Avrupa önemli bir dönüm noktasında ve gündemi meşgul eden iki önemli konu var: Terör ve mülteci krizi...
Durum öylesine ciddi bir hal almış ki, Avrupa Birliğindeki ülkeler birliğin temel değerlerini sorguluyor ve itiraz ediyorlar. "Avrupa kendi içine kapanıyor" yorumları yapanların sayısı da az değil.
Brüksel’deki Maelbeek Metro İstasyonu ve Zaventem Havaalanı saldırılarını örnek vererek Avrupa'nın terör sorununu ve çözümlerini birlikte düşünelim:
Bilindiği gibi Belçika saldısında 31 kişi hayatını kaybederken 300 kişi de ağır yaralanmıştı. AB'nin kalbi olarak kabul edilen Belçika, terör konusunda geç önlem almaya başladığı için eleştirilirken, çok ciddi bir terör tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Belçika'nın terör konusundaki en büyük sorunlarından biri de Avrupa’da IŞİD gibi radikal gruplara katılım oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri olması. Irak ve Suriye’de, şu ana kadar IŞİD’e katılan Avrupalılar içinde 470 Belçikalının bulunduğu biliniyor.
Kasım'daki Paris saldırısını gerçekleştirenlerin, Brüksel saldırılarındaki kişilerle aynı terör ağı içinde yer aldığına dair yeni delillerin bulunması da bu bağlantıları doğruluyor.
Son dönemde art arda yaşanan olaylarla birlikte aralarında Belçika'nın da olduğu pek çok Avrupa ülkesi güvenlik önlemlerini arttırmaya başladı. Ne var ki pek çok uzman Avrupa'nın terörle mücadele kapsamında aldığı önlemlerin, Paris ve Brüksel örneklerinde de görüldüğü gibi, yetersiz olduğu görüşünde. Teröre karşı gereken önlemler alınmadığı gibi AB ülkelerindeki başka sorunlar da gittikçe büyüyor:
AB ülkelerinde güçlenen aşırı sağ ve radikalizm bağlantısı
İnsan hakları ve demokratik değerlere saygı açısından dünyanın diğer bölgelerine ilham kaynağı olan AB ülkeleri, derinleşen terör sorunuyla birlikte, olumsuz bir değişimin içine sürükleniyor gibi görünüyorlar. Bunun da en büyük nedenlerinden biri yükselen ırkçılık.
Halkın çoğunluğu terör ve mülteciler arasında sağlıksız bir bağ kuruyor ve yabancılara tepki gösteriyor. Bazı aşırı sağ partiler ve kuruluşlar da bu endişeler üzerinden saldırgan bir siyaset yaparak rant elde etmeye çalışıyorlar. Bu partilerin propagandaları nefreti körüklüyor, toplumsal kargaşaya yol açıyor ve taraflar arasındaki uçurum gittikçe büyüyor.
AB ülkelerinde aşırı sağ güçlenirken, her fırsatta demokrasiden, eşitlikten ve insan haklarından dem vuran sağ muhafazakarlar, sosyal ve liberal demokratlar cevapsız ve etkisiz kalıyorlar. Bu çok ciddi bir sorun çünkü bu cevapsızlık radikal ideolojilerin işine yarıyor.
Radikal gruplar nasıl taraftar topluyor?
Belçika örneğindeki gibi, radikal grup mensupları rahatlıkla sivil halkın arasına karışabiliyor.
Özellikle internet ve sosyal medya yoluyla propaganda yapıp dünya çapında hücreler oluşturuyorlar. Bulundukları ülkelerde aidiyet duygusunu yitirmiş, dışlandığını düşünen ve dinle ilgili yeterli bilgiye sahip olmayan gençleri tespit ediyor, kendi aralarına katıyorlar.
Avrupalı Müslümanların pek çoğu ülkelerinde ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerine inanıyor. Bu kişiler yaşadıkları ülkenin ortalama refahından istifade edemiyor. Pek çoğu Fransa’da olduğu gibi şehirlerin kenar mahallerinde yaşıyorlar.
BBC’nin internet sitesinde yayınlanan “Paris'in yanı başındaki ayrı dünyaların insanları” başlıklı inceleme yazısında yazar Henri Astier, Fransa’da Müslümanların dışlandığını ve kendilerini ihmal edilmiş olarak hissettiklerini söylüyor. Aynı yazıda istihdam alanında ayrımcılığın devam ettiği ve polisin Müslüman kökenli göçmenlere kötü muamelede bulunduğuna da değinilmiş.
Bütün bu aksaklıklara olumsuz propaganda, yabancı düşmanlığı, hatalı yasal düzenlemeler gibi yanlış politikalar da eklenince katılımların sayısı gittikçe artıyor. Şu ana kadar sonuç getirmeyen başka bir yöntem ise askeri çözümler...
Askeri yöntemler teröre karşı neden etkili olamaz?
Terör sorununu yalnızca askeri yöntemlerle çözmeye çalışmak da yeterli olmaz. Şiddete şiddetle karşılık verilmesi nefreti ve dolayısıyla da radikal terörü geliştirir. Buradaki sorun, bir fikir ve ideoloji sorunudur. Teröristlerin yanlış fikir ve ideolojilerinin "doğru fikir"lerle giderilmesi şarttır.
Bu nedenle en aciliyetli olan, radikalizm ile gerçek İslam arasındaki farkı net şekilde ortaya koymak, bunu her imkanı kullanarak anlatmaktır. İslam adına ortaya çıkan radikal gruplar –uyguladıkları insanlık dışı eylemlerden de rahatça anlaşılacağı üzere– İslam'ın özünden son derece uzak, sapkın bir anlayışa sahiptirler.
Bu kişiler inandıkları doğruları İslam'ın kutsal kitabı olan Kuran'dan değil, İslam adına uydurulmuş birtakım hurafelerden ediniyorlar. Eylemlerini kutsal görüyor ve bu uğurda gerçekleştirdikleri şiddeti kendilerince "ibadet" olarak kabul ediyorlar.
İşte bu yüzden karşı propaganda yapılması ve doğrusunun anlatılması hayati önemde. Hurafelere dayalı bağnaz düşünceyi savunanların etkisizleştirilmesi için İslam'ın modern, ilme ve mantığa uygun, sanata önem veren, aydınlık, ilerici ve her türlü şiddeti yasaklayan yönü ortaya konmalıdır. İslam'ın sevgiyi, kardeşliği, barışı ve huzuru emreden bir din olduğu anlatılmalıdır.
Bu konuda lider konumundaki herkes yoğun bir çalışma yapmalıdır. Nitekim geçtiğimiz ay Kaliforniya'da düzenlenen ABD-ASEAN zirvesinin ardından verdiği bir röportajda Obama terörün yükselişiyle mücadele etmek için ılımlı İslam'ın yaygınlaşması gerektiğine dikkat çekmişti.
Obama'nın "ılımlı İslam"dan kastettiği ise, hiç şüphesiz, Kuran'a dayalı gerçek İslam'dı.
Batı terör sorununa nasıl "dur" diyebilir?
Açıktır ki Batı'nın, Kuran'a bağlı İslam alimleri, akademisyen ve kanaat önderleriyle iş birliği yapması elzemdir. Radikaller tarafından oluşturulan bağnaz din anlayışının İslam ile doğrudan çeliştiği gerçeğinin öğretildiği bir eğitim politikasının başlatılması da aciliyetlidir. Yoksa Paris saldırısının ardından "France at war" açıklamasını yapan Hollande'nin, akabinde açıkladığı benzeri anti-terör yasaları ile askeri çözümler aramak yine hiçbir işe yaramayacaktır.
İnsanların katledilmesi, başlarının kesilmesi, camilere bomba atılması hiçbir şekilde İslam değildir. Tam tersine, şiddet ve nefretin dayanağı olan çarpık fikirler ancak gerçek İslam ile bertaraf edilebilir. İşte bu gerçeğin Kuran'dan delilleriyle ortaya konduğu etkili çalışmalar yapılması tüm dünyanın olduğu gibi Avrupa'nın da en aciliyetli konusu olmalıdır.
Adnan Oktar'ın American Herald Tribune'de yayınlanan makalesi: