İnsanların çoğu yılların dahi hesabını yapamadan kendilerini ilk önce okul sıralarında, ardından iş yerlerindeki masalarında, daha sonra çocuklarıyla, en son olarak da torunlarıyla birlikte parkta gezerken bulur. Yirmili yaşlardayken bir anda ellili yılları geride bıraktığını, kendi hesaplarına göre hayatının sonlarına doğru yaklaştığını aniden fark eder. Çünkü artık;
- Çok rahatlıkla spor yaptığı, koşup hareket ettiği bedeni, neredeyse ayağını bir kaldırıma dahi yükseltemeyecek kadar güçsüzleşir.
- Çok keskin gören gözlerindeki net görüş azalır, pırıl pırıl parlayan cildi derin çizgilerle dolar.
- Eski resimlerine baktığında, yılların kendi üzerinde çok büyük değişiklikler yaptığını fark eder.
- Ruhu ne kadar koşup oynamak, hızla yürümek veya eğlenmek istese de vücudu buna kesinlikle izin vermez.
Tüm bu gerçekleri fark ettikten sonra, oturup düşünmeye başlar.
- Sahip olduğu evi, onun içine özenle yerleştirdiği eşyaları, bahçesi, kurduğu işi, biriktirdiği parası… Bunların kendisine bundan sonra ne gibi bir faydası olacağını, ölümünden sonra ise hiçbir anlamı kalmayacağını düşünür.
- Aklına kendi babası, annesi, dedeleri gelir; onlardan geriye kalanların bu kişilere ölümlerinden sonra hiçbir yardımlarının olmadığını anlar.
- Zamanın, dünyada geride kalanları büyük bir bozulmaya uğrattığını, nice güzel renkli çiçeklerin solduğunu, bitkilerin zamanla kuru bir dal haline geldiklerini, en yeni diye düşündüğü eşyaların dahi zamana direnemediklerini bir kez daha fark eder.
- En önemlisi de dünya mallarını tutkuyla kullananların, elde etmek için büyük bir hırs içinde çalışan insanların ölümleriyle birlikte, bunları arkalarında bırakmak durumunda kaldıklarını görür.
- Bu gerçeğin en zengin insan için de, en fakir insan için de aynı şekilde olduğunu fark eder. Örneğin büyük paralar verip aldıkları değerli eserlerin, yaptırdıkları yüksek sütunlu evlerin, içinde en güzel çiçeklerin yer aldığı geniş bahçelerin, paha biçilmez mücevherlerin sahipsiz kaldığını görür.
- ``Dünya için yapılanın dünyada kaldığı`` gerçeğinin istisnasız tüm dünya tarihi boyunca işleyip işlemediğini sorguladığında ise karşısına çok büyük bir gerçek çıkar. Nice kralların ve imparatorların da hep aynı sona uğradıklarını hatırlar. Çünkü bu kişilerden hiçbirinin öldükten sonra yanlarına, tek bir parça eşyalarını dahi almaları mümkün olmamıştır. Ruhları Allah Katında çoktan hesaba çekilmiş, yaptıklarıyla karşılıklarını almışlardır. Allah Hakka Suresi'nde bu insanların kıyamet günü ağızlarından dökülen sözlerini şöyle bildirir:
"Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka Suresi, 27-29)
Dünya Süslerinin Gerçek MahiyetiAllah dünya hayatında insanları cezbeden tüm süsleri, onlara sadece geçici bir meta olarak sunmaktadır. Bunların tek var olma amacı, her biriyle ahiret yurdu için hayırlı işler yapılmasıdır. Değerli İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de dünyanın ve üzerindekilerin bu yönü üzerinde durmuştur. Dünyayı bu haliyle, üzerinde ekim yapılıp ürün toplanan bir tarlaya, bir eğitim alanına ve üzerinde ahiret için ecir kazanılan bir pazara benzetmiştir:
"Bu muvakkat (geçici) memleket bir tarla hükmündedir, bir talimgahtır (imtihan yeridir), bir pazardır. Elbette arkasında bir mahkeme-i kübra (büyük bir mahkeme), bir saadet-i uzma (mükemmel bir mutluluk) gelecektir." (Sözler / Onuncu Söz -s.247)
Oysa insanların çok büyük bir çoğunluğu bu gerçeği gözardı ederek, dünya üzerindeki herşeye tutku derecesinde bağlanırlar. Var olmalarının tek nedeninin bunları kullanıp tüketmekten ibaret olduğunu düşünürler. Genellikle bu nimetlerin kaynağını, bunları Yaratan Yüce Allah'ı ve yaratılış amaçlarını akıllarına getirmezler. Bir gün tüm bunları arkalarında bırakarak öleceklerini unuturlar. Halbuki tüm bunlar tıpkı güzel kokulu ve dikkat çekici rengiyle insanlara süs olarak yaratılmış bir çiçek gibidir. Bunlar sadece dünya hayatının süsleridir. Ancak ahirete kesin olarak inanmayan kimseler, onların bu yönünü unutur ve hiç yok olmayacak gibi şiddetli bir tutkuyla bunlara bağlanır. İlim bakımından her yeri kuşatan Rabbimiz, Hadid Suresi'nde dünya hayatının üzerinde taşıdığı bu süslerin karşılaşacağı mutlak sonu şu şekilde haber vermektedir:
"Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluver-miştir…" (Hadid Suresi, 20)
Dünya Hayatı Müminler İçin Cennete Vesile Olan Bir Köprüdür İman eden bir insan dünyada hoşuna gidecek, Allah'a olan yakınlığını ve şükrünü artıracak, kendine Allah yolunda güç, kuvvet kazandıracak olan herşeyi en güzel şekilde kullanırken; diğer yandan bunların gerçek mahiyetini de aklından çıkarmaz. Asıllarının ahiretteki cennet mekanlarında olduğunu bilir. Dünyada iken ahirette kendisi için kazanç olacak salih ameller peşinde olur. Dünyasını değil ahiretini zenginleştirme, huzurlu ve mutlu kılma yönünde çaba gösterir. Her yaptığı işte mutlaka Allah'ı razı edecek ve O'nun dostluğunu kazanacak bir çaba içinde olur. Kuran ahlakını hem kendi üzerinde hem de dünya üzerindeki insanlarda hakim kılacak salih amellerde bulunur. Amaçlarını nefsinin tutkulu arzuları değil, Kuran'da bildirilen ulvi hedefler belirler. Bu hedefler ona dünyada nimet bolluğu; hepsinin üstünde Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edebileceği bir akıl, Kuran'ın hikmetlerini kavrayabilme anlayışı ve üstün bir ahlak kazandırır. Allah tüm nimetlerinin kapılarını bu kişilere açar. İşte bu kişilerin dünya hayatında yaptıkları, ahirette bir güzellik olarak karşılarına çıkar. Onlara cennetin kapılarını açar, nefislerinin arzu ettiği sayısız güzelliği ve hepsinin de üstünde Allah'ın rızasını kazandırır.