CHARLES DARWIN: EVRİMCİLERİN ÇAĞDIŞI "EFENDİSİ"
|
Son günlerde dikkat çeken en belirgin evrimci yayın, Aktüel dergisinin ilavesi olarak yayınlanan MILLENNIUM adlı dergidir. Bu derginin 9. sayısında, Charles Darwin"in hayat hikayesi kapak yapılmış ve Darwinizm"in bilimsel bir gerçek olduğunu öne süren iddialar dile getirilmiştir. Dergideki üsluba bakıldığında, yazarlarının ateizme inandıkları ve Darwinizm"i de bu nedenle benimsedikleri açıkça anlaşılmaktadır.
|
Elbette herkes dilediği gibi düşünmekte özgürdür. Ateist ya da dindar olmak, bir insanın kendi vicdani seçimidir. Ancak ateistler, Darwinizm"e dayanarak bilimin kendi taraflarında olduğunu iddia etmektedirler ki, bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü, tüm diğer çalışmalarımızda ortaya koyduğumuz gibi, günümüzde bilim evrim teorisini reddetmekte ve yaratılışı desteklemektedir.
Darwin, teorisini herhangi bir somut deneye ya da bulguya dayandırmıyordu. Sadece bazı gözlemler yapmış ve bunlar üzerinde fikir yürütmüştü. Gözlemlerinin çoğunu, İngiltere"den uzak denizlere açılam HMS Beagle adlı gemide yapmıştı.
Evrimcilerin "Tutucu" Fikirleri
21.yüzyıla girmemize sayılı günlerin kaldığı ve her an teknolojiden tıbba, biyolojiden arkeolojiye kadar birçok alanda sayısız gelişmenin gerçekleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Bilim, insanın genetik şifresini çözmek üzere kendisiyle yarışıyor, tıp alanında en acımasız hastalıklar bile çareye kavuşturuluyor. Tarih boyunca bilim hiçbir zaman bu kadar büyük bir hızla gelişim göstermemişti.
Ne var ki, bilim bu kadar hızla ilerlemesine ve insan hayatına sürekli bir yenilik getirmesine rağmen ülkemizde bazı kimseler hala "gerici", "bağnaz" ve "tutucu" diyebileceğimiz bir zihniyetle 19. yüzyılın (2 yüzyıl öncesinin) ilkel bilim anlayışı ile üretilmiş, bugün çocukların bile güldükleri teorilere sahip çıkmaya çalışıyorlar.
İşte, yukarıda belirttiğimiz Aktüel"in eki olarak verilen Millennium dergisinin 9. sayısında da bu tutum açıkça sergilendi. Derginin kapak konusu, bilimin çoktan tarihe gömdüğü evrim teorisini ortaya atan Charles Darwin idi. Derginin Charles Darwin"e yaklaşımı ise son derece ilginçti. Yazıda Darwin"in ortaya attığı evrim teorisinin bilimsel hezimeti gizlenmiş ve Darwin sanki yüzyılın dehası gibi anlatılmış, övülerek göklere çıkartılmıştı.
Oysa "Türlerin Efendisi", "saygın bilim adamı" gibi sıfatlarla yüceltilen, ortaya attığı teori ile tüm karşıtlarına karşı direnen bir bilim adamı gibi lanse edilmeye çalışılan Darwin, aslında bilim tarihindeki en büyük yanılgının mimarıdır.
Darwin"in hiç bir somut bilimsel bulguya dayanmayan teorisi, kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir "mantık yürütme"dir. Hatta, Darwin"in kitabındaki "Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori birçok önemli soru karşısında çaresiz kalmıştır.
KRİZ İÇİNDE BİR TEORİ Ünlü biyokimyacı Michael Denton"a göre, evrim teorisi, özellikle moleküler biyolojinin ortaya koyduğu kanıtlar karşısında kriz içindedir. |
Yine de Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini ummuştur. Bunu da kitabında sık sık belirtmiştir. Ancak gelişen bilim, Darwin"in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır. Öyle ki evrim teorisi bugün, lehinde yürütülen tüm propagandalara rağmen, Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton"ın Evolution: A Theory in Crisis adlı kitabında vurguladığı gibi "kriz içinde bir teori"dir. (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985)
Darwinizm"in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta özetlenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır. Darwin"in basit bir su haznesi sandığı tek bir canlı hücresinin bile, rastlantılar ve doğal süreçlerle oluşması imkansız olan kusursuz bir tasarıma sahip olduğu günüzümde görülmüştür
2) Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiç bir bilimsel bulgu yoktur. Mutasyonlar canlıları sadece tahrip eder, doğal seleksiyon ise yeni organlar ve özellikler oluşturmaz.
3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır. Canlı türleri Darwin"in iddia ettiği gibi çok sayıda "ara form"un arka arkaya gelmesiyle değil, bir anda ve kursuzsuz yapılarıyla yeryüzünde ortaya çıkmışlardır.
Kısacası, evrim teorisinin iddialarını destekleyebilecek hiç bir bilimsel bulgu yoktur. Darwin, 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi içinde düşündüğü için yanılmış, ve bilgisizliğin verdiği bir cesaretle hayali bir senaryo geliştirmiştir. Ama bilimin ilerlemesiyle birlikte bu senaryo açıkça çökmüştür.
| |||
DARWIN"İN ZORLUKLARI Amatör bir doğabilimci olan Charles Darwin, teorisini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı. Darwin, açıklayamadığı pek çok konuyu kitabındaki "Teorinin Zorlukları" adlı bölümde itiraf etmiş ve bunların ileride çözüme kavuşacağını ummuştu. Ama bu umudu, bilimin ilerlemesiyle boşa çıkacaktı. |
Aktüel Dergisi Evrim Propagandası Yaparken Bilimsel Bir Delil Sunmamıştır
Tüm bu gerçeklere rağmen, Aktüel"in bir ilavesi olan söz konusu Millenium dergisinde, evrim teorisinin "oldukça elle tutulur kanıtlara" dayandığı iddia edilmiştir. Peki acaba bu kanıtlar nedir? Derginin sayfalarına baktığımızda, bu konuda sadece Darwin"in Galapagos adalarında gözlemlediği farklı ispinoz türlerinden söz edildiği görülmektedir. Bunun dışında yazılanların tümü, Darwin"in hayat hikayesiyle ilgili duygusal yorumlardan ibarettir.
Galapagos adalarındaki ispinoz türleri, evrimci kaynakların 140 yıldır dillerinden düşürmedikleri bir konudur. Darwin, bu adalardaki ispinoz topluluklarının farklı gaga yapılarına sahip olduklarını gözlemlemiş, bu gaga yapılarının zaman içinde oluşan bir çeşitlenme olduğu sonucuna varmış, sonra da bunu teorisi lehinde bir delil sanmıştır.
Oysa son 20 yılın araştırmaları, ispinozlarda ya da benzeri örneklerde "çeşitlenme" olgularının, evrim teorisine hiç bir delil oluşturmadığını göstermektedir. Dahası, canlı türleri arasındaki "çeşitlenme" örneklerinin evrime kesinlikle bir delil olmadığını bugün dünyanın en önde gelen evrimci otoriteleri tarafından da kabul edilmektedir. Yani yeryüzündeki hiçbir canlı Darwin’in iddia ettiği "çeşitlenme" yoluyla meydana gelmemiştir. Allah tüm canlıları, sahip oldukları kusursuz özelliklerle birlikte yaratmıştır.
İLKEL BİLİMİN ÜRÜNÜ Darwin"in teorisini ortaya attığı dönemde canlılığın detayları hakkında çok az şey biliniyordu. Dönemin ilkel mikroskoplarının altında, hayatın kompleks yapısı gözlemlenemiyordu. |
Darwin"in Varyasyon Örnekleri
Darwin 1859 yılında Türlerin Kökeni "ni yayınladığında, canlılığın olağanüstü çeşitliliğini açıklayan bir teori ortaya attığını düşünüyordu. Bir canlı türü içinde doğal çeşitlenmeler (varyasyonlar) olduğunu gözlemlemişti. Az önce belirttiğimiz ispinozlar örneği, bu gözlemlerin ilkiydi. Daha sonraki yıllarda İngiltere"deki hayvan pazarlarını gezerken, ineklerin çok farklı cinsleri bulunduğunu, havyan yetiştiricilerinin de bunları seçici bir biçimde çifleştirerek yeni cinsler türettiklerini izlemişti. Bundan yola çıkarak da, "canlılar doğal olarak kendi içlerinde çeşitlenebiliyorlar, demek ki uzun zaman dilimleri içinde bütün canlılık tek bir ortak atadan gelmiş olabilir" şeklinde bir mantık yürütmüştü.
Oysa Darwin"in "türlerin kökeni" hakkında ortaya attığı bu varsayım, gerçekte türlerin kökenini hiç bir şekilde açıklamıyordu. Genetik biliminin gelişmesiyle birlikte, bir canlı türü içindeki çeşitlenmenin hiç bir zaman yeni bir tür oluşumuna yol açmayacağı anlaşıldı. Darwin"in "evrim" sandığı olgu, gerçekte "varyasyon"du.
Evrim ile Varyasyon Arasındaki Fark
Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların, birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Evrim teorisi için önemli olan ise, yepyeni bir tür oluşturacak yepyeni bir bilginin nasıl ortaya çıkabileceği sorusudur.
Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir canlı türünün gen havuzunda bulunan bütün özellikler, varyasyon sayesinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir. Örneğin varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün içinde diğerine göre biraz daha uzun kuyruklu ya da biraz daha kısa ayaklı cinsler ortaya çıkabilir, çünkü kısa ayak bilgisi de, uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin gen havuzunda vardır. Ama varyasyon sürüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, metabolizmalarını değiştirip onları kuşa dönüştüremez. Çünkü bu tür bir dönüşüm canlının genetik bilgisinde bir artış olmasını gerektirir, fakat varyasyonlarda böyle bir durum söz konusu değildir.
|
Darwin, teorisini ortaya attığında işte bu gerçeğin farkında değildi. Varyasyonların bir sınırı olmadığını sanıyordu. 1844"te yazdığı bir yazısında, "çoğu yazar doğadaki varyasyonun bir sınırı olduğunu kabul ediyor, ama ben bu düşüncenin dayandığı tek bir somut neden bile göremiyorum" demişti. (Loren Eiseley, The Immense Journey, Vintage Books, 1958, s. 186) Türlerin Kökeni"nde de az önce sözünü ettiğimiz ispinozlar, inekler gibi varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili gibi göstermişti. Darwin"in, bu "sınırsız değişim" fikrini en iyi ifade eden ise, Türlerin Kökeni"nde yazdığı şu cümleydi:
"Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum." (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184)
Darwin"in bu denli hayali örnekler vermesinin nedeni, içinde yaşadığı yüzyılın ilkel bilim anlayışıydı. 20. yüzyıl bilimi ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda "genetik değişmezlik" (genetik homoestatis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu ilke, bir canlı türünü değiştirmek için yapılan tüm eşleştirme (farklı varyasyon oluşturma) çabalarının sonuçsuz kaldığını, canlı türleri arasında aşılmaz duvarlar olduğunu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricilerinin sonunda inekleri başka bir türe dönüştürmeleri, kesinlikle mümkün değildi.
Darwin Retried adlı kitabın yazarı Norman Macbeth bu konuda şöyle yazar:
"Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetiştiricilerin yetiştirdikleri değişik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmediğini, hatta hep orijinal formlarına geri döndüğünü biliriz." (Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard Common Press, New York: 1971, s. 33.)
Hayvan yetiştiriciliği konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri sayılan Luther Burbank bu gerçeği, "bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir. (Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, s. 36)
Biyolog Edward Deevey de, varyasyonun hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleştiğini şöyle açıklar:
"Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır... Ama sonuçta buğday hala buğdaydır ve, örneğin, üzüm değildir. Domuzlar üzerinde kanat oluşturmamız da, kuşların yumurtalarını silindir şeklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükselişidir. Daha iyi beslenme ve bakım koşulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaşmıştır, ama bu artış giderek durma noktasına gelmiştir. Çünkü varabileceğimiz genetik sınıra dayanmış durumdayız." (Edward S., Jr. 1967. The reply: Letter from Birnam Wood. Yale Review. 61:631-640.)
Kısacası varyasyonlar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı değişimler meydana getirmekte, ancak hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Bu nedenle hiçbir varyasyon "evrim" örneği sayılamaz. Farklı köpek ya da at cinslerini ne kadar çifleştirirseniz çiftleştirin, sonuçta ortaya yine köpekler ya da atlar çıkacak, ama yeni türler oluşmayacaktır. Danimarkalı bilim adamı W. L, Johannsen bu konuyu şöyle özetler:
"Darwin"in bütün vurgusunu üzerine dayandırdığı varyasyonlar, gerçekte belirli bir noktanın ilerisine götürülemezler ve bu nedenle varyasyonlar ‘sürekli değişim"in (evrimin) nedenini oluşturmazlar." (Loren Eiseley, The Immense Journey, Vintage Books, 1958. s 227.)
Dolayısıyla Milennium dergisinin "sadece ispinoz kuşlarındaki çeşitlenme bile evrim teorisinin doğru olduğunun ispatıdır" şeklindeki yorumu, içi boş, bilim dışı bir iddia olmaktan öteye gidemez.
"Mikroevrim" İtirafları
Görüldüğü gibi, Darwin"in "türlerin kökeni"nin açıklaması sandığı varyasyonların gerçekte böyle bir anlam taşımadıkları, genetik biliminin bulgularıyla anlaşıldı.
Bu nedenle evrimci biyologlar, tür içindeki çeşitlenme ile yeni tür oluşumunu birbirinden ayırmak ve bunlar hakkında iki ayrı kavram öne sürmek durumunda kaldılar. Tür içindeki çeşitlenmeye, yani varyasyona, "mikroevrim" adını verdiler. Yeni türlerin oluşması varsayımı ise "makroevrim" olarak adlandırıldı. İşin önemli yanı, Darwinist teorinin "delil" olarak kabul ettiği tüm biyolojik olayların "mikroevrim"den ibaret olması, buna karşılık "makroevrim"in temelsiz bir varsayımdan öteye gidememesiydi. Evrimci biyologlar, Gilbert, Opitz, ve Raff, Developmental Biology dergisinde yayınlanan 1996 tarihli bir makalelerinde bu konuyu şöyle açıklarlar:
"Modern sentez (neo-Darwinist teori) önemli bir başarıdır. Ancak, 1970"lerden başlayarak, çok sayıda biyolog bunun açıklayıcı gücünü sorgulamaya başlamıştır. Genetik bilimi, mikroevrimi açıklamak için yeterli bir araç olabilir, ama genetik bilgi üzerindeki mikroevrimsel değişiklikler, bir sürüngeni bir memeliye çevirebilecek ya da bir balığı amfibiyene dönüştürecek türden değildir. Mikroevrim, sadece uygunların hayatta kalması kavramına yardımcı olabilir, uygunların oluşumunu açıklayamaz. Goodwin"in 1995"te belirttiği gibi, "türlerin kökeni, yani Darwin"in problemi, çözümsüz kalmaya devam etmektedir." (Scott Gilbert, John Opitz, and Rudolf Raff, "Resynthesizing Evolutionary and Developmental Biology", Developmental Biology 173, Article No. 0032, 1996, p. 361)
Evrimci biyologların varyasyonları "mikroevrim" olarak tanımlamaları, belki yanıltıcı bir izlenim oluşturabilir. Nitekim konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmayan pek çok kişi "mikroevrim uzun zamana yayıldığında makroevrim oluşturur" gibi yüzeysel bir düşünceye kapılmaktadır. Oysa burada sorun, "mikroevrim" denen kavramın, bir canlı türüne hiç bir yeni genetik bilgi katmamasıdır. Aksine, bir canlı türü içindeki varyasyonlar arttıkça, bu varyasyonların genetik bilgi sınırı da daralır.
"Mikroevrim" adı verilen varyasyonların "makroevrim" iddiasına, yani türlerin kökenine hiç bir açıklama getiremediği, başka evrimci biyologlar tarafından da kabul edilmiştir. Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin, Kasım 1980’de Chicago Doğa Tarihi Müzesi’nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ünlü sempozyumda bu konuda varılan sonucu şöyle anlatır:
"Darwin"in (varyasyonlardan yola çıkarak) yaptığı mantık yürütmeler haklı mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki son 40 yılın en önemli konferanslarından birine katılan bilim adamlarının ortaya koydukları yargıya göre, bu sorunun cevabı "hayır"dır. Chicago konferansındaki temel mesele, mikroevrimi sağlayan mekanizmaların, makroevrim adını verdiğimiz fenomeni açıklamak için de kullanılıp kullanılamayacağı olmuştur.... Cevap açıklıkla verilebilir: Hayır." (R. Lewin, "Evolutionary Theory Under Fire", Science, vol. 210, 21 November, 1980, p. 883)
Bu gerçek şöyle de özetlenebilir: Darwinizm"in yüzyılı aşkın bir süredir "evrim delili" olarak gördüğü varyasyonların, gerçekte "türlerin kökeni"yle hiç bir ilgisi yoktur. İnekler milyonlarca yıl boyunca farklı eşleşmelerle çiftleştirilebilir ve farklı inek cinsleri elde edilebilir. Ama inekler hiç bir zaman başka bir canlı türüne, örneğin zürafalara ya da fillere dönüşmeyecektir.
Aynı şekilde ispinozların gagalarındaki çeşitlenmeler de evrime delil oluşturmaz. Bu çeşitlenmeler hep belirli bir genetik sınırın içinde kalacak ve asla yeni bir tür oluşumuna yol açmayacaktır.
İşte bu nedenle de, Darwin"in problemi, yani "türlerin kökeni", evrimciler için hala cevapsızdır.
Darwin Galapagos"taki Yaratılış Delillerini Neden Görememişti?
Okyanusun ortasında yemyeşil bir takımadayı ziyaret ettiğinizi düşünün. Ana karadan binlerce kilometre uzak olan bu küçük kara parçasında dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte, çeşitlilikte ve zenginlikte bitkiler ve hayvanlar var. Kuşların her biri ayrı renklere, görünümlere hatta farklı seslere sahipler. Daha önce dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığınız çeşit çeşit canlılar yaşıyor. Böyle bir yerde bulunsaydınız ve bu muhteşem tabloyu seyretseydiniz, canlılara baktığınızda ne düşünürdünüz?
Muhtemelen renkler, canlılık, çeşitlilik karşısında büyük bir hayranlık duyar ve bu kadar çok canlının nasıl meydana geldiğini kendinize sorardınız. Ardından ulaştığınız sonuç, büyük bir okyanusun ortasında küçücük bir kara parçası üzerinde çok büyük bir yaratılış sergilendiği olurdu. Nitekim normal bir anlayışa ve bilgiye sahip olan her insan, biraz önce tarif edilen mekana gittiğinde ve bu canlılarla karşılaştığında, her birinin yaratılışında bir olağanüstülük olduğunu fark edebilir.
Oysa doğada gördüğü bu mucizevi çeşitlilik Darwin’i, pek çok insanın aksine, tüm varlıkların rastlantı eseri meydana geldiği sonucuna götürmüştür. O, tüm bunları yaratan Allah’ın sonsuz kudretini takdir edememiştir. Evrendeki sanattan etkilenmesi ve bir araştırmacı olarak bu gerçeği hemen anlayabilmesi gerekirken, Darwin’de bu mantık tam tersine işlemiştir. Kuşkusuz bu, onun mantık bozukluğunu gözler önüne sermektedir.
Ama tüm bunlara rağmen Millenium Dergisi, Charles Darwin"i son derece zeki, başarılı ve efsanevi bir bilim adamı olarak tanıtmıştır. Oysa Darwin"in hayatı ve görüşleri gözönünde bulundurulduğunda, gerçeğin hiç de bu şekilde olmadığı açıkça görülecektir.
Herşeyden önce Darwin, Beagle gemisi ile söz konusu geziye çıktığında biyoloji konusunda hiçbir eğitimi ve deneyimi yoktu. O güne kadar canlılar üzerinde ciddi olarak bir araştırma yapmamıştı.
Galapagos adaları özellikle kuş ve sürüngen türlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu, birçok canlı türünün yaşadığı bir bölgedir ve dolayısıyla buraya giden bir bilim adamının inceleyebileceği sayısız canlı türü bulunmaktadır. Ancak dikkat edilirse Darwin bu canlıların binlercesini toplayıp ispirtoda saklamasına rağmen, sadece ispinoz türlerine dikkat çekmiş ve bu canlıları incelediğinde de son derece dar görüşlü çıkarımlar yapmıştır.
İspinozların gagalarının inceliği, uzunluğu veya kısalığı elbette incelenebilir. Ama yalnızca bu incelemeyle tüm canlı türlerinin kökenine; örneğin dev boyutlu balinaların, farklı görünümleriyle fillerin, muhteşem uçuş yeteneği ile sineklerin, kanatlarındaki olağanüstü simetri ile dikkat çeken kelebeklerin, denizaltında yaşayan birbirinden çok farklı balıkların, kabuklu deniz canlılarının, kuşların, sürüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve şuur sahibi insanın nasıl var olduğuna yönelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilim yoluyla düşünen insanın benimsemeyeceği bir davranıştır.
Herşeyden önce gerçek bir bilim adamı, ispinoz kuşlarını incelediğinde ilk olarak bu canlıların nasıl olup da kusursuz bir uçma mekanizmasına sahip olduklarını düşünür. Kuş kanatlarını kusursuzca var edenin, onları mükemmel bir teknoloji ile inşa edenin kim olduğunu sorar. Tek bir kuş tüyündeki aerodinamik özelliği, uçmaya elverişli olarak hafif ve esnek yapıyı, tüyleri birbirine bağlayan milyarlarca küçük kancanın nasıl var olduğunu araştırır.
|
Tüyler ve kanatlar tüm bu teknik kusursuzluklarının yanısıra aynı zamanda son derece estetik ve gözalıcıdırlar. Kimi benekli, kimi rengarenk kimi ise son derece gösterişli olan bu kanatlardaki simetri, renkler, estetik tesadüfen meydana gelmemiştir. İşte açık bir şuurla, fikri saplantılardan uzak bir şekilde düşünen bir bilim adamı öncelikle bunları soruşturur. Ve tüm bu araştırma ve düşüncelerinin sonucunda çok açık ve kesin olan bir gerçeği görür: Bu kusursuz tasarımlar, eşsiz güzellikler ve saymakla bitirilemeyecek kadar çok olan çeşitlilik, Allah"ın yaratmasının eserleridir.
Örneğin bir tavuskuşunun tüyleri son derece gözalıcıdır ve bu tüylerdeki tasarım, estetik ve simetrik görünüm, akıl ve vicdan sahibi bir insanın hemen bu güzelliği yaratanı düşünmesine aracı olur. Ancak bakın, Darwin tavuskuşunun tüyleri ile ilgili neler düşünmektedir:
|
"Gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım. Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor." (Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston:Gambit, 1971, s.101)
Kuşkusuz tek başına bu örnek bile Darwin"in bilime ve doğada karşılaştığı varlıklara karşı olan önyargılı bakış açısının bir göstergesidir. Anlaşılan Darwin, Galapagos adalarında karşılaştığı canlıların büyük bir bölümünden dolayı da adeta "hasta olmuş" ve onları "ispirtoda saklamakla" yetinmiş, ama onlarda gördüğü özellikler üzerinde düşünmek istememiştir.
Oysa bir insanın tüm evrende var olan Yaratılış delillerini görebilmesi için Galapagos adalarına gitmesine de gerek yoktur. İnsan kendi bedeninden başını hafifçe kaldırıp baktığı gökyüzüne kadar her yerde Allah"ın varlığının, gücünün, aklının ve ilminin sayısız delilini görebilir.
Örneğin Darwin"i teorisinden soğutan göz bu sayısız delilden sadece biridir. Göz, tesadüfler sonucunda oluşamayacak kadar kompleks ve kusursuz bir yapıya sahiptir. 40 ayrı organelden oluşan gözün önemli bir yönü, "indirgenemez komplekslik" olarak adlandırılan bir özelliğe sahip olmasıdır. Bunun anlamı şudur; gözün işlev görebilmesi için bu 40 organelin her birinin aynı anda birarada olması gerekir. Bunların biri olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Bu 40 ayrı parçanın her biri de kendi içlerinde karmaşık tasarımlara sahiptir. Örneğin gözün arka kısmındaki retina tabakası 11 ayrı katmandan oluşur. Bu katmanlardan biri kan damarı ağıdır. Vücudun en yoğun damar ağını oluşturan bu tabaka ışığı yorumlayan retina hücrelerinin oksijen ihtiyacını karşılar. Diğer tabakaların her birinin ise ayrı görevleri vardır. Hiçbir evrimci bu denli kompleks bir organın nasıl oluştuğu sorusuna makul bir cevap veremez. Çünkü göz, Allah"ın kusursuz yaratışının delillerinden biridir. Kuran"da bildirildiği gibi;
"O Allah ki, yaratandır, kusursuzca varedendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O"nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O"nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)
|
Charles Darwin ise öyle karmaşık ve sağlıksız bir düşünce yapısına sahiptir ki, doğada var olan bu kusursuzlukları gördüğünde, akıl ve vicdan sahibi her insan gibi Allah"a iman edeceği yerde, hastalanmış, bunalıma girmiş, hatta intihar etmek istediğini söylemiştir. Darwin"in canlılardaki kusursuz tasarımları gördüğünde hissettiklerini anlatan sözlerinden bazıları şöyledir:
"Bu mükemmel evreni, özellikle de insanın doğasını izlemekten mutlu olamıyorum... Herşeye dizayn edilmiş kanunların bir sonucu olarak bakmaya eğilimliyim... Ve bütün bu kanunlar açıkça herşeyi bilen, gelecekteki tüm olayları ve sonuçları gören bir Yaratıcı tarafından dizayn edilmiştir. Ama daha fazla düşündükçe daha fazla kafam karışıyor." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 105)
"Tamamen ümitsiz bir karmaşanın içinde olduğumun bilincindeyim. Gördüğümüz dünyanın bir şans eseri olduğunu düşünemiyorum. Ama aynı zamanda her ayrı parçaya da bir Dizayn’ın sonucu olarak bakamıyorum." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, s. 146)
"Her sınıftaki hayvanla ilgili birçok şaşırtıcı ve ilginç örnekler verebilirim; bunların sayısı o kadar çok ki şans eseri olmaları mümkün değil." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.I,s. 455)
Ayrıca Darwin, ortaya attığı teorinin yanlışlığını ve temelsizliğini de fark etmiş ve şöyle yazmıştı:
"Okur yapıtımın (Türlerin Kökeni) bu bölümüne varmadan önce bir yığın güçlükle karşılaşmış olacaktır. Bunların bazıları bugüne dek üzerlerinde belirli bir ölçüde duraksamadan düşünemediğim kadar çetindir." (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s. 185)
Yakın dostu Asa Gray’a yazdığı bir mektupta ise "Oldukça iyi biliyorum ki spekülasyonlarım meşru bilimin sınırlarının oldukça ilerisine uzanmıştır." diyerek teorisini bilim dışı bir spekülasyon olarak değerlendirmişti.
Darwin"e körü körüne inananların ve onu kendilerine "efendi" ilan edenlerin, onun bu yönlerini de mutlaka gözönünde bulundurmaları gerekmektedir.
Fikri Saplantılar, Dar Bakış Açıları
Önceki satırlarda Darwin"in ve evrimcilerin ne kadar dar bir düşünce yapısına sahip olduklarından söz etmiştik. Darwin gibi tüm evrimcilerin ve materyalistlerin bakış açıları da aynı mantıktadır.
Örneğin Darwin, ispinoz kuşlarına bakıp onların sadece gagalarını görebilmiş, sonra da bu noktadan hayali çıkarımlar yapmıştır. Oysa ispinoz kuşunun sindirim sisteminden, kullandığı uçuş tekniklerine, gözlerinin yapısından nasıl avlandığına kadar binlerce özelliği bulunmaktadır. İspinoz kuşunun hücrelerini oluşturan tek bir protein molekülünde bile Allah"ın varlığını kanıtlayan sayısız delil ve mucizevi özellik bulunmaktadır. Sadece gagalarına bakarak, "bunlar tek bir türden çeşitlenmişlerdir, sonuç olarak canlılılar yaratılmamışlardır" diye son derece akıl ve bilim dışı bir çıkarım yapmak veya bu çıkarımı savunmak, söz konusu çevrelerin tutucu bakış açılarının bir göstergesidir.
Bu bakış açısına sahip herhangi bir insan, gökyüzünde her gece gördüğü aya bakıp, hiçbir araştırma yapmadan "demek ki ayın üzerinde her tarafa florasan benzeri bir ışık yayan bir madde var" diyerek kendine bilim adamı dedirtebilir. Veya ortaçağ hurafelerine inanan insanlar gibi, etin üstünde kurtçukları gören bir kişi hiçbir araştırma yapmadan ve düşünmeden "demek ki et gibi cansız maddeler, kurtçuk gibi canlı maddeleri oluşturabilmektedir" diye bir sonuca varabilir.
İşte ihtiyar bir gezginin 19. yüzyıldan kalma bunlara benzer çıkarımlarının, 21. yüzyıla girerken bazı kimselerce savunulması gerçekten ibret vericidir.
Darwin"i izleyen evrimcilerin ve materyalistlerin bu yeniliklere kapalı anlayışları birçok konuda kendini gösterir. Özellikle ideolojik açıdan tam bir fikri saplantı içindedirler. Hatta bilimsel araştırmaları kendileri yapıp, yaratılışın delillerini gözleriyle görmelerine rağmen yine de "biz materyalizme olan inancımızdan vazgeçemeyiz" diyebilmektedirler. Söz konusu çevrelerin bu durumunun beyaz bir tahtaya bakıp "bu tahta aslında beyaz ama ben onun siyah olduğuna inanıyorum ve bu inancımdan da asla ve kesinlikle vazgeçmeyeceğim, ileride bir gün belki bunun siyah olduğunu bilimsel olarak da ispatlayabilirim" diyen bir adamdan en küçük bir farkları yoktur.
Darwinist ve ateist bir genetikçi olan Richard Lewontin şöyle bir itirafta bulunur:
"Bizim materyalizme bir inancımız var, "a priori" (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz, (Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)
Bu sözler evrimcilerin ideolojileri ile ilgili saplantıları olduğunu, gerçeği görseler bile inandıklarından vazgeçmeyeceklerini anlamak açısından yeterlidir. Evrimci Robert Shapiro ise bilim tarafından hiçbir zaman ispatlanmayan bazı terimlerin sırf ideolojilerine uygun olduğu için savunulduğunu şöyle itiraf eder:
"Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA"ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin kendini örgütlemesi" olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır." (Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986. s. 207)
Darwinciler’in ve materyalistlerin bu dogmatik bakış açısı, insanları, toplumu ve sosyal olayları değerlendirmelerine de yansır. Doğanın bir "yaşam mücadelesi"nden ibaret olduğuna, bu mücadelede ise sadece güçlü olanların hayatta kalabildiğine dair kesin bir saplantıları vardır. Aynı yaşam mücadelesinin "gelişmiş bir hayvan" olarak gördükleri insan için de geçerli olduğunu iddia ederler. Dolayısıyla her insanın, hayatta kalabilmek için çetin bir mücadele vermesi, çıkarlarını ölümüne koruması, fedakarlık, başkalarının iyiliğini kollama gibi insani birtakım özelliklerden de özenle kaçınması gerektiğine inanırlar.
Oysa insan, tüm diğer canlılardan farklı olarak Allah’ın kendisine verdiği akıl ve şuura sahiptir. Aklını kullanan bir insan ise yeryüzünün bir "yaşam mücadelesi" yeri olmadığını, aksine dünyada Allah’ı tanımak ve O"na kulluk etmek için bulunduğunu bilir. Bundan dolayı da karşılıksız sevgi, saygı, fedakarlık, bağlılık, vefa gibi güzel ahlak özelliklerine sahip olur. İşte insanı, insan yapan da bu üstün ahlaki özelliklerdir.
|
Sonuç
Aktüel dergisinin ilavesi olan Millenium dergisinde, evrim teorisinin "oldukça elle tutulur kanıtlara" dayandığı iddia edilmiştir. Oysa gerçekte evrim teorisini destekleyen hiç bir somut bulgu yoktur. Darwin"in 140 yıl önceden büyük bir delil sanarak öne sürdüğü ispinozlar ve benzeri örneklerin geçersizliği ise, burada incelediğimiz gibi, açıkça ortaya çıkmış durumdadır. Bugün tüm Türk halkı bu gerçekleri öğrenmiştir. Anadolu’da yaşayan küçük bir çocuğa bile sorsanız, Darwin’in iddialarının ne kadar çağdışı olduğunu size anlatabilecektir.
Peki o halde neden hala "koskoca" evrimci bilim adamları Darwin"e bu denli bağlıdırlar? Bu sorunun cevabını, yine Millenium dergisindeki yazılarda bulmak mümkündür: Darwinizm"e olan bağlılığın nedeni, bu teorinin ateistlere bir tür "kendine güven" hissi vermesidir. Kendilerini yaratmış olan Allah"ı tanımayan bu insanlar, bu inkarlarına dayanak olarak Darwin"in çağdışı iddialarına körü körüne sarılmaktadırlar. Sırf inkar edebilmek için 1800’lerde yaşamış "yaşlı bir gezgini" kendilerine "efendi" olarak ilan edebilmektedirler.
Oysa akıl ve sağduyu sahibi bir insana düşen, bu tip bir tarafgirliği ve tutuculuğu bir kenara bırakıp, nasıl var olduğu konusu üzerinde samimi bir şekilde düşünmektir. Millenium dergisindeki sözkonusu yazıları kaleme alanları ve onlar gibi düşünen daha pek çok kişiyi bu samimi düşünceye davet ediyoruz.
Ve tüm Darwinistlere hatırlatıyoruz: Kendilerini yaratmış olan Allah"ın varlığını kabul ettiklerinde, bu dünyada niçin var oldukları sorusunun gerçek cevabını bulacak ve kendi kendilerini aldatmaktan kurtulmuş olacaklardır. Bir insan için bundan daha büyük bir kazanç olamaz.