Zamanın izafiyeti, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniyede gerçekleşir. Yüce Allah Kuran’da bu gerçeğe Kehf kıssasında işaret eder. Kuran’da bildirildiğine göre Rabbimiz mümin bir topluluk olan Kehf Ehli’ni üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra uyandırdığında ise bu kişiler zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir. Bu olay Kuran’da şöyle haber verilmektedir:
“Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.” (Kehf Suresi, 11-12)
“Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: “Ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.” Dediler ki: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...” (Kehf Suresi, 19)
Kuran’daki bu örnek de göstermektedir ki zamanın akış hızıyla ilgili bilgi, sadece algılayana göre değişen referanslara dayanmaktadır. Nitekim bir insanın “ben otuz yaşındayım” demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir “an” ile muhatap olacaktır. Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için zamanın hep ileri aktığını düşünürüz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir.
20. yüzyılın en büyük fizikçisi olarak nitelendirilen Albert Einstein “Zamanın Göreceliği (İzafiyeti)” teorisini ortaya atmıştır. İzafiyet kuramı olarak da adlandırılan bu teoriye göre uzay ve zaman bir algıdır. Diğer bir deyişle, mutlak zaman diye birşey yoktur. Uzay ve zamanı algılama biçimimiz, nerede bulunduğumuza ve nasıl hareket ettiğimize bağlıdır:
Yerçekiminin Etkisiyle Zamanın Akışı Değişir: Bir cismin konumu zamanı etkilemektedir. Einstein’ın izafiyet kuramına göre, yerçekiminin etkisiyle zaman daha yavaş akmaktadır. Buna göre yerçekiminin daha az olduğu bir yere doğru uçmakta olan bir uçağın yolcuları her uçuşta birkaç nanosaniye daha fazla yaşlanırlar. Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği bir ikiz örneğiyle şöyle anlatmaktadır:
“Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.” (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54)
Einstein ve Hawking’in çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiği teorisi, Amerikalı bilim adamları tarafından deneylerle kanıtlanmıştır. Bu konuda yapılan ilk deney için yüksek irtifadaki bir füze ile manyetik alanın etkisinin daha fazla olduğu iki ayrı yer seçilmiştir. Aralarında yükseklik farkı sebebiyle yerçekimi farkı bulunan bu iki yere atomun titreşimlerini ölçebilen çok hassas iki süper atomik saat yerleştirilmiş ve zamanın göreliliği bilimsel olarak ispatlanmıştır. Günümüzde ise bu deneyin kapsamı arttırılarak zamanın izafiyeti günlük hayatta da izlenebilmiştir. Bu deney için öncekilere oranla yüzlerce kat daha hassas iki atomik saat kullanılmıştır. Ancak bu deneyi diğerinden ayıran tek fark hassas atomik saatler değildir. Bu kez iki saat arasındaki yükseklik farkı sadece 33 cm’dir. Amerikan bilim dergisi Science’in 24 Eylül 2010 tarihli sayısında yayımlanan deneyin sonucuna göre, 33 cm yüksekte, yani iki basamak yukarıda bulunmak basıncı biraz daha azalttığı için zamanın daha hızlı geçmesine neden olmakta ve iki basamak yukarıda bulunan kişi daha çabuk yaşlanmaktadır. Ancak Yüce Allah hiçbir olayı aklın ihtiyarini alacak şekilde yaratmadığından bu fark 97 yıllık bir ömürde saniyenin 90 milyarda biri kadar olur ve hiç kimse tarafından fark edilemez. Buraya kadar kısaca özetlediğimiz bilimsel bulgudan ortaya çıkan sonuç, zamanın algı olduğu gerçeğini bir kez daha ispatlamıştır. Bu gerçek, asırlar önce Kuran’da haber verilmiş bir bilgidir. Bu konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir:
“ ... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac Suresi, 47)
“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.”(Secde Suresi, 5)
“Melekler ve Ruh (Cebrail), O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” (Mearic Suresi, 4)
Bir cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçmektedir. Bir cisim hızlandıkça (çekim merkezlerinin yakınında) o cismin üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Yani hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır, daha yavaş işleyerek sanki “durma” noktasına yaklaşmaktadır. Bunu Einstein’ın başka bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre aynı yaştaki ikizlerden biri Dünya’da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda hızla seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Einstein’ın 1900’lü yıllarda ulaştığı bu sonuç NASA destekli bir proje ile doğrulanmıştır. NASA, Einstein’ın, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken uzay ve zamanı büktüğü yolundaki iddiasını Dünya’nın etrafında dönen iki uydu ile ölçümler yaparak saptamıştır. Araştırmanın sonucunda ölçüm yapılan uyduların yörüngesinde Dünya’nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirlenmiştir. Yani uydular yörüngelerinden yılda iki metre kadar dışa doğru itilmişlerdir. Bu, Einstein’ın uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili hesaplarıyla %99 uyumlu bir bulgudur. NASA’nın uzay araçları ile ortaya koyduğu, cismin hızının zamanın akışı üzerinde değişen etkisini NIST’teki araştırmacılar günlük hayatta da tespit etmişlerdir. Yaptıkları araştırmaya göre, kişi saatte 32 kilometre daha hızlı gittiğinde, zaman daha yavaş geçmektedir. Söz konusu bilimsel deneyler gerçekte zamanın nasıl aktığını ya da akıp akmadığını asla bilemeyeceğimizi ispatlar. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir. Modern bilim tarafından doğrulanan bu gerçek yani zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
“Sizi çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.” (İsra Suresi, 52)
Zaman ve mekan mutlak olmayan, başlangıçları olan, Allah’ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanın izafi (göreceli-rölatif) bir kavram olduğu, materyalistlerin yüzyıllardır zannettikleri gibi değişmez ve sabit olmadığı, değişken bir algı biçimi olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bu şekilde materyalistlerin “mutlak zaman-sonsuz evren” iddiaları tamamen geçersiz kalmıştır. Yüce Allah “an” denilen sonsuz kısa zamanda sonsuz evveli ve sonsuz sonrayı yaratıp bitirmiştir. Zaman sonradan insanlar için yaratılmıştır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır. İşte materyalistlerin akıl erdiremedikleri “Kader” gerçeğinin özü de buradadır. Bizim için geçmişte yaşanmış ve gelecekte yaşanacak olan olayların tümü, zamana tabi olmayan, zamanı yoktan var eden Allah’ın bilgisi ve hakimiyeti dahilindedir. Rabbimiz’in Kuran’da 1400 yıl önce bildirdiği ve iman edenlerin gönülden inandıkları gerçekleri bugün modern bilim de doğrulamakta ve Kuran’ın Allah‘ın sözü olduğuna bir kere daha şahitlik etmektedir.
“... Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)
- http://www.sciencemag.org/cgi/content/ abstract/ 329/5999/1630; - http://www.nature.com/news/2010/100923/ full/news.2010.487.html#B1
Özel olarak dizayn edilmiş tek pencereli bir odada oturup, burada belirli bir süre geçirdiğimizi varsayalım. Odada geçen zamanı görebileceğimiz bir de saat bulunsun. Aynı zamanda odanın penceresinden güneşin belirli aralıklarla doğup-battığını görelim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, o odada ne kadar kaldığımız sorulduğunda vereceğimiz cevap; hem zaman zaman saate bakarak edindiğimiz bilgi, hem de güneşin kaç kere doğup battığına bağlı olarak yaptığımız hesaptır. Örneğin, odada üç gün kaldığımızı hesaplarız. Ama eğer bizi bu odaya koyan kişi bize gelir de, “aslında sen bu odada iki gün kaldın” derse ve pencerede gördüğümüz güneşin aslında suni olarak oluşturulduğunu, odadaki saatin de özellikle hızlı işletildiğini söylerse, bu durumda yaptığımız hesabın hiçbir anlamı kalmaz. Bu örnek de göstermektedir ki zamanın akış hızıyla ilgili bilgimiz, sadece algılayana göre değişen referanslara dayanmaktadır. Tüm olaylar bize belli bir sıralamayla gösterildiği için, zamanın hep ileri doğru aktığını düşünürüz. Örneğin bir kayakçı hep dağdan aşağı doğru kayar, yukarı doğru kaymaz veya bir su damlası su birikintisinden yukarı doğru çıkmaz, hep aşağı doğru düşer. Bu durumda bir kayakçının tepedeki hali geçmiş iken, aşağıya ulaştığı hali gelecektir. Oysa eğer hafızamızdaki bilgiler, bir filmin başa sarılması gibi tersine doğru gösterilmeye başlarsa bizim için gelecek, yani aşağı inmiş hali geçmiş olur, geçmiş ise yani tepedeki hali ise gelecek olur.