Geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan ve Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani arasında bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşmenin gündemindeki en önemli konulardan biri Bağdat-Ankara ile Erbil-Bağdat hattında ilişkileri geren Kürt petrolüydü. Diğer önemli konu da Suriye'de de varlık gösteren Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Kerkük-Bağdat arasındaki karayolu denetimini ele geçirmesiydi. Neçirvan Barzani bölgedeki güvenlik durumunu anlattı ve IŞİD'in sadece Irak için değil, tüm bölge için tehdit olduğu mesajını verdi.
Irak’ın tehlikeli bir durumda olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Aslında Irak’ın içinde bulunduğu bu durum ABD işgali ile başlamıştı. Bilindiği gibi yüz binlerce asker ve tonlarca ağır silahla Irak’ı işgal eden ABD, aynı yıl Saddam Hüseyin rejimini de devirmişti. Amerikan işgali sırasında Irak’ta hayatını kaybeden Müslümanların sayısı ise 1.5 milyonu aşmıştı. 4,5 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Bu insanların büyük kısmı halen mülteci konumunda.
Ancak ABD Irak’tan çekildikten sonra da Irak’ta sular bir türlü durulmadı. ABD işgalinin ardından Irak, bugün, körüklenen mezhep savaşlarıyla karşı karşıya. Bir türlü sağlanamayan iç barış ortamı, Irak’ı adeta bir kan dökme kuyusu haline getirdi. Her gün ülkenin farklı şehirlerinde patlayan bombalarla Müslümanlar birbirlerini öldürüyorlar. Kısacası Irak’ta herhangi bir düzelme, huzur ve güvenlik ortamı sağlanamadı. Bunu sağlayacak olan bir sistem de henüz kurulamadı. Bu sistemin tesis edilmesinde Türkiye ve Irak arasındaki bu yakınlaşma oldukça önemli. Hatta bölgede iç huzurun sağlanması için Türkiye’nin sadece Irak’la değil bölgedeki diğer Müslüman ülkelerle de yakınlaşması gerekir. Bölgedeki Müslümanlar ve ülkeler arasında mezhep ayırt edilmeksizin oluşturulacak bir kardeşlik bilinci, güçlü bir birliğe vesile olacaktır. Ancak tüm sorunların çözümü olacak İslam Birliği hala kurulamadı. Bu nedenle başta Irak ve Suriye olmak üzere İslam aleminin sorunları bir türlü son bulmuyor. Irak örneğinden hareket edecek olursak Irak’ta ambargo ve IŞİD örgütünün varlığından dolayı 300.000 kişi bölgeyi terk etti. Irak’ın diğer bölgelerinde de bu sıkıntılar devam ediyor. Bunun tek nedeni ise can güvenliğinin olmaması. Irak hükümeti ise bu güvenliği sağlamak için silah satın alıyor. Sadece Rusya ile yaptığı anlaşma sonucu bu ülkeden 4.2 milyar dolarlık silah satın aldı. 4.2 milyar dolar Irak için çok yüksek bir harcama. Üstelik bu sadece Rusya’ya ödenen miktar. Ülke ABD, Çek Cumhuriyeti ve Kore gibi başka pek çok ülkeden de silahlar, helikopterler, F16’lar satın alıyor. Silaha bu kadar harcama yapmasının tek nedeni ise korunma arzusu... Çünkü ülkede El Kaide, IŞİD gibi terörist organizasyonlar her türlü şiddet eylemini gözünü kırpmadan işliyor. Fakat örgütlerin bu saldırılarından silahla korunabileceğini düşünen hükümet, sahip olduğu silahlara rağmen halkını korumakta başarılı olamıyor. Bu yöntemin sorunları asla çözemeyeceği şu ana kadar yaşanan olaylarla sabit. Kimsenin içinde bulunmadan anlayamayacağı bu olaylar, dehşet verici boyutlarda. Irak’ta bu örgütler, bombalı saldırılar ve cinayetlerle masum sivillerin hayatına durmaksızın son vermeye devam ediyor. Ülkede her gün ortalama 29 kişi bu örgütler nedeniyle hayatını kaybediyor. 2013’ten bu yana ölenlerin sayısı 10 bin kişiyi aştı. Sadece Ocak ayında yaklaşık 1000 kişi hayatını kaybetti. Bu rakamlar belki de yaşanan ortamın dehşetini biraz olsun anlayabilmemizi sağlayabilir.
Burada çözüm olacak esas konu mutlaka İslam Birliği’ne ihtiyaç olduğunun anlaşılmasıdır. Silaha yapılan harcamanın orada yaşayan kardeşlerimizin tüm ihtiyaçlarını karşılayabileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla öncelikle, silahın çözüm olamayacağı herkese anlatılmadır. Bu konudaki en çarpıcı örnek IŞİD’in ele geçirdiği Felluce. Felluce’de halk silahların gölgesi altında yaşamaya çalışıyor. Ancak ambargo, bombardıman ve çatışmalar sebebiyle 9 bin aile Felluce'yi terk etmek zorunda kaldı. Buradaki tek bir örnek bile silahın barışın sağlanması için çözüm olamayacağını gösteriyor.
Oradaki tüm insanlar çok zor durumda. Onları bu kadar zor durumda bırakanlar ise radikal militanlar. Bu militanları böylesine kararlı yapan aslında sadece ellerindeki silah değil, beyinlerindeki inanç. Dolayısıyla onları yenmenin yolu silahlanmak veya onlara silahla karşılık vermek değil, esas olan beyinlerindeki yanlış inanca doğru inançla cevap vermektir. Yanlış inancın doğru inanca dönüşmesi ise eğitimle olur. Bağnazlığı ve radikalizmi ortadan kaldıran; modernliğin, kalitenin, güzel ahlakın öğretildiği bir eğitim. Mezhep çatışmalarının olmadığı, petrol krizlerinin yaşanmadığı tam tersine herkesin hem ülke içinde hem de çevre komşu ülkelerde birlik içinde kardeşçe ve dostça yaşamasının gerekliliğini kavrayacak, birliğin oluşması için fikri mücadele verecek bir inancın gelişmesi... Aslında bu inancın yerleşmesi çok kolay. Çünkü ruhumuzda ve vicdanımızda zaten bu inanç mevcut. Sadece bunun dile getirilmesi İttihad-ı İslam’ın tek çözüm ve mutlak şart olduğunun tekrar hatırlatılması gerekiyor. Allah’ın nuru ile nurlanmış, Kuran ahlakının gereği olan sevgi ve adaletle hükmeden bu birleştirici unsur, ezilen, sömürülen İslam coğrafyasının tek umududur. İslam Birliği, tüm Müslümanlara, Peygamberimiz (s.a.v.)’in de müjdelediği üzere “kardeş” olduklarını tekrar hatırlatacak, Müslüman olmayan unsurların dahi huzur ve güven içerisinde yaşayabilecekleri bir dünyanın tesisi için gerekli zemini hazırlayacaktır. Dünyanın beklediği huzur, sevgi, barış ve kardeşlik ortamı ancak İslam Birliği çerçevesinde sağlanabilir.
Adnan Oktar'ın Opinion Maker'da yayınlanan makalesi: