Yaşadığımız dönemde terör olaylarının, bölgesel çatışmaların, savaşların artması, her gün yüzlerce insanın ölmesi vicdanları rahatsız etmektedir. Elbette ki, bu acıların bir an önce sona ermesi için kalıcı ve kesin bir çözüm getirmeye yönelik samimi gayret sarfedilmelidir. Bunun için de, yaşanan çatışmaların ve kargaşanın kökeninin iyi tahlil edilmesi ve buna göre bir çözüm getirilmesi gerekir.
Çatışmanın kökeninde Allah'ın varlığını inkar eden materyalist dünya görüşü ve buna bağlı olarak da hızla artan sevgisizlik ve merhametsizlik vardır. Bu sapkın görüş, inançsızlığın getirdiği acımasızlığı ve sorumsuzluğu sözde doğal ve meşru olarak gösterir. Allah'tan korkulmadığında ve O'nun Yüce Zatı'na sevgi duyulmadığında, bu sapkın ideolojileri yaygınlaştırmak, çıkar elde etmek ve üstünlük arzularını tatmin etmek için her türlü çatışma adeta meşru görülür ve öyle gösterilmeye çalışılır.
Yeryüzünde yaşanan çatışmayı meşru gösterme çabalarının bir ürünü olarak da, 19. yüzyılda evrim teorisi ileri sürülmüştür. Hayatın başlangıcını açıklama iddiasıyla ortaya atılan bu çarpık teori, hayatı bir çatışma alanı olarak tanımlar. Böylelikle insanlar, toplumlar ya da devletler arasındaki çatışmaların doğal ve meşru, hatta gerekli olduğu yalanı sözde bilimsel bir kılıfla ileri sürülür. Halbuki çatışmanın insanlığa ne büyük belalar getirdiği yakın tarihte açıkça görülmüştür.
Bugün, medeniyetler çatışması iddialarında bulunanlar, yeni bir çatışmanın kaçınılmazlığı fikrini insanlığın gündemine getirerek, Allah esirgesin, büyük felaketlere zemin hazırlamaktadırlar. Medeniyetler çatışması kavramı da, diğer çatışma senaryoları gibi yine belli çevrelerce ortaya atılan suni bir kavramdır. Medeniyetler birbirleriyle çatışmazlar, aksine medeniyetler birbirlerinden etkilenerek daha ileri medeniyetlere ulaşırlar. Nitekim, bugünkü modern Batı Medeniyeti'nin gelişmesinde İslam Medeniyeti'nin büyük katkısı olmuştur. Ayrıca, farklı medeniyetlerden insanlar da rahatlıkla sevgi, şefkat ve dostluk içinde birarada yaşayabilirler. Bunun en güzel örneği de, mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşanmıştır.
Dolayısıyla, kalıcı olarak yeryüzüne barış, huzur ve refahın gelmesi için materyalist-Darwinist dünya görüşünün fikri olarak çürütülmesi ve İslam ahlakının getirdiği ışığın dünyayı tekrar aydınlatması gerekmektedir. Sevgi, şefkat, adalet, fedakarlık, hoşgörü gibi faziletleri içinde barındıran İslam ahlakının yaşanması gerekliliğinin de üzerinde önemle durmak gerekmektedir. Çünkü yeryüzünde Materyalizm'in ve Darwinizm'in meydana getirdiği sosyal tahribat, ancak İslam ahlakının güzelliklerinin yaşanması ile düzelebilir.