Sudan, hem Arap Birliği hem de Afrika Birliği üyesi olması nedeniyle iki büyük uygarlık ve coğrafya arasında köprü niteliğine sahip bir ülke.
1 Ocak 1956’da Mısır ve İngiltere’ye karşı bağımsızlığını ilan eden Sudan hiçbir zaman huzur bulamayan Afrika ülkelerinden biri. Sudan, kuzeyde Müslüman-Arap kimliğine sahip iken güneyde Hristiyan-Animist inanç hakim. Bu zıt kimliklerin çatışması nedeniyle ülkede bağımsızlıktan bu yana istikrarlı bir yönetim sağlanamadı.
1956 yılından günümüze yaşanan onlarca olaydan ve iç savaşlardan sonra 9 Ocak 2011’de yapılan referandum sonucunda Güney Sudan 9 Temmuz 2011’de bağımsızlığını ilan etti. Böylece Dünya’nın yüzölçümü açısından onuncu büyük ülkesi Sudan ve Güney Sudan olarak ikiye bölünmüş oldu.
Sudan konumu, petrol kaynakları ve tarıma elverişli arazileri ile Afrika’nın en stratejik ülkelerinden. Özelikle denize kıyısı olmasının avantajını bölge ticaretinde limanlarını kullanarak çok iyi değerlendiriyor.
Sudan ekonomisi enerji kaynaklarının devreye girmesi ve petrol ihracatının artmasıyla birlikte 2000 yılından sonra hızlı bir düzelme ve yükseliş yaşadı. Sudan ekonomisi 2006-2007 yıllarında % 10’lu seviyelerde büyüme gösterirken, 2011’de GSYİH 64 milyar dolar civarında gerçekleşti.
2011 yılında yaşanan bölünme iki tarafın ekonomisine de çok ciddi zarar verdi. 2000 yılı sonrasında sürekli gelişen Sudan ekonomisi bölünmeden sonra düşüşe geçti. 2012’de ayrılık sonrasında GSYİH %8.7 oranında küçüldü.
Sudan ve Güney Sudan enerji kaynaklarının kullanımında birbirine son derece bağımlı ve muhtaç; petrol yataklarının önemli bir kısmı Güney Sudan’da olsa da, boru hatları, rafineriler ve liman Sudan’da.
Sudan ekonomisinin yaklaşık %60’lık bölümünü petrol ihracatı oluşturuyor. Bu ihracatın %50’sini Çin’e, %32’sini Japonya’ya, kalanını da Güney Kore ve Endonezya’ya yapıyor. Güney Sudan’da ise petrol gelirleri, %99 ile ülke gelirinin tamamını oluşturuyor.
Geniş petrol yataklarına sahip Güney Sudan bağımsızlıktan önce eski Sudan’ın petrol stoğunun %75’ini temin ediyordu. Bugün ise elindeki petrolü işleyebilmek ve satabilmek için Kuzey Sudan’a muhtaç.
Güney Sudan için sonun başlangıcı Sudan’a tepki olarak 2012 yılında petrol üretimini durdurmasıyla başladı. Ancak üretimi durdurarak, zaten darboğazda olan ekonomisini iyice çıkmaza soktu.
Güney Sudan toprakları petrol yatakları bakımından olduğu kadar tarım açısından da çok verimli. Buna rağmen dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Ülkede sadece 60 km asfalt yol olması Güney Sudan’ın fakirliğine ve geri kalmışlığına bir örnek.
Güney Sudan'ın, huzur için ayrılığı seçmesine rağmen kendi içinde barış ve istikrarı halen sağlayamamış olması bölünmelerin huzur ve istikrarın çaresi olmadığının, çok daha köklü sorunları da beraberinde getirdiğinin bir göstergesi.
Güney Sudan halen 50 civarında etnik grubun hâkimiyet mücadelesine ve petrolden pay savaşına sahne oluyor. 2013 sonunda başlayan şiddet olayları nedeniyle yaklaşık 2 milyon kişi yerlerinden olurken yaklaşık 300 bin kişi de komşu ülkelere sığındı. Halen 120 bin kişi BM merkezlerinde barınıyor.
BM'nin Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün son raporuna göre Güney Sudan'da 150 bin kadarı çocuk olmak üzere 3,9 milyon kişi açlık tehlikesi altında. Aynı rapora göre 30 bin kişi ise doğrudan açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya.
Güney Sudan gibi geniş petrol yataklarına ve verimli tarım arazilerine sahip bir ülkede halkın açlıktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalması hayli düşündürücü. Bu trajedi gösteriyor ki bir ülkede insanlar arasına ihtilaf, ayrılık, sevgisizlik ve nefret mantığı yerleşmişse ne kadar doğal zenginliğe sahip olursa olsun felaket kaçınılmaz.
İnsanları bir arada tutan, karşısındakine karşı anlayışlı davranabilmesini sağlayan, küçük sorunlarda bile bir anda karşıt olmalarına engelleyen kişilerin kendilerini birbirlerinin yerine koymalarıdır.
Özellikle Güney Sudan’da kabileler arası yaşanan kavgalara bakıldığında bunların temelinde tahammülsüzlük, hırs, kavmiyetçilik olduğu görülüyor. Eğer bir toplumda sevgi yoksa o toplumda nefret, acımasızlık ve düşmanlığın hızla gelişmesi kaçınılmazdır.
Bugün ülkeler tarihi incelendiğinde ülkelerin ayrılması her zaman her iki tarafın da aleyhine olmuş, birleşmeleri ise güçlerine güç katmıştır. Bunlara örnek olarak Almanya-Doğu Almanya birleşmesi ve Amerika Birleşik Devletleri’ni gösterebiliriz.
Sudan’ın ikiye ayrılması her iki tarafa da ağır zararlar vermiştir. Yapılması gereken her iki ülkenin tekrar birleşmesi, zengin kaynaklarını halkları için tekrar kullanabilmeleri ve hepsinden önemlisi inançları farklı olmasına rağmen iki halkın da bir arada huzur içinde yaşamalarını garanti etmektir.
Adnan Oktar'ın Diplomacy Pakistan'da yayınlanan makalesi:
http://www.diplomacypakistan.com/africa/division-is-not-the-key-to-peace-and-welfare/