İnsan Allah'ın düşünme yeteneği ile yarattığı bir varlıktır. Ne var ki, insanların çoğunluğu bu çok önemli yeteneği gereği gibi kullanmazlar. Hatta hemen hiç düşünmediklerini söyleyebileceğimiz insanlar bile vardır. Oysa her insan kendisinin dahi farkında olmadığı bir düşünce kapasitesine sahiptir. İnsan bu kapasiteyi kullanmaya başladığında o güne kadar fark edemediği gerçekler kendisi için açığa çıkmaya başlar. Düşüncede derinleştikçe düşünme kapasitesi gelişir, çevresindeki olayları daha iyi teşhis eder ve her şeyi belli bir amaç uğrunda Allah'ın özel olarak yarattığını kavrar. Bu şekilde düşünmek ve olayların özünü kavramak ona sayısız avantaj sağlar.
Ancak insanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlardan biri, birkaçı veya tamamı bir insanı düşünmekten, gerçekleri görmekten alıkoyuyor olabilir. Bu yüzden, her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması ve aklını açması şarttır. Bir insanın dünyayı ve ahireti kazanmasının yollarından biri etrafında olanları ve Allah`ın kudretini en derin şekilde düşünmesidir. Allah Kuran'da, yüzeysel düşünme alışkanlığına sahip insanların durumunu şöyle bildirir:
``Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.`` (Rum Suresi, 7-8)
Çoğunluğa Uymanın Getirdiği Zihinsel Uyuşukluk
İnsanları en çok yanıltan konulardan biri "çoğunluğun" yaptıklarının doğru olduğuna inanmalarıdır. Bir insan doğruları düşünerek bulmak yerine hep çevresindeki insanların öğrettiklerini kabullenmeye yönelir. Çoğu zaman kendisine ilk başta garip gelen şeyleri diğer insanların doğal karşıladıklarını, hatta bunların farkına bile varmadıklarını görür ve bir süre sonra kendisi de bunları benimsemeye başlar. Örneğin çevresindeki insanların büyük bir kısmı bir gün öleceklerini düşünmezler. Hatta ölümü hatırlamamak için bu konuda kimseyi konuşturmazlar bile. Bunu gören insan da çevresine bakar, "Herkes böyle olduğuna göre benim de böyle davranmamda bir sakınca olmaz" der ve ölümü hiç aklına getirmeden yaşamaya başlar. Oysa çevresindeki her insan Allah korkusuyla davransa ve ahiret için ciddi bir çaba içine girse, çok büyük bir ihtimalle bu kişi de tavrını değiştirecektir.
Bu ruh hali birçok durumda ortaya çıkar, örneğin: televizyonlarda, dergilerde her gün yüzlerce felaket, haksızlık, adaletsizlik, zulüm, intihar, cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık haberi okunur, binlerce yardıma muhtaç insandan söz edilir. Ancak birçok insan bu haberleri okuyup, gazetenin sayfalarını gönül rahatlığı ile çevirir veya televizyonun kanalını değiştirir. Genellikle insanlar bu tarz haberlerin neden bu kadar çok olduğu, bunların engellenmesi için neler yapılması, nasıl önlemler alınması gerektiği, hatta kendilerinin bu konuda neler yapabilecekleri gibi konular üzerinde düşünmezler. Çünkü çevrelerindeki diğer insanların da büyük bir çoğunluğu bunları düşünmez. Çoğu kişi "dünyayı kurtarmak bana mı kaldı?" mantığı içerisinde sorumluluğu başkalarına atar.
Düşünce Tembelliği
Düşünce tembelliğinden dolayı insanlar her şeyi her zaman gördükleri ve alıştıkları şekilde yaparlar. Günlük hayattan bir örnek vermek gerekirse, ev kadınlarının yaptıkları temizlik hep annelerinden gördükleri şekildedir. Genellikle, "ne yaparsam daha pratik veya daha temiz olur" diye düşünmez ve yeni yollar aramazlar. Aynı şekilde erkekler de bir tamirat yapılması gerektiğinde, çocukluklarından itibaren kendilerine öğretilen metodları kullanırlar. Yeni bir yönteme, daha pratik ve akılcı olabilecek bir şeyi uygulamaya pek yanaşmazlar. Bu insanların konuşma üslupları da hep aynıdır. Örneğin bir muhasebecinin konuşma üslubu, hayatı boyunca gördüğü muhasebecilerin aynısıdır. Doktorların, bankacıların, satıcıların… Kısacası her kesimden insanın kendine özgü bir konuşma stili vardır. Çünkü bu insanlar düşünerek en uygun, en güzel, en hayırlı olanı arayıp bulmak yerine, gördüklerini taklit ederler.
Sorunlara getirilen çözümler de düşünce tembelliğini yansıtacak şekildedir. Birçok olayda düşünmemekten dolayı yeni çözümler de getirilemez. (Harun Yahya, Düşünen İnsanlar İçin)
Elbette burada verilen örnekler insanların çeşitli zararlarını gördükleri konulardır. Ancak bunlardan çok daha önemli konular vardır ki, insanların bu konularda tembellik yaparak düşünmemeleri onları büyük ve ebedi bir hüsrana uğratır. İnsanın dünyada varoluş amacını düşünmemesi, ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu, ölümün ardından ise mutlaka ve mutlaka hesap günüyle karşılaşacağını gözardı etmesi bu hüsranın kaynağıdır. Allah Kuran`da insanları bu önemli gerçekler üzerinde düşünmeye şöyle davet etmiştir:
``İşte bunlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır ve yalan olarak uydurdukları (düzme tanrılar da) onlardan uzaklaşıp-kaybolmuşlardır. Hiç şüphesiz bunlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?`` (Hud Suresi, 21-24)
"Fazla Düşünmek İyi Değildir" Telkinin Yanlışlığı
Toplumda derin düşünmenin pek makbul olmadığına dair yaygın bir inanç vardır. Hatta insanlardan bazıları birbirlerini "fazla düşünme delirirsin" diyerek uyarırlar. Elbette bu, dinden uzak insanların uydurdukları yanlış bir düşüncedir. İnsanın kaçınması gereken şey düşünmek değil, olumsuz düşünmek, kuruntulara ve vesveselere kapılmaktır.
Allah'a ve ahiret gününe inanan, akıl sahibi bir insan dünya hayatının geçici olduğunu düşündüğünde bambaşka sonuçlara varır. Her şeyden önce dünyanın geçici olduğunu anlaması, ahiretteki gerçek ve sonsuz hayatı için çok şevkli bir çaba içerisine girmesine neden olur. Buradaki yaşamın er ya da geç biteceğini bildiği için dünyevi çıkarların ve hesapların hırsına kendini kaptırmaz. Son derece tevekküllü olur. Bu geçici hayatta meydana gelen hiçbir olay onu üzmez. Daima sonsuz ve güzel bir hayata kavuşmanın umudunu taşır. Dünyadaki nimetlerden ve güzelliklerden de çok fazla zevk alır. "Bu eksik ve kusurlu dünyada bile insanın hoşuna giden çok sayıda güzellik varsa, cennetteki güzellikler hayal edilemeyecek kadar muhteşemdir" diye düşünür. Her gördüğü güzelliğin aslını ahirette görebilmeyi umar. Ve bunların tümünü de derin derin düşünerek kavrar.
``Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?`` (Nahl Suresi, 17)