüman kimlikleriyle tanıdığımız, sadece hacca gitmek, namaz kılmak, kelime-i şehadet getirmek, oruç tutmak ve zekat vermek gibi İslam’ın 5 şartı diye bilinen ibadetleri yeterli gören bir grup insan vardır. Bu kişiler, dünyada zulüm gören Müslümanların durumlarını düşünmezler. Dünyayı saran imansızlık belasına karşı ilmi mücadelede bulunmazlar. Allah’ın dinini anlatıp yaymazlar. Müslümanların arasını bulup uzlaştırmazlar. Saydığımız örneklerdeki gibi sayısız ibadetle hiç ilgilenmezler. Bütün dünyaları, kendi evleri, iş yerleri, komşuları çevresinde döner durur.
Halbuki namaz 5 vakittir, ancak Kuran ahlakını yaşamak, Allah için mücadele etmek 24 saattir. Dolayısıyla din bizim hayatımızın her anını kapsar. Ve her Müslüman, öncelikle Kuran’ın tamamını okuyup Allah’ın bizden istediği ahlakı anlamak ve her dakikasında Allah rızasının en fazlasını seçerek hayatına geçirmekle mükelleftir.
Kuran ahlakında yukarıda saydıklarımız gibi Müslümanların birliği, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, İslam’ın dünya hakimiyeti için çaba sarf etme, Allah için cesur olma, Allah için kınayıcının kınamasından, iftiraya uğramaktan çekinmeme gibi Allah’ın farz kıldığı daha sayısız ibadetler vardır. Ahirette tüm Müslümanlar bu ibadetlerden de sorguya çekilecekdirler. Allah’ın ayetlerinin çok az bir kısmını uygulayıp, namaz gibi farz olan diğer ibadetleri uygulamayan, hayatlarını tam bir teslimiyetle Allah’a adamak yerine hem dünyayı hem ahireti dengede tuttuğunu zanneden Müslümanlar Allah esirgesin ahirette büyük bir kayba uğramaktan çekinmelidirler. Samimi Müslümanlarla samimiyetsiz olanların farkı işte buradadır. Kuran’a göre bir insan ya dünyayı ya da ahireti tercih edebilir, her ikisini dengede tutmak diye bir şey yoktur. İşte bu samimiyetsizlik, her türlü riskten kaçınma, korkaklık ve çekingenlik İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu durumun, İslam ahlakının dünyaya hakim olmamasının sebebidir. Bu umursuz, sadece kendi menfaati peşinde olan insanlar yüzünden İslam alemi dağınık, bu insanlar yüzünden Müslümanların gördüğü eziyet, zulüm her geçen gün artmaktadır.
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd (gayret, çaba) etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Samimi iman edenlerin hayatları ise Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri örneğinde olduğu gibi şanlı ve şereflidir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, dünyayı elinin tersiyle itmiş, Allah yolunda mücadele etmiş, zor imtihanlardan geçerek 30 yıl hapis yatmıştır ve Allah’ın rızasını kazanmayı ummuştur. Bediüzzaman Hazretleri de o çileleri çekmek yerine, dilese kendine aile kurar, yakın çevresi, komşuları, ticaret ile ilgilenebilirdi ve yıllarca, hapis, sürgün hayatı yaşamaz, bu dünyada rahat ederdi. Ama Allah için 30 yıl hapis yatmak onun için tüm bunlardan daha değerliydi.
Resulullah (sav) döneminde yaşayan, rahatına düşkün bazı Müslümanlar uyanıklık yaptıklarını zannederek, sıcağı, evlerinin açıkta olduğunu bahane etmiş Peygamberimiz (sav)’le, sahabelerle birlikte savaşa çıkmamış, ancak ahireti kaybetmişlerdir. Hava, Peygamberimiz (sav) ve sahabeler için de sıcaktı ama bu onları Allah yolunda mücadele etmekten alıkoymadı. Peygamberimiz (sav)’in ve sahabelerin de evleri vardı ama Allah için elleri, kolları, bacakları kopup, belki tek gözleriyle savaşa gitmek, Allah için mücadele etmeyi seçmek onlar için her şeyden önemliydi:
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü’nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
Dolayısıyla Allah için her türlü zora giren ve keyifleri kaçmasın diye hiçbir zorluğa girmeyen Müslümanların durumu, dünyada aynı olmadığı gibi ahirette de aynı olmayacaktır. Uyanıklık hapisten, mücadeleden, yorulmaktan, uykusuz kalmaktan, iftira atılmaktan kaçacak şekilde her türlü tedbiri alarak mücadeleye katılmamak değildir. Uyanıklık, bu dünyada Allah’a tam teslim olarak her türlü zorluğa girmek, Allah’ın rızasını kazanmak için her dakikası bu dünyadaki son dakikasıymışçasına mücadele eden Müslümanlarla birlikte hareket etmektir.
Müslümanlara yapılan zulmün, eziyetlerin sebebinin dinsiz ideolojiler olduğu ortadadır. Zulme karşı tek çözümün Müslümanların birliğiyle dinsiz ideolojilere karşı ilmi mücadele, İslam ahlakının yeryüzüne yayılması olduğu da ortadır. Bu önemli mücadeleyi, İslam’ın menfaatlerini aciliyetli görmeyip, yalnızca akraba ilişkileri, yalnızca ticaret gibi tali konularla ilgilenmek Allah esirgesin bu kişileri ahirette büyük bir utanca, pişmanlığa boğabilir. Ümmeti her türlü fesattan selamete çıkarmak her Müslüman’ın boynunun borcudur, farz bir ibadettir. Her Müslüman birbirinin velisidir. (Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler... Tevbe Suresi, 71) Allah müminlerin birbirlerini koruyup kollamalarını emretmişken, bu farzı bırakmak Müslümana yakışmaz. Gözlerinin önünde velisi olduğu Müslüman bir kardeşinin ölümünü seyretmek Müslümana yakışmaz. Dünyayı imansızlık belası sarmışken, dinsizliğe karşı fikirle, ilimle mücadele etmek yerine, keyfinin peşinden gitmek Müslümana yakışmaz.
Yine burada görev samimi Müslümanların üzerindedir. Müslümanları umursuzluk belasından, bencillik belasından kurtarmanın, zulmün, ayrılıp dağılmışlığın tek çözümünün Kuran ayetlerinin her birini yaşantımıza geçirmek olduğunu hatırlatmak, birlik ve beraberliğimiz için gayret etmek, Müslüman kardeşlerimize iyiliği emredip kötülükten sakındırmak her birimizin sorumluluğudur.
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)