Toplulukların doğal, ekonomik, siyasi, dini ya da savaş, baskı, zulüm gibi sebeplerle yer değiştirmelerini ifade eden göç, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir kavram. Kişinin doğup büyüdüğü toprakları, alışık olduğu her şeyi geride bırakarak bir yerden bambaşka bir yere göç etmesi hiç şüphesiz oldukça zor bir süreç. Sürgünler ise göçlerin en acımasız, en acılı örneği.
Dünya tarihi milyonlarca insanın yurtlarından uzaklaştırıldığı ve daha önce hiç ayak basmadıkları yerlerde yaşamak zorunda bırakıldığı sürgünlerle dolu. Ait oldukları vatandan, evlerinden, yurtlarından, kültürlerinden, mallarından, mülklerinden koparılan, dahası sürgün edildikleri yerlerde asimile edilmeye çalışılan bu insanların yaşadıkları şiddet ve karşılaştıkları zorluklar insanlık tarihinin en büyük ayıplarından.
Toprak hırsı, maddi ya da siyasi çıkarlar, dış devletlerin müdahalesi, inanç ayrılıklarının yol açtığı düşmanlıklar, ırkçılık veya kimi toplumların kendilerini diğerlerinden üstün görmeleri gibi etkenler tarih boyunca derin yaralara yol açmış, insanlığın büyük kayıplara uğramasına sebebiyet vermiştir. Yaşadıkları toplumlardan sürülen ve köklerini bırakarak geldikleri yerlerde yaşam mücadelesi veren insanların maddi-manevi kayıpları da, 'insan hakları' kavramının giderek önem kazandığı ve geçmişte yaşanmış zulümlerin dünya devletleri tarafından bir bir kınandığı günümüzde unutulmaması gereken tarihi acılar arasında.
Tarihte vuku bulmuş yüzlerce sürgün örneğinden bazıları Çerkesler'e, İrlandalılar'a, Afrikalılar'a ve Kızılderililer'e uygulanan sürgünler. Kuzey Kafkasya halklarının Rusya tarafından zorunlu göçe maruz bırakıldıkları Çerkes Sürgünü'nde yüz binlerce insan köklerinden koparılarak hiç tanımadıkları yerlerde yaşamaya zorlanmış; sayıları yüz binin üzerinde İrlandalı çocuk ve yetişkin köle olarak çalıştırılmak üzere Batı Hint Adaları, Virjinya, İngiltere, Barbados ve Jamaika'ya yollanmış; kolonyalist dönemde milyonlarca Afrikalı gemilere bindirilerek Amerika'ya göç ettirilmiş; Beyaz Avrupalılar ve Amerikalılar tarafından geleneksel topraklarından hiç tanımadıkları topraklara sürülen Kızılderililer ise kendileri için oluşturulan kısıtlayıcı yerleşim bölgelerine yerleşmek zorunda bırakılmışlardı.
Sürgünü en ağır şekilde yaşayan bir diğer halk ise Hindistan'dan dünyaya yayılan ve yerleştikleri bölgelerde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının hedefi olmakla birlikte yıllar boyu birçok kez sürgüne uğratılan Çingeneler. Sahip oldukları Müslüman kimliğinden dolayı Stalin tarafından tren vagonlarına doldurularak Orta Asya'ya sürülen Ahıska Türkleri, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla göçe zorlanan Moralı Türkler de akla gelen diğer sürgün örneklerinden.
Yahudiler ise sürgün sürecini bir değil birçok kez yaşayan bir başka çileli topluluk. Gerçek şu ki yeryüzünde Yahudiler kadar sürgüne uğrayan başka bir topluluk yok. Acımasızca muameleler gören ve katliamlara maruz kalan Yahudiler, gittikleri hemen her yerden göç etmeye zorlanmış bir kavim.
2500 yıl boyunca Arap topraklarında yaşamış olan Yahudiler, 1948 yılında İsrail'in kurulmasıyla birlikte bulundukları ülkelerde kendi hükümetlerinin hedefi haline gelmişler ve hayatları tehlike altında göçe mecbur bırakılmışlardı. Asırlardır Arap hakimiyetindeki topraklarda yaşamalarına rağmen yaklaşık 1 milyon Yahudi bu tarihten itibaren geniş kitleler halinde mülteci konumuna düştüler ve sahip oldukları toprakları ve tüm mal varlıklarını geride bırakarak göç etmek zorunda kaldılar. Dünya Arap Ülkeleri Kökenli Yahudiler Örgütü’nün (WOJAC) verilerine göre Arap ülkelerinden sürülen Yahudiler'in varlıklarının bugünkü değeri 300 milyar Dolar'ın üzerinde. Arap ülkelerinde bıraktıkları gayrimenkulün toplam büyüklüğü ise yaklaşık 100 bin kilometrekare.[i]
Tarih boyunca sürgüne uğramış Yahudi halklarından geniş bir bölümü günümüz Fas topraklarında güvenlik bulmuştu. 1. yüzyılda Roma'dan, 14. ve 15. yüzyıllarda İspanya ve Portekiz'den sürülen Yahudiler Fas topraklarına yerleşerek burada 2000 seneden fazla varlıklarını devam ettirdiler. Ancak İsrail'in kuruluşunun ardından Arap sosyalizminin etkileri ve Fas'ta da artan antisemitizm sebebiyle artık bu topraklar Yahudiler için güvenli bölge olmaktan çıkmıştı. İsrail'in kurulduğu yıl yaklaşık 265 bin kişi olan Fas’taki Yahudi nüfus göç dalgalarına maruz kaldı.[ii] 2. Dünya Savaşı sırasında ülkede hükümranlık kuran Alman Vichy rejiminin Yahudiler'e karşı ayrımcı yasalar getirmesi ve Haziran 1948’de Ucda ve Cerada’da çıkan olaylarda 44 Yahudi'nin öldürülmesi, Yahudiler'in ülkeyi terk ederek İsrail’e göç etmesine yol açtı.[iii] 1970'lerin başına gelindiğinde ülkedeki Yahudi nüfus 25 bine kadar gerilemişti. Giderek bu sayı daha da azaldı. Günümüzde ise Fas'taki Yahudi nüfus sadece 2,500 kişi civarında.[iv]
Bundan 12 yıl önce Kazablanka'da 40 kişinin yaşamını yitirdiği, yaklaşık 100 kişinin de yaralandığı bombalı intihar saldırılarında Yahudiler'e ait bir kültür merkezinin ve bir mezarlığın zarar görmesi üzerine İsrail hükümet yetkilileri Fas'taki tüm Yahudiler'i İsrail'e göç etmeye çağırdı. Söz konusu saldırılar karşısında Yahudiler'in tavrı ise Fas'ta kalmaktan yana oldu. Hatta olaylar üzerine Fas'taki Yahudi Azınlık Meclisi Başkanı Yahudiler'in Fas'ta çok rahat olduklarını, hiçbir problemlerinin bulunmadığını açıkladı.
Gerçekten de Fas'taki Yahudiler %98'i Müslüman olan ülkede bugün huzur içinde yaşıyor, günlük hayatta hiçbir sorunla karşılaşmıyorlar. Halk birarada olmaktan son derece mutlu. Faslı Müslümanlar yıllar önce ülkelerini terk eden Yahudi komşularıyla paylaştıkları hayatı özlediklerini, yaşanan göçlerden sonra Fas'ın eski tadını yitirdiğini söylüyorlar. İsrail'e göç etmek zorunda kalmış pek çok Faslı Yahudi de Arap topraklarında edindikleri alışkanlıkları terk etmiş değil. Sık sık Fas'ı ziyaret ediyor ve kökleriyle bağlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Farklı dinlerin mensuplarını ve farklı kültürleri yüzyıllarca bünyesinde barındıran Fas çektiği zorluklarla olgunlaşan ve gelişen bir ülke. Geçmişte yaşanan acıları tarihten silmek için ülkede güzel adımlar atıldı ve Faslı Yahudiler ile Müslümanlar'ın dostlukları korunup güçlendirildi. Bundan sonra da Müslüman ve Yahudi genç nesiller ait oldukları toprakların sevgi ve kardeşlikle yoğrulmuş ruhunu yepyeni bir dostluk, birlik ve beraberlik anlayışıyla pekiştirebilir, Fas'ın aydınlık geleceğine hep birlikte ışık tutabilirler. Böylelikle Fas farklı dinlerden, farklı görüşlerden insanların birbirlerini kardeşçe kucakladığı ve huzur ve güvenlik içinde birarada yaşadığı bir model olarak dünyaya yön verebilir, aydınlık bir medeniyet inşa etmenin yolunun sevgi ve kardeşlik olduğunu tüm dünyaya gösterebilir. Fas Kralı'nın danışmanı olan ve kültürler ve dinler arası diyalog için uzun yıllardır aktif olarak çalışan Yahudi André Azoulay, Fas'ta uygulanan "barış içinde birarada yaşama modeli"ni tüm dünyanın örnek alması gerektiğini savunanlardan. Umuyoruz ki Fas, her noktasına dostluğun hakim olduğu, farklılıkların birbirleriyle çatışmak yerine güçlerini birleştirdikleri ve her görüşten insanın birarada yaşayabildiği bir model olarak adını daha sık duyurur ve dünya barışının öncülerinden olur.
[i] http://www.jpost.com/Jewish-World/Jewish-News/Expelled-Jews-hold-deeds-on-Arab-lands
[ii] http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/anti-semitism/morocjews.html
[iii] http://www.projetaladin.org/holocaust/en/muslims-and-jews/muslims-and-jews-in-history/history-of-the-jews-in-morocco.html
[iv] http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/anti-semitism/morocjews.html
Adnan Oktar'ın Morocco World News'de yayınlanan makalesi:
http://www.moroccoworldnews.com/2015/03/154051/muslims-jews-living-peace-morocco/