İnsanın Gerçek Yol Göstericisi
ucgen

İnsanın Gerçek Yol Göstericisi

8065

"Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik." (Nahl Suresi, 89)

Dünya üzerinde yaşamış olan ve halen yaşayan milyarlarca insanın birbirinden çok farklı hayatları vardır. Ancak bazı gerçekler hiç değişmez. Her insan, kendi iradesi dışında ve yine kendisinin seçmediği bir ortamda dünyaya gelir, büyür ve kaçınılmaz olarak da ölür. Ölüm, şimdiye kadar tüm insanlar tarafından istisnasız olarak yaşanmış kesin bir gerçektir. Şu anda gördüğünüz insanların hepsi -siz de dahil- en fazla bir asır içinde bu gerçeği doğrulayarak toprak altına gireceklerdir.

İnsan hayatının ölüm kadar kesin bir diğer kuralı ise, insanın hayata cehalet içinde başlamasıdır. İnsan dünyaya geldiğinde her şeyden habersiz, hiçbir şey bilmeyen ve hiçbir yargı yeteneğine sahip olmayan bir bebektir. Kendi yaşamını sürdürmeye yetecek kadar bile aklı ve iradesi yoktur.

Oysa hayvanların çoğu "akıllı" bir şekilde dünyaya gelirler; hayata gözlerini açtıklarında, kendi yaşamlarını sürdürecek bilgi ve "içgüdü"lere sahiptirler. Örneğin sinekler gözlerini açar açmaz uçmaya ve yem aramaya başlarlar. Sanki dünyaya gelmeden önce kendilerine gerekli olan bütün bilgiler onlara öğretilmiş gibidir. Yaşadıkları ortama her yönden hazır bir şekilde doğar, bir süre beslenip, ürer, sonra da ölürler.

İnsan ise başta da belirttiğimiz gibi bomboş bir zihinle ve hiçbir yeteneği olmadan dünyaya gelir. Bunları edinmesi ise yıllar sürer. "Aklı başında" bir insan sayılması için uzun senelere ihtiyaç vardır. Bu dönem boyunca bedensel yetenekleri geliştiği gibi düşünme ve yargı yeteneği de gelişir. Aslında insanın zihinsel gelişimi hayatının sonuna kadar sürer.

Neyin Doğru Neyin Yanlış Olduğunu Ayırt Edebilmek

Ancak burada önemli bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. İnsan dünyaya "bomboş" geldiğine göre, her türlü eğitime de açıktır. Bu nedenle yetiştiği ortam kişinin değer yargılarının oluşmasında çok etkilidir. Önce ailesi, sonra da toplumun diğer kesimleri insanın değer yargılarının belirlenmesinde büyük bir rol oynar. Kişi neyin "doğru", neyin "yanlış" olduğunu içinde yaşadığı toplumdan öğrenir. Bu ise insanların bir kısmının aslında önemli bir sorunla karşı karşıya olduklarını göstermektedir.

Neden mi? Çünkü kendisini etkileyen toplumun değer yargılarının, inanç ve düşüncelerinin gerçekten doğru olduğunu gösterecek hiçbir ölçü yoktur. Kuşkusuz her toplumun geleneksel birtakım değerleri vardır, ancak önemli olan neye göre bu değerlerin doğru veya yanlış olduğunun belirlendiğidir.

Örneğin komünist bir toplumda büyüyen bir genç, diyalektik materyalizmden etkilenerek yetişebilir. Ya bu ideolojiyi benimser, ya da ona "karşı" olur; bu "karşı olma" kavramı bile yine bu ideolojinin etkisini göstermektedir. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerli çocuğu ise totemlere tapınmayı öğrenip, bu sapkınlığı doğal karşılayabilir.

Kısacası farklı toplumlar farklı değer yargılarına, farklı yol göstericilere sahip olabilirler ve bunların hangisinin gerçekten doğru olduğunu tespit edemeyebilirler. Zaten insanların büyük bir çoğunluğu böyle bir tespit yapmaya da uğraşmazlar. İçinde büyüdükleri geleneği aynen benimser, atalarından ve babalarından kendilerine miras kalan kültürü sorgulamadan sürdürürler. Bazıları kendilerince "müstakil şahsiyet" gösterir ve geleneksel kültürü tümüyle reddederek yeni bir ideolojiyi benimserler. Ya da tamamen kendi kişisel sezgi ve duygularını "yol gösterici" edinirler. Ancak bu ideolojilerin ya da kişisel "hayat felsefeleri"nin doğru olduğunu gösterebilecek hiçbir delil de yoktur. Çünkü birbirinden farklı binlerce ideoloji ya da "hayat felsefesi" vardır.

Bu gerçeği gören bazı düşünürler, çareyi "tek bir doğrunun olmadığını, doğrunun izafi bir kavram olduğunu" öne sürmekte bulmuşlardır. Onlara göre birbirinden tamamen farklı binlerce "doğru" tanımı olduğuna göre, "asıl doğru" diye de bir şey yoktur. Bugün pek çok kişinin ağzından duyabileceğimiz "herkesin doğrusu kendine" sözü de bu yanlış düşüncenin bir ifadesidir.

Kuran Hak ile Batılı Birbirinden Ayırandır

Peki gerçekten böyle midir? İnsanoğlu hiçbir şey bilmez iken geldiği bu dünyada, binlerce farklı ve izafi "doğru" tanımı karşısında, hangisinin "asıl doğru" olduğunu bulamadan yaşamak, bunlar arasında hiç durmadan çabalamak, hayatını tüketmek zorunda mıdır?

Elbette hayır...

Evrende bulunan her şey Allah'ın iradesine boyun eğmiştir. Evren, bir zamanlar yok iken, O'nun "Ol" emri ile var olmaya başlamış ve şekillenmiştir. Dünyayı insan için seçen, diğer tüm gezegenlerin aksine hayatla dolu bir gezegen yapan Allah`tır. İnsanın bedenini kuru bir balçıktan yaratıp, sonra da ona Kendi ruhundan üfleyen ve böylece ona bilinç ve irade veren yine Rabbimiz'dir. Allah, Kendisi'ne yönelen kullarına dünyada ve ahirette sonsuz cenneti müjdelemiştir. Allah cennet ile müjdelediği müminlere Kuran`ın yol gösterici olduğunu bildirmiştir.

"Elif, Lam, Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitaptır." (Bakara Suresi, 1-2)

Kuran ahlakını yaşamayıp atalarından gelen cahiliye geleneklerinin, sapkın ideolojilerin ya da yanlış hayat felsefelerinin peşinden gidenler, büyük bir yanılgı içinde olduklarını er ya da geç anlayacaklardır. Ancak geç anlamak, ölümle birlikte anlamak anlamına da gelebilir ki, bunun insana hiçbir faydası olmayabilir. Kuran'ın bir özelliği de "furkan" olması, yani hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmasıdır ve her şey, ancak Kuran ahlakına uygun ise doğruluk kazanabilir. Allah bir ayette şu şekilde bildirmiştir.

"Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik." (Nahl Suresi, 89)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo