İslam büyüklerinin “iman hakikatleri” ya da “hakaik-i imaniye” şeklinde ifade ettikleri konu, insanları imana yönelten, Allah’ın varlığına ve birliğine delil oluşturan, O’nun üstün kudret, ilim ve sanatını gözler önüne seren her türlü yaratılış gerçeğini, bilgiyi ve delili kapsar.
İman hakikatleri, insanların iman etmelerine vesile olan en önemli vesilelerden birisidir. İman etmeyen kişi derin bir gaflet içindedir. Etrafındaki yaratılış delillerini göremez. İçinde yaşadığı toplumun dinden uzak yapısı nedeniyle zihni günlük hayatın ayrıntıları ile boğulmuş, algıları ve şuuru etrafındaki sayamayacağı kadar çok yaratılış gerçeğini fark edemeyecek derecede zayıflamıştır. Oysa böyle bir insana, samimi ve vicdanlı olması kaydıyla, iman hakikatleri anlatıldığı takdirde, Allah’ın varlığına ve birliğine, canlı cansız her şeyi Allah’ın yaratmış olduğuna iman etmesi, Allah’ın sonsuz ilmini ve kudretini görmesi umulur. İman hakikatleri, vicdanlı, fakat inkârcı telkinler nedeniyle gerçeklerden habersiz kalmış kimselerin Allah’ın izniyle imana kavuşmaları için çok önemli birer vesiledir.
İman hakikatlerini sadece Allah inancı olmayan kimselerin değil, iman eden insanların öğrenmesi ve üzerinde tefekkür etmesi de son derece önemlidir. Allah Kuran’da müminlere, kainatta yarattığı deliller üzerinde derin derin düşünmelerini emrederek iman hakikatlerinin önemini vurgular.
İman etmiş bir mümin, namaz kılmasının, oruç tutmasının ve diğer ibadetlerini yerine getirmesinin yanı sıra derin bir tefekküre de sahip olmalıdır. Kuran’da dikkat çekilen “göklerdeki ve yerdeki” yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür etmek, müminin imanının artmasına, kesin bir bilgiyle iman etmesine vesile olur. Bir Kuran ayetinde Allah’ın yeryüzündeki delillerinin düşünen insanları kesin bilgiyle iman etmeye yönelttiği şöyle bildirilmektedir:
“Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?” (Zariyat Suresi, 20-21)
Ayette açıkça belirtilmiştir ki, insanın kendi nefsindeki ve yeryüzündeki iman hakikatleri kesin bir bilgiyle inanmaya vesile olacaktır. Kesin bilgiye dayalı bir iman da insanın Allah korkusunun artmasını, dolayısıyla Allah’ın emir ve yasaklarını daha bilinçli ve titiz bir şekilde yerine getirmesini sağlayacaktır. Yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür sahibi olan bir kimse, ibadetlerini huşu içerisinde yerine getirirken, artık yaptıklarını Allah’ın gördüğüne ve iyiliklerinin karşılığında Allah’ın onu mükâfatlandıracağına kesin kanaat getirmiştir. Aynı şekilde yaptığı en küçük hatayı da Allah’ın biliyor olması onu tevbe etmeye ve hatalarından süratle vazgeçmeye yöneltecektir. Allah Kuran’da iman edenlere şöyle seslenmektedir:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide Suresi, 35)
Ayette bildirildiği gibi insanların, kendilerini Allah’a yaklaştıracak vesile aramaları, kurtuluşa ermeyi ummaları için bir yoldur. İşte iman hakikatleri de müminlere, Allah’ın varlığı ve sıfatları hakkında daha derin bir kavrayış ve anlayış, Allah’a daha fazla bir yakınlaşma sağlayan vesilelerdir. Örneğin Allah’ın yarattığı canlıları incelemek, onlardaki mükemmel yapı ve sistemleri gözlemlemek ve bunlar üzerinde düşünmek, Allah’ın sonsuz ilmine ve gücüne daha yakından şahit olmayı sağlayacaktır.
İman Hakikatlerini Derin Düşünmeyenler Allah’ı Gereği gibi Takdir Edemezler
“Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız.” (Nahl Suresi, 10)
İman hakikatleri üzerinde derin düşünmek ve Allah’ın bunlarda tecelli eden sıfatlarını görmek Allah’ı çok daha iyi ve yakından tanımayı sağlayacaktır. Allah’ı daha iyi tanımaya, her an her yerde O’nun tecellilerini görmeye başlayan insan da kazandığı bu meziyet sayesinde Allah’ın kudretini hakkıyla takdir eder duruma gelecektir.
Örneğin; iman hakikatleri üzerinde edinilen derin bir bilgi ve tefekkür sonucunda kişi şu gerçeği çok daha iyi kavrar: Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan ve yaşadıkları her an Allah’ın bilgisi ve kontrolündedir. Bir vücuttaki trilyonlarca hücre, dünyadaki milyarlarca insanın bedenleri ve evrendeki bütün canlılar, Allah’ın dilemesiyle var olabilmekte ve varlıklarını sürdürebilmektedir. Her hareketleri Allah’ın dilemesiyle gerçekleşmektedir ve Allah’ın kontrolü altındadır. Böyle bir sistemin sürebilmesi için sonsuz bir güç, sonsuz bir bilgi, sonsuz bir akıl ve zeka gerektiği açıktır. İşte yalnızca bu gerçek üzerinde tefekkür etmek dahi Allah’ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olmayı ve Allah’ın sonsuz gücünü gereği gibi takdir edebilmeyi sağlar.
Kuran’da Allah küçücük bir sineği dahi bir iman hakikati olarak örnek verdikten sonra, bu gerçeklerden gafil olanların, Allah’ın kudretini hakkıyla takdir edemediklerini bildirir:
“Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hac Suresi, 73-74)
Diğer Kuran ayetlerinde de iman hakikatleri üzerinde düşünmeyen kimselerin durumundan bahsedilirken bu kişilerin Allah’tan korkmadıkları haber verilmektedir:
“De ki: “Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse de ki: “Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (Yunus Suresi, 31-32)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, iman hakikatlerini araştırmak ve öğrenmek, bunlar üzerinde hakkıyla düşünmek, Allah’ın canlı cansız tüm varlıklar üzerinde her an süregiden mutlak kontrol ve hakimiyetini kesin bir bilgiyle anlamaya vesile olmalıdır. Ve bu anlayış da, Allah’a karşı tam bir teslimiyeti beraberinde getirecektir. Vücudundaki kompleks sistemleri ve bunlardaki hassas dengeleri bilen ve üzerinde düşünen bir mümin, kusursuz biçimde çalışan bu sistemleri oluşturan aklın, vücudun kendisine ait olmadığını da anlar. Bilir ki vücut dediği şey, bilinci, duyu organları, düşünme yeteneği olmayan atomların meydana getirdiği bir hücreler topluluğudur. Bu tefekkürün sonucunda kişi vücudundaki her bir hücreye, hatta her bir atoma kadar herşeyin Allah’ın emriyle ve isteğiyle hareket ettiğine kesin kanaat getirir. Hiçbir olayın hiçbir aşamasında şansa ya da tesadüfe yer olmadığını anlar.
Sayın Adnan Oktar iman hakikatlerinin önemini anlatıyor:
Adnan Oktar: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. “Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır.” Kuran haktır. “Ancak insanların çoğu iman etmezler” diyor Allah. O zaman mücadele neyin üzerine oluyor? İnsanların iman etmesi için gayret etmek. Çünkü “iman etmezler” diyor. “İnsanların çoğu iman etmezler” En büyük derdi en büyük hastalığı söylüyor Allah, en büyük hedefi söylüyor. O zaman, iman hakikatleri, imanın güçlenmesi için gayret etmek gerekiyor. Bizim yaptığımız da odur. “Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti;” hemen iman hakikati anlatıyor Allah, oradan bakın düşünün iman edin diye, “onları görmektesiniz” diyor Allah, “görüyorsunuz” diyor. “Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi.” Güneş’e, Ay’a bakıyor, son derece normal karşılıyor. Halbuki biraz düşünse, muazzam olaylar, “her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler.” Belirli bir süre içerisinde sürekli dönüyorlar Ay ve Güneş. Allah ona dikkat çekmiş. “Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar”, “Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza” bakın, dikkat edin, “kesin bilgiyle inanırsınız” İman hakikati. Allah’ın istediği kesin bilgiyle Hakku’l-Yakin iman etmek. “Umulur ki “ diyor, “bu imana kavuşursunuz” ve iman etmeleri için de Allah yol gösteriyor. İman hakikatlerinde hangi konulara bakacaklarını ve nereden iman edeceklerini gösteriyor Allah. Ve diyor ki Allah, “ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır” düşünün diyor Allah. “Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır;” mesela bitkilerin çift olması erkekli dişili olması bunlara dikkat çekiyor, “geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için” kafasını çalıştırıp düşünen bir topluluk için, “gerçekten ayetler vardır.” Allah iman hakikatleri için bizim yaptığımız bu çalışmanın zeminini bize gösteriyor. Gece gündüz yaptığımız çalışma, en hayati konuyu Allah bize bildiriyor. (25 Ağustos 2013, A9 TV)
İnsanın derinleşmesinde, Allah’a yakınlığının artmasında iman hakikatleri üzerinde sürekli düşünmenin önemi pek çok ayette vurgulanmaktadır. Kuran’da örneğin, müminlerin göklerin ve yerin yaratılışı hakkında uzun uzun düşündükleri bildirilmektedir:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, iman hakikatlerinin önemini çok hikmetli bir şekilde şöyle açıklamıştır:
Bu zamanda iman hakikatlerinin birinci maksat, birinci vazife, asıl amaç olması gerekir. Bunun dışındaki şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalır. Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci görev, merak konusu ve asıl amaç olmalıdır... Risale-i Nur çerçevesi dışında bulunan âlimler belki de veliler bu siyasi ve toplumsal hayatın bağları sebebiyle iman hakikatlerinin önemini ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o akımların etkisine maruz kalarak, kendi ile aynı fikri paylaşan münafıkları bile sever hale geldi... Hem Risale-i Nur’un gerçek talebeleri ölümsüz elmaslar seviyesinde olan iman hakikatlerini anlatma vazifesi içinde iken zalimlerin satranç oyunlarına benzer konularla ilgilenecek onların kutsal vazifelerini sekteye uğratmamak ve anlayışlarını karıştırmamak gerekir diye düşünüyorum. (Orjinalinden Türkçeleştirilerek alınmıştır.) (Kastamonu Lahikası, s. 84-85)