Allah müminler arasında insanları iyiye, hayra ve güzel olana çağıran bir topluluk bulunmasını emretmiştir:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104)
Salih Müslümanlar Allah’ın bu ayeti doğrultusunda insanlara Kuran ahlakının güzelliğini ve bu ahlaka uygun olmayan şekilde yaşamanın yanlışlığını anlatmaya ve onları Allah’ın dinine yöneltmeye çalışırlar. Kendileri dinin getirdiği güzel ahlakı yaşadıkları ve bunun insanlara nasıl konforlu bir hayat sunduğunu bildikleri için, aynı huzuru ve güzelliği diğer insanların da yaşamasını isterler. Daha da önemlisi cehennemin ne kadar kesin bir gerçek olduğunun şuurunda oldukları için, tüm insanların Allah’ın razı olacağı bir hayat sürerek cehennemdeki sonsuz azaptan korunmalarını isterler.
Onlar için tek bir insanın dahi doğruyu görebilmesi son derece önemlidir. Çünkü bu kişi için dünyada yaptıklarına karşılık olarak sonsuz cennet ya da cehennem hayatı vardır. Bu nedenle tek bir insanın dahi cehennemden kurtulup Allah’ın rahmetine kavuşabilmesi için her türlü fedakarlığı seve seve göze alırlar. Gerektiğinde aylarını, yıllarını, gece gündüz demeden bu kişinin din ahkanına ısındırılabilmesi ve bu üstün ahlakı benimsemesi için harcayabilirler. Aynı şekilde yine tek bir insanın ahireti için tüm maddi imkanlarını da büyük bir şevk ve istekle ortaya koyabilirler. Bu konudaki şevkleri onlara hem fiziksel hem de manevi anlamda büyük bir güç kazandırır. Hayatlarının sonuna kadar Allah’ın dinini en güzel ve hikmetli şekilde anlatmaya devam ederler. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, tüm bu çabalarına karşılık tek bir kişi bile hidayet bulmasa, müminler yine de aynı şevkle tebliğlerine devam ederler. Çünkü onların sorumluluğu sadece din ahlakını anlatmaktır. İnsanlara hidayet verecek olan Allah’tır. Nitekim Kuran’da Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in gösterdiği ihlaslı ve yoğun çabaya rağmen Mekke müşriklerinden pek çok kişinin iman etmediği ve buna karşılık Allah’ın “Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.” (Kasas Suresi, 56) ayetiyle Peygamberimiz (s.a.v.)’e bu durumu hatırlattığı bildirilmektedir.
Müminlerin Yaşadığı Şevk ve Heyecan, “Çıkarlara Dayalı Şevk” Anlayışından Çok Farklıdır
İnananların şevkleri Allah’a olan sevgilerinden ve bağlılıklarından kaynaklanmaktadır. Onlar sevgilerini din ahlakına göre yaşamayan toplumlarda olduğu gibi tutkuyla dünyaya değil, kendilerini yoktan var eden, rızıklandıran, yaşatan, sonsuz merhametli ve şefkatli olan Allah’a yöneltmişlerdir.
Bunun en önemli sebebi ise müminlerin olayları açık bir şuurla değerlendiriyor olmalarıdır. Kendilerine hayat verenin, her an yeryüzündeki canlı cansız her varlığı koruyup kollayanın Allah olduğunun ve O’nun dışında tüm varlıkların O’na muhtaç olduğunun şuurundadırlar.
Allah’a duydukları sevgi ve bağlılığın neticesi olarak da, hayatları boyunca Allah’ı hoşnut etmek için çaba harcarlar. Allah’ın hoşnutluğunu kazanma isteği müminlerin en önemli şevk ve neşe kaynağıdır. Allah’ın rızasını kazanabilme ve Allah’ın müminler için hazırladığı cennete kavuşabilme arzusu, onlara bitmez tükenmez manevi bir güç, şevk ve neşe kazandırır.
Din ahlakına göre yaşamayan insanlar ise şahsi çıkarları söz konusu olduğu sürece son derece şevkli görünürler. Ancak ne zamanki menfaatleriyle çatışan bir durum ortaya çıkarsa, işte onlar da o zaman şevklerini ve heyecanlarını tümüyle yitirirler. Allah’a ve ahirete samimi olarak iman etmemiş oldukları için böyle bir anda dinin pek çok hükmünü birden unuturlar. Allah’ın dünya hayatını bir imtihan ortamı olarak yarattığını, insanı hayır ve şer gibi görünen pek çok olayla deneyeceğini ve ancak güzel bir sabır gösterenleri mükafatlandıracağını düşünmezler. Kalplerindeki hastalık nedeniyle kuşkuya kapılır ve (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın yardımından şüpheye düşerler. Allah’a güvenmek yerine ümitsizleşir ve Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunmaya başlarlar. Böylece kalplerinde gizlemeye çalıştıkları hastalık, konuşmalarına da yansımaya başlar. Kuran’da bu insanların böyle bir durumda şevklerini bir anda kaybedip Allah’ın vaadinden şüpheye düşmelerine şöyle bir örnek verilmiştir:
“Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: “Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi” diyorlardı.” (Ahzab Suresi, 12)
Elbette ki gösterdikleri bu tavır kalplerindeki imanın sağlam olmamasından kaynaklanır. Bu insanlar, karşılaştıkları herşeyin kendilerine bir imtihan olarak yaratıldığını ve imtihana verdikleri tepkilerle, iman edenlerle kalplerinde hastalık bulunanların ayırt edildiğini akledemezler. Kalpten iman etmiş olan müminler ise her ne olursa olsun Allah’a kesin bir güvenle bağlanmış olmanın ve Allah’ın yardımının yakın olduğunu bilmenin huzurunu ve şevkini yaşarlar.
www.kolaylikdiniislam.beyazsiteler.com
Müminin Şevkinin Kaynağı Nedir?
“Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Resulü’ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” (Hucurat Suresi, 15)
Yukarıdaki ayette de haber verildiği gibi Allah Kuran’da müminleri, “iman edip sonra da hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah’ın rızasını kazanmak için çaba harcayanlar” olarak tanımlamıştır. Müminlerin bu özelliği hiç kuşkusuz ki onların kalplerinde yaşadıkları şevki çok açık bir şekilde ortaya koyar. Zira her ne olursa olsun, bir ömür süresince hem de hiçbir kuşkuya kapılmadan inandıkları değerler uğrunda çaba harcamaları ancak imanın kazandırdığı şevkle mümkün olabilmektedir.
Müminlerin şevklerini böylesine ayakta tutan bir başka sebep de onların, “... O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (Araf Suresi, 56) ayetinde bildirildiği gibi hayatlarının sonuna kadar korku ve umut arasında yaşıyor olmalarıdır. “Korku ile umut arasında yaşama”nın anlamı ise şudur:
İman edenler Allah’ın kendilerinden razı olup olmadığından ve cennetine layık olabilecek bir ahlak gösterip gösteremediklerinden hiçbir zaman tam olarak emin olamazlar. Bu nedenle de hesap gününde Allah’ın azabıyla karşılaşmaktan sakınır ve sürekli ahlaklarını güzelleştirmek için çaba harcarlar. Aynı zamanda Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu, sevgisini kazanmak için ellerinden gelen tüm çabayı gösterdiklerini vicdanen bilirler. Bu nedenle de sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ın rahmetine ve cennetine kavuşabilecekleri konusunda büyük bir umut taşırlar. İşte bu iki hissi, yani korkuyu ve umudu aynı anda yaşadıkları için hiçbir zaman gösterdikleri çabayı yeterli bulmaz, kendilerini hata ve eksikliklerden muaf görmezler. “... Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar.” (Rad Suresi, 21) ayetiyle de bildirildiği gibi, her an Allah’ın azabından sakınırlar. Allah’ın dinine şevkle sarılır, büyük bir çaba harcarlar. Allah korkuları, onları, yılgınlığa ya da gevşekliğe kapılmaktan kesin olarak alıkoyar ve şevklerini sürekli olarak ayakta tutar. Allah’ın, iman edip salih amellerde bulunanları cennetle müjdelemiş olduğunu bilmek de onları harekete geçirir ve canlandırır. Bu kesintisiz şevklerine karşılık Allah’ın inananlara vaat ettiği müjde ise şöyledir:
“Müminlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah’tan büyük bir fazl vardır.” (Ahzap Suresi, 47)
Müminler İbadetlerinde de Şevkli ve Süreklidirler
İman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle, ibadetlerini şevkle yerine getirmesiyle de kendini belli eder. Yüce Rabbimiz Allah’ın farz kıldığı 5 vakit namaz, abdest ve oruç gibi bütün ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. İbni Ömer radıyallahu anhüma’dan rivayet edildiğine göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
“İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekatı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kabe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buharî, Îman 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îman 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îman 3; Nesaî, Îman 13)
Müminlerin şevki din ahlakına göre yaşamayan kişilerin şevk anlayışından tümüyle farklıdır. Onların gelip geçici heyecanlarının yanında müminlerinki Allah inancına dayalı sürekli bir coşkudur.
Kuran’da Tüm Peygamberlerin Tebliğ Konusunda Büyük Bir Şevk ve Heyecan ile Hareket Ettiklerine Dikkat Çekilmiştir
Peygamberlerin her biri insanlara tebliğ yaparken çeşitli zorluklarla karşılaştıkları halde asla yılgınlığa kapılmamışlardır. Aksine kavimlerine doğruyu gösterebilmek için her yolu denemişlerdir. Kuran’da Hz. Nuh (a.s.)’ın bu konudaki ihlaslı çabasına şöyle dikkat çekilmiştir:
“Dedi ki: “Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.” “Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.” “Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’ “Sonra onları açıktan açığa davet ettim.” “Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.” “Bundan böyle” dedim. “Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.” (Nuh Suresi, 5-10)
Ayetlerde bildirildiği gibi Hz. Nuh (a.s.), yaşadığı toplumdaki insanların kalplerini imana ısındırabilmek için şevkle din ahlakını tebliğ etmiştir. Gece gündüz demeden Allah’ın büyüklüğünü anlatmıştır. Onlar ise hakkı her duyduklarında inatla bu tebliğden yüz çevirmişlerdir. Hz. Nuh (a.s.), Allah’ın emrini yerine getirmekten, din ahlakını tebliğ etmekten duyduğu şevk ve heyecan vesilesiyle onların bu tavırlarından etkilenmemiş, yılmaz bir kararlılıkla görevine devam etmiştir. Tüm büyüklenmelerine karşı onlara imanı sevdirmenin farklı yollarını aramıştır. Kimi zaman açıktan açığa kimi zaman da gizli yollarla Allah’ın varlığını anlatarak onları yaşadıkları din ahlakından uzak sistemden kurtarmak istemiştir. Ancak unutmamak gerekir ki Hz. Nuh (a.s.) ve onun gibi büyük bir şevk ve ihlasla Allah’ın dinini tebliğ edenler, bu uğurda sarf ettikleri her kelimenin, her çabanın karşılığını -Allah’ın izniyle- en güzeliyle alacaklardır. Çünkü Allah, “Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) müminleri müjdele.” (Tevbe Suresi, 112) ayetinde de bildirdiği gibi, insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındıranları rahmetiyle müjdelemiştir.