Bilim ve Ütopya dergisinin Mart 2003 sayısında "İnsanlığın Tarihi Bir Maymunun Testislerinde Başladı" başlıklı bir yazı yayımlandı. Yazıda, 21 ila 33 milyon önceki bir dönemde, iki genin (USP32 ve TBCID3) bir maymunun testislerinde bir sentez oluşturduğu, ortaya çıkan gen meleziyle (Tre2) birlikte, sözde "insansı maymunların" diğer primatlardan ayrışmaya başladıkları ileri sürülüyordu. Bu iddia, Darwinist ön yargılarla ortaya atılmış bir spekülasyondan başka bir şey değildir. Tek dayanağı, insan ile maymun arasında ortak genler bulunduğu olgusudur. Oysa insan ve maymunun ortak genlere sahip olmaları, evrimsel akraba olduklarını ispatlayan bir durum değildir.
Genetik Akrabalık Tezi Ön yargıdan Başka Bir Anlam İfade Etmemektedir
Yazının girişinde genetik karşılaştırma çalışmalarından söz edilmekte, bu çalışmalara dayanılarak insanın; bonobo, şempanze, goril ve orangutanla akraba olduğu ileri sürülmektedir. Evrim genetikçileri, birbirlerine akraba kabul ettikleri canlıların DNAlarını kıyaslayarak aradaki benzer yönleri araştırırlar. Bu benzerliklerin evrimle ortaya çıktığını kabul eder ancak bu evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair hiçbir bilimsel kanıt sunmazlar. Kendi ön yargılarını topluma bilimsel bir gerçekmiş gibi aktararak evrim propagandası yaparlar. Oysa genetik benzerliklere dayalı propagandanın geçersizliğini gösteren önemli gerçekler vardır. Bunlar kısaca şu şekilde özetlenebilir:
1. İnsan ve şempanzenin genetik akraba olduğunu savunmanın temel şartlarından biri insan ve şempanze DNAsının evrimle nasıl ortaya çıkmış olabileceğini göstermektir. Aralarında benzerlikler de olsa insan DNAsı insanı; maymun DNAsı maymunu meydana getirir. Her iki DNA, ait olduğu türe dair bilgiler içerir. Bu bilgilerin rasgele mutasyonlarla DNAda nasıl birikmiş olabileceği sorusuna evrimcilerin verebileceği bir cevap bulunmamaktadır. Genetik bilimi, mutasyonların DNAdaki bilgiye yeni bilgiler eklemesinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Laboratuvarlarda mutasyona maruz bırakılan bir embriyodan, daha kompleks yapıda bir canlı çıktığı hiç görülmemiştir.
2. İnsanla şempanze arasındaki genetik benzerlik özellikle abartılmaktadır. Yapılan son bir araştırmada California Teknoloji Enstitüsü’nden bir araştırmacı, şempanze ve insan DNAlarından aldığı örnekleri karşılaştırmış, incelediği 780.000 baz çiftine göre iki türün %95 benzer oldukları sonucuna varmıştır. Bu araştırmacı bir evrimci olmasına karşın eski analiz tekniklerinde önemli bir faktörün gözardı edildiğini belirtmekten kaçınmamıştır. İncelenen dizilimlerde, indel (Insertion-Deletion) olarak bilinen bu farklılıklar gözönüne alındığında, iki canlı arasındaki farkın 3 misli daha büyük olduğu ortaya konmuştur .
3. İnsanın başka canlılarla arasında genetik benzerlikler olması doğaldır. Çünkü insan da diğer canlılarla aynı biyolojiyi paylaşmaktadır. Bunlarla ortak dokular, ortak organlar ve ortak sistemlere sahiptir. Birçok canlıda benzer amaçlara hizmet eden benzer organlar elbette kendilerini kodlayan DNAda da benzer nükleotid dizilimlerine sahip olabilirler. İnsan, genetik olarak domuzlar, koyunlar, kılıç balığı veya balinayla da benzeşmektedir. Bu örnekler sivrisinek, tavuk ve fareyle de çoğaltılabilir. Oysa bu canlılarla arasında genetik benzerlik olması insanı elbette bunlara akraba yapmaz.
4. Genetik benzerlikler temel alınarak oluşturulmuş evrim ağaçları birçok tutarsız eşleştirmeyle doludur. Örneğin Afrotheria üst takımında genetik akraba olarak gösterilen canlıların anatomileri arasında uçurum denebilecek farklılıklar bulunmaktadır. Fil ve deniz ineği bu üst takımda yer almaktadır. Deniz ineğiyle filin yaşam alanı bile birbirinden farklı olduğu halde evrim genetikçileri bu iki canlıyı sadece aralarında genetik benzerlik olduğu için yakın evrimsel akraba kabul edebilmektedirler. Aynı üst takıma dahil edilen üçüncü bir canlı ise minik tarla faresidir. Evrim genetikçileri fil ve deniz ineğine minik tarla faresini de yakın akraba göstermektedirler. İnsanla şempanzeyi akraba gösteren mantık; fil, fare ve deniz ineğini de akraba kabul etmektedir.
Tüm bunlar insan-şempanze genetik akrabalık iddiasının, sadece önyargıya dayandığını göstermektedir. Bilim ve Ütopya’da, bu akrabalık masalından sonra, genlerle ilgili iddiaya geçilmektedir. Bu bölümde Daniel Haber isimli araştırmacının ortaya attığı genlerin evrimi hikayesi şu cümlelerle verilmektedir:
"Primatların soyağacı bundan 21-33 milyon yıl önceki bir zaman aralığında yarılmaya başladı. Harvard Medical School’dan genetikçi Daniel Haber ve ekibinin ortaya çıkardığı bu yeni primat türünün oluşumu, primat genomunda yeni bir genin ortaya çıkması sonucu başlamıştır: İnsan ile insansı maymungillerin paylaştığı fakat başkalarının paylaşmadığı gen "Tre2". Araştırma ekibinden Charles A.Paulding’e göre, Tre2 geni, bizleri insan olma yoluna sokan makas olmuştur. Çünkü Tre2, özellikle testislerdeki üreme hücreleri oluşumunda önemli işlevlere sahip olduğundan, bu yeni genin tür oluşumunda etkili olduğu görüşü kuvvet kazanmaktadır: Bu Tre2 geni öyle bir süreci tetiklemiş olabilir ki, oluşacak olan insansı maymun grubunun diğer primatlarla üreme engelini ortaya çıkarmış olabilir. Bu durumda Tre2 geni insansı maymunları ve sonuçta insanı ortaya çıkmasını olanaklı hale getiren tetiklemeyi sağlamıştır."
Dikkat edilirse bu iddia, herhangi bir kanıta değil, insanla maymunun ortak bir atadan geldikleri yönündeki bir ön kabule dayanmaktadır. Evrimciler, bu evrim senaryosunu zaten ilk baştan sorgulamaksızın kabul ettikten sonra, bu senaryoya uyarlayabilecekleri genler aramaktadırlar ve Tre2 geni, bir aday olarak karşılarına çıkmıştır. Gerçekte ise bu genin hakikaten bir mutasyon geçirerek bir takım maymunları "insansılaştırmaya" başladığına dair hiç bir delil yoktur. Bu genin 21-23 milyon yıl önce ortaya çıktığı ve "insanlaşma" sağladığı iddiası, gözlemlenemez geçmiş hakkındaki kanıtsız bir spekülasyondan başka bir şey değildir.
Bilim ve Ütopya"da Tre2 geniyle ilgili evrimci spekülasyonlar şu şekilde sürdürülmektedir:
"Tre2, USP32 ve TBC1D3 genlerinin sentezi sonucu oluşmuştur. Birinci gen evrimsel açıdan eskidir ve birçok memelinin genomunda bulunmaktadır. Buna karşın ikincisi sadece primatlara özgü ve türsel açıdan maymunsudur. İkisinin birleşmesinden doğan bu gen melezi, sadece insansı maymunlarda bulunmaktadır ve böylece hominidleri genetik açıdan tanımlayan az sayıdaki özellikten birisi olmaktadır. Bütün vücuttaki hücrelerde bulunan diğer iki genin aksine, Tre2 sadece testislerde bulunmaktadır. Bu durum Tre2 nin üremedeki rolünü açıkça ortaya koymaktadır."
Bu da yine, evrim ön yargısına dayanarak kurgulanmış bir hikayeden başka bir şey değildir. Burada anlatılan hikaye evrimle ilgili olduğu halde söz konusu genlerin hangi aşamalarla evrimleşmiş olduğuna dair hiçbirşey belirtilmemektedir. Tre2 geninin evrimle aşamalı şekilde ortaya çıkmış olabileceğini öne sürebilmek için, öncelikle genin eksik formlarının da işlevsel olabileceğinin gösterilmesi gerekmektedir. Oysa bir genin görevini yapabilmesi, barındırdığı nükleotid dizilimini hiçbir bozulmaya uğramaksızın korumasıyla mümkündür. Genlerdeki nükleotid diziliminde meydana gelecek en ufak bir eksilme dahi genin işlevini yitirmesine, hatta organizma için ölümcül tehlikelere yol açacaktır. Bu dizilim, nükleotidlerin rasgele dizilimi olarak düşünülmemelidir. Buradaki sıralama anlamlı ‘bilgi’ içermektedir. Örneğin bir organı kontrol eden gen, bu organla ilgili tüm yapısal detayların bilgisini içermektedir. Damar ağı, dokular vs. hepsi söz konusu gendeki mimari planda mevcuttur. Aşamalı evrim modelinde bu bilgi kaçınılmaz olarak eksik olacaktır. Böylece organ eksik ve tamamen işlevsel bir yapıda üretilecektir. Bu durum, Tre2 veya herhangi başka bir genin aşamalarla oluşmasını imkansız kılmaktadır.
Tre2’yi sentezle meydana getirdiği ileri sürülen USP32 geninin evrimsel olarak eski olduğu iddiası da bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Evrimciler birçok türde paylaşılan genlerin ortak atadan kalma, dolayısıyla evrimde eski olduğu fikrini savunurlar. Örneğin sitokrom proteinleri neredeyse yaşayan tüm canlılarda bulunur. Evrimcilere göre bu proteini sentezleyen gen de ‘eski’ kabul edilebilir. Aslında proteinin yaygın olması solunumda önemli rol üstlenmesinden kaynaklanmaktadır.
Hikayenin Perde Arkası
Bu paragrafta geçen; "soyağacı", "insansı maymungil", "insan olma yoluna sokan makas", "insanı ortaya çıkaran tetikleme" gibi kavramlar Bilim ve Ütopya’nın hayallerinden başka birşeyi yansıtmamaktadır. Çünkü bunların hiçbiri bilimsel kanıtlarla doğrulanmamıştır. Somut kanıtları bulunmayan, hayali kavramları bir hikaye çerçevesinde ele alarak onlara rol biçmek, ve bu hikayeyi gerçekmiş gibi anlatmak bilimle bağdaşmamaktadır.
Evrimcilerin hayali soyağacı, organizmaların kompleksliklerine göre dizilmesinden başka birşey değildir. Burada bir ağaç yaparak bunun yapraklarına canlı türlerini yerleştirmek evrimi doğrulamaya yetmez. Burada önemli ve de gerekli olan şart, türler arasında kurulan hayali evrim ilişkilerinin nasıl gerçekleşmiş olabileceğini ortaya koymaktır. Genetik alanındaki tüm deney ve gözlemler, evrim teorisinin dayandığı rasgele mutasyonlarla basit organizmaların DNAlarına ‘bilgi’ eklenerek onları daha kompleks yapıdaki organizmaların DNAsına dönüştürmesinin mümkün olmadığını göstermektedir.
"İnsansı maymungil" kavramı, soyu tükenmiş insan ırkları ve maymun türlerine ait fosil kalıntılar üzerine inşa edilmiş hayali çıkarımlara dayanmaktadır. Evrimcilerin ara tür olarak gösterdikleri Australopithecus genusuna ait türlerin, insanlara benzer şekilde iki ayak üzerinde yürümediğini gösteren bilimsel kanıtlar, insansı maymungil kavramının bir hayalden ibaret olduğunu ortaya koymuştur. Homo genusuna dahil edilen ve evrimde ilkel canlılar olarak gösterilen türlerin de günümüz insanının farklı varyasyonlarından başka birşey olmadığı yönünde kabuller yaygınlaşmaktadır. (Bkz. "Hayatın Gerçek Kökeni", Harun Yahya, İstanbul 2000)
"İnsan olma yoluna sokan makas" ve "insanı ortaya çıkaran tetikleme" gibi kavramlar da birşey ifade etmemektedir. Çünkü bunlar insan DNAsıyla bazı primat türlerinin DNAlarının genetik analizlerle karşılaştırılması ve geçmişe yönelik hayali tahminlerde bulunulmasına dayanır. Bilim ve Ütopya’da 21-33 milyon yıl önce gerçekleştiği ileri sürülen ayrılma da böyle hayali bir tahmindir. Üstelik bu tahminlerin dayandığı genetik analiz yöntemleri geçersizdir. Moleküler saat hipotezine göre hareket eden evrimciler mitokondriyal DNA analizlerinden yola çıkarlar. Oysa evrim biyologlarının mitokondriyle ilgili kabullerinin hatalı olduğunu gösteren bilimsel kanıtlar mevcuttur.
Mitokondrilerin babadan da aktarıldığını gösteren bulgular karşısında Nature ve New Scientist gibi evrimci dergilerde, bu analizlerin evrim biyologlarının kabullerini geçersiz kıldığı itiraf edilmektedir. (Mitokondriyal DNA analizleriyle ilgili tutarsızlıkları buradan okuyabilirsiniz)
Sonuç:
Bilim ve Ütopya dergisinde yer alan bu hikaye tamamen Darwinist ön yargılarla oluşturulmuştur. Bir bilim dergisinde haberlerin ön yargıya değil bilimsel kanıtlara dayanması gerekmektedir. Bilim ve Ütopya objektif bir dergi olmak istiyorsa bu temel kuralı çiğneyen politikalardan vazgeçmelidir.