Ayrılıklar ve bölünmeler hep vardı. Ama ilginç ittifaklar bir anda IŞİD gibi bir örgütün Irak şehirlerini işgal etmesiyle başladı. Maliki’nin mezhep ayırımına zemin hazırlayan bazı davranışları ve Irak’ın içinde bölünmüş halk, bir anda IŞİD örgütü çevresinde pek çok farklı grubu birleştirdi. Sünni tarikatlar, aşiretler, Maliki karşıtları, bir kısım Türkmen ve Kürtler, dahası Saddam döneminin asker ve generalleri tek bir çatı altında buluştular. Bu işgalleri tehdit olarak algılayan civar ülkelerde de durum ilginçti. Maliki-Ruhani ittifakı sürerken, IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi Ruhani-Obama ittifakını da körüklüyordu. Nitekim önümüzdeki günlerde İran’ın nükleer programı konusunda Ruhani ile birlikte gerçekleşecek Cenevre görüşmelerinde bir diğer konu IŞİD.
Zaten uzun zamandır sıcak seyreden Barzani-Erdoğan ittifakı daha da güçlenirken, Türkiye’nin yüz yüze kaldığı rehine krizi ve sınırındaki gelişmeler nedeniyle uzun zamandır pek de sıcak olmayan Maliki-Erdoğan ittifakının da burada güçlenmekte olduğunu söyleyebiliriz. Ortadoğu’da nihayet ittifaklar oluyor, tehdidin getirdiği zorunlu ittifaklar...
İnsanlar, devletler, başkanlar kardeşlik esası üzerine zor gördükleri ittifakı, bir tehdit söz konusu olduğunda hemen başarabiliyorlar. Ortak düşman algısının sevgiden daha güçlü olması yaşadığımız yüzyılın trajik bir gerçeği.
Olayı Türkiye açısından incelediğimizde ise Türkiye’nin bir süredir bölgede ılımlı ve uzlaştırıcı bir stratejiye çok daha fazla önem verdiği açık. Irak’ta Maliki ile gerilen ilişkilerin yumuşatılması, Ruhani liderliğinden beri İran’la her ay yapılan mutat görüşmeler ve son olarak Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı El-Sisi’ye Cumhurbaşkanı Gül tarafından gönderilen tebrik mesajı... Mısır’da askeri müdahale sonrası ölümler ve tutuklamalar, zorlu bir geçmişe sahip Türk halkı için büyük bir imtihan oldu elbette. Ama bu, kardeş ülke Mısır ile bağlantıyı koparmak anlamına gelmiyor. Bu önemli konuyu bir başka yazıda ele alalım.
Musul işgalinden önce Türkiye’nin özellikle Kuzey Irak ile yaptığı 50 yıllık petrol anlaşması ve ardından Barzani’nin bağımsızlık söylemlerinde bulunması, bazı çevrelerde Türkiye’nin bir anda eski Misak-ı Milli (National Oath) sınırları – yani Musul ve Kerkük – üzerinde egemenlik kurması olarak algılandı. Kuzey Irak ve dünyaya yeni açılmaya başlayan İran petrolünün geçiş yolunun Türkiye olması yine dikkatleri topladı. Güçlü bir Türkiye ihtimalinden tedirgin olan derin devletlerin var olduğu bir sır değil. Anlaşılmaz olan, sınırımızdaki bu karışıklıkların, pek çoklarının iddia ettiği gibi uluslararası planın parçası olup olmadığı.
Bütün bunlar bir planın parçası olsa bile, bu İslam coğrafyasının tek bir kıvılcımla parlayabilmesi ve kardeşin kardeşi katletmeye başlaması nasıl tümüyle dış güçlerin oyunu olabilir? Kuran’a dayalı ve sevgi üzerine kurulu sağlam bir sistemde, nasıl ve hangi kirli oyun başarılı olabilir? Sorun, özellikle bu coğrafyanın içinde bulunduğu ideoloji zafiyetidir. Kavgacı ideolojilerin sahte ve yanlış olduğu gösterilmedikçe, Ortadoğu’daki kargaşanın bir çözümü yoktur.
Nitekim IŞİD de, bir ideolojik ilke üzerine bir araya gelmiş insanların oluşturduğu bir örgüt. Çeşitli ürkütücü uygulamalarla gündeme gelmelerinin, bir mezhep savaşı sürdürmelerinin tek sebebi ise gönül verdikleri ideolojinin yanlış olması. İslami bir devlet kurma adına yola çıkıyor ama gerçek İslami devletin bu şekilde olmaması gerektiğini bilmiyorlar. Kuran’ı Arapça okuyorlar fakat tüm dünyaya yayılmış olan hurafe dininin etkisinden kurtulamıyorlar. Kuran ayetlerini hurafelerle birlikte yorumluyor, hatta çoğu zaman Kuran ayetleri yerine bu hurafelere başvuruyorlar. O zaman işte ortaya, dünyanın şu anki en büyük sorunlarından biri olan radikalizm çıkıyor. İslam’ın hükümlerini yerine getirmek için güçlü bir istek oluyor ama uygulanan din tam anlamıyla gerçek İslam olmuyor.
Sorun ideoloji sorunuyken, Amerika dahil pek çok ülkenin silahlı mücadele dışında yöntem geliştirememesi, bunu radikalizmin güçlendiği yarım asırdır yapamaması ilginçtir. Yanlış bir inancın yerine doğrusunun gösterilmesi çok kolaydır. İdeolojik bir yanlış, satın alınan yeni silahlarla, verilen cihat fetvalarıyla, hiçbir gücü yokken “direneceğiz” diye ortaya çıkan zihniyetlerle yok edilemez. Saddam sonrası geliştirilen Şii mezhepçiliği nasıl şimdi böyle bir Sünni mezhepçiliğini geliştirdiyse; yakıp-yok edeceğim diye ortaya çıkmak da aynı şekilde radikalizmi besler.
İşler mutlaka mümkün olduğunca müsalaha ile halledilmeli ve yanlış ideolojinin giderilmesi için önlem alınmalıdır. Mezhep çatışmaları, anti-demokratik uygulamalar ve savunma dışında savaşın Kuran’da yeri yoktur. İslam adına ortaya çıkıp cana kıyanlara bu gerçek gösterilmelidir.
Osmanlı mükemmel değildi, ama Osmanlı’nın bu eski toprakları böylesine büyük bir huzursuzluğu yaşamadılar. Çünkü İslam’ın sıcaklığı ve sevgi dolu ruhu bu topraklarda yerleşikti. Şimdi eski Osmanlı topraklarında cetvelle oluşturulmuş suni sınırları kaldırma çabası var; cebren, kan dökerek, düşmanlıkla. Böyle olmaz. Manevi anlamda ülkeler arası sınırlar elbette kalkmalı, fakat bu sadece sevgi birliği ile sağlanabilir. Zorunlu ittifaklar, başka ortak düşmanlar söz konusu olduğunda anında bozulabilir; ama sevgi ittifakları kalıcıdır. Böyle ittifaklarda sınırlarda mayınlar, dikenli teller, sınır ihlali yaptı diye düşürülen uçaklar söz konusu olmaz.
Bir çırpıda zorunlu ittifakı başarabilen ülkeler bu ittifakı sevgiyle başarabileceklerine neden inanamıyorlar? Sorunların eğitimle çözüleceğine, ittifakların sevgiyle oluşacağına inanmaları için daha ne kadar felaketin gerçekleşmesi gerekiyor?
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: