İslam dünyasının en önemli sorunlarından biri, Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğunun geri kalmışlığıdır. Diğer pek çok sorun gibi bu sorun da Türk-İslam Birliği'nin tesis edilmesiyle ortadan kalkacaktır. Kurulacak Birliğin öncelikli hedefleri arasında, İslam dünyasının kalkındırılması, fakir ülkelerin desteklenerek ekonomik sorunlarının çözülmesi gelmelidir.
Tüm Müslüman ülkelerde;
İslam dünyası içinde maddi farklılıklardan kaynaklanan sıkıntıların azaltılması gereklidir. Ekonomide, siyasi alanda ve hepsinden önemlisi kültürel sahada Müslüman ülkeler arasında gerçekleştirilecek bir bütünlük, geri kalmış olanların hızla ilerlemesine, gerekli imkana ve alt yapıya sahip olanların bunları en verimli şekilde kullanabilmelerine olanak tanıyacaktır. Böyle bir bütünlüğün sağlayacağı faydalardan biri de ekonomide büyüme ile bilim ve teknoloji alanında yaşanacak gelişme olacaktır.
Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları artıracak, teknolojinin ilerlemesi ekonominin daha da hızlı büyümesini sağlayacaktır. Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir. İslam Birliği çatısı altında bireylerin vize ve sınır engeli olmadan rahatça hareket edebildikleri, ticaret serbestliğinin olduğu, serbest girişimciliğin desteklendiği bir sistem, İslam dünyasının hızla kalkınmasına aracı olacaktır.
Bu kalkınma hareketi, doğal olarak Müslüman ülkelerin hızla modernleşmelerini ve ileri toplumlar seviyesine ulaşmalarını sağlayacaktır. Müslümanların ekonomi kültürünün, Batı toplumlarının bir kısmına egemen olan hedonist (zevk merkezli) ekonomik kültürden farklı olduğunu ve olacağını da burada hemen belirtmek gerekir. İslam'da da Batı toplumlarında olduğu gibi serbest ekonomi geçerlidir. Özel mülkiyet hakkı vardır ve herkes dilediği gibi teşebbüste bulunabilir. Ancak, elde edilen kazancın değerlendirilmesi konusunda, İslam ahlakı, bireylere ahlaki sorumluluklar getirerek, toplumda sosyal adalet kurulmasını sağlar. Zenginlerin kazancında fakirler için de bir pay vardır ve en önemlisi, bu zorla toplanan bir vergi değil, kişilerin inançları nedeniyle gönül rızasıyla verdikleri bir bağıştır. İslam'da sosyal adalet topluma egemen olan ahlaki değerlerle sağlanır. Öte yandan İslam ahlakı, zenginleri aşırı tüketimden ve israftan da sakındırır.
Kuşkusuz bu model, tek amacı daha çok tüketmek olan, olabildiğince bencil, daha çok elde edebilmek için diğerlerini ezmekten sakınmayan, insanlara saygısını ve sevgisini kaybetmiş bireylerden oluşan materyalist toplum modelinden çok farklıdır.
İslam ahlakının egemen olacağı bir toplumun kalkınma modeli, sosyal adaleti de içinde barındıracaktır. İslam ahlakı insanların, hem atak ve girişken, hem de merhametli, özverili ve adaletli olmalarını sağlar.
Türk-İslam Birliği'nin kalkınma modeli hakkında belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, açık görüşlülüktür. İslam ahlakı, Müslümanların açık görüşlü olmalarını, yani diğer kültürlerle diyalog içinde bulunmalarını ve onların tüm kazanımlarından yararlanmalarını ön görür. Nitekim bu nedenle İslam'ın ilk yüzyıllarında Müslüman düşünürler ve bilim adamları, Eski Yunan, Çin, Hint gibi eski medeniyetlerin eserlerini incelemiş, buradan pek çok bilgi edinmiş ve sonra da bu bilgileri İslami bir bilinçle geliştirip zenginleştirmişlerdir. Bugün de İslam dünyası, başta Batı olmak üzere, dünyanın diğer medeniyetlerinin kültürlerini yakından incelemek, birikimlerinden yararlanmak, bunları kullanarak ve özümseyerek daha ileri götürmek durumundadır.
Müslümanların, geçmişte inşa ettikleri büyük medeniyetin bir benzerini bugün de inşa etmeleri elbette mümkündür. Bunun için Kuran ahlakının getirdiği estetik ve sanat anlayışının, açık görüşlülüğün, adaletin ve itidalin yaşanması gereklidir. İslam'ın sanatı, kültürü, medeniyeti yalnız Müslümanlara değil tüm insanlığa refah getirecektir. Dünyanın en büyük kütüphaneleri, en görkemli binaları, en temiz sokakları, en aydınlık caddeleri, en iyi okul, hastane ve üniversiteleri kurulacak, tüm insanlar bu imkanlardan ve güzelliklerden eşit olarak faydalanacaklardır.
İslami bir merkezin önderliğinde İslam medeniyetinin yeniden yükselişi sağlanabilir ve 21. yüzyıl İslam dünyası için aydınlık bir yüzyıl olabilir. Küreselleşmenin gün geçtikçe hız kazandığı bu dönemde, Müslüman ülkeler de aralarındaki her türlü engeli kaldırıp, bilimde, teknolojide, ticarette ortak girişimlerde bulunmalı, İslam dünyasının menfaati için birlik halinde hareket etmelidirler.