Dünya ticaretinin 2/3'lük bir bölümü deniz yoluyla gerçekleşir. Ticaretin ilk şekillendiği ve güçlendiği yıllardan beri, "denizlere hükmeden, dünyaya hükmeder" anlayışı, sayısız savaş başlatmıştır. Geçmişte aleni bir hakimiyet mücadelesi olarak başlayan savaşlar bugün şekil değiştirmiş, devletlerarası olmaktan çıkıp, devletlerin kontrolündeki gruplar savaşı haline bürünmüştür. 2015 tarihinden beri dehşetli ama kamuoyunun ilgisizliği nedeniyle sessiz devam eden Yemen çatışmaları da, işte bu güç mücadelesinin ürkütücü ve acı bir örneğidir.
"Tıkanma noktaları" (chokepoints) olarak adlandırılan dünyanın 7 ünlü geçidi, bugün dünyanın en kritik yerleri olarak nitelendiriliyor. Bab-ül Mendep Boğazı bunlardan bir tanesi. Arap Yarımadası ile Afrika arasındaki geçit noktasını oluşturan Bab-ül Mendep, önemli bir stratejik nokta ve bu sebeple de Yemen, çatışmaların merkezi konumunda. Zengin kaynaklarına rağmen fakir bırakılmış ülke Yemen, bu çatışmaların alevlenmesi için aslında oldukça müsait bir alan olarak algılandı. Maddi imkanları, istikrarlı bir yapısı, ideolojik bir tabanı olmayan ülke, çok kısa süre içinde iki grubun savaş alanına dönüştü. Sunni-Şii çatışması, bölgedeki pek çok savaşçı için tek geçerli gerekçe olarak görülse de, Ortadoğu'daki hemen her konuda olduğu gibi burada da gerçek gerekçe, güç mücadelesi.
Yaklaşık 3 yıldır devam eden iç savaşta şimdiye dek 10 bin kişi yaşamını yitirdi. Bunların büyük kısmını siviller oluşturuyor. Arka plandaki devletler tarafından yürütülen ve özellikle sivilleri hedef almaya yönelik 21. yüzyılın yeni savaş stratejisinde, Yemen'de yine seçilen hedefler hastaneler, pazar yerleri ve ülkenin hayati noktalarından biri olan su istasyonları. Bir süre önce uygulanmaya başlayan abluka, temel gıda maddelerinin, benzinin, ilacın ve en önemlisi suyun ülkeye girişini büyük ölçüde durdurmuş durumda. Benzine ulaşımın zorlaşması, temiz suya ulaşımı imkansızlaştırmakta; bu durum ise kolera, difteri gibi bulaşıcı hastalıkları ülkede geniş çaplı bir salgın haline getirmekte. Şu anda siviller, normal şartlarda kolayca tedavi edilebilecek bu hastalıklar yüzünden ölüyorlar.
Yemen'de Nisan ayından itibaren kolera salgınından etkilenmiş 900 bin vaka olduğu sanılıyor. Dünya Sağlık Örgütü, bunu, tarihteki en büyük kolera salgını olarak tanımladı. Ülkede durum ise içler acısı; öyle ki, gidilen hemen her yerde bir deri bir kemik haline gelmiş ağır hasta insanlar dikkat çekiyor. Bombardımanlardan kurtulanlar, kıtlık ve salgın hastalıklar yüzünden yaşamlarını yitiriyorlar.
Geçtiğimiz günlerde kısmen ulaştırılmaya başlanan yardımlar, Yemen'in eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih'in Husiler tarafından katledilmesi ile tekrar durdu. Aynı gün Birleşmiş Milletler, insani yardımın sivillere ulaşabilmesi için sadece 6 saat geçerli olacak bir geçici ateşkes çağrısında bulunmuştu. Birleşmiş Milletler'in Yemen insani yardım koordinatörü Jamie McGoldnick, Başkent sokaklarının savaş alanına döndüğünü ifade ederek "Yardım görevlileri sokağa çıkamıyor" demişti. Ancak bu ateşkes çağrısı, Salih'in öldürülmesiyle yerini yeni ve daha şiddetli çatışmalara bıraktı.
Salih'in öldürülmesinin ardından Yemen'deki bir UNICEF yetkilisi, depolarda biriken yardım malzemelerinin dağıtımının engellendiğini ve sivillerin durumunun daha da kötüleştiğini belirtiyor. Yetkili, Salih'in öldürülmesinden sonra çatışmaların dozajının daha da arttığını ve sahadaki Kızılhaç görevlilerinden gelen bilgiye göre yeni sivil kayıpların oldukça ciddi boyutlara ulaştığını bildiriyor. Ülkede zaten zor olan durum, karşılıklı intikam yeminleriyle daha da kötüye gidecek gibi görünüyor. Yemen, acil çözüm bekliyor.
Kuşkusuz Yemen konusunda Birleşmiş Milletler'in yapabileceği şeyler var. BM Güvenlik Konseyi'nin özellikle insan yaşamını bu denli tehdit eden durumlar karşısında çeşitli yaptırımlarla devreye girme yetkisi bulunuyor. Ancak Yemen konusunda insani yardımlar dışında BM'nin etkili bir müdahalesi şimdiye dek olmadı. Bunun en büyük sebeplerinden biri, BM Güvenlik Konseyi'nin işleyişinde düzenlemeye ihtiyaç duyan maddeler. Şu anda BM Güvenlik Konseyi'nin 2216 numaralı kararı, Yemen gibi ülkelere koalisyon müdahalesine meşruiyet veriyor. Terör örgütü tanımlamasına giren örgütlerin aktiviteleri, örgütlerin bulunduğu ülkelere yönelik saldırı ve ablukaları BM'ye göre haklı konuma getiriyor. Şartlar böyle olunca, zaten kendi düzenlemeleriyle saldırı ve ablukaların yolunu açmış olan BM, kendi kararlarıyla kendi yoluna engel koymuş oluyor. Özellikle terör örgütlerinin başrollerde olduğu şu anki dünyada, BM Güvenlik Konseyi'nin görev tanımlamasının ve yetkilerinin düzenlenmesine yönelik çağrılarımızı buradan tekrar yineliyoruz.
BM'ye yönelik çağrılar elbette gerekli. Ancak kanı durdurmanın ve mazlumlara yardım ulaştırmanın tek yolu BM değil. Uzun zamandır Ortadoğu meselelerinin, ancak ve ancak bölge ülkelerinin ittifakı, uzlaşısı ve kararları ile çözüme ulaşabileceğini belirtiyoruz. Suriye meselesinde yavaş da olsa sonuç veren ittifaklar, Yemen konusunda da gerçekleştirilebilmelidir. Bunun için bölgenin üç önemli ülkesinin, İsrail, Türkiye ve Rusya'nın görüşmeler başlatması ve ortak bir stratejiyle arabuluculuk rolü üstlenmeleri önemlidir. Alınacak kararlarla, öncelikle ateşkesin gerçekleştirilip insani yardımların bölge halkına ulaştırılması, ardından da taraflarla etkili görüşmelerde bulunup bölgeye istikrar sağlayacak bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Üç güçlü bölge ülkesinin ittifakı önemlidir; çünkü böyle bir ittifak, bölge devletlerinden oluştuğu için güvenilir olacaktır, tüm taraflara hitap ettiği için uzlaştırıcı vasfa sahip olacaktır ve çıkara dayalı bir ittifak olmadığı için mutlaka sonuç getirecektir. Üç ülke yetkililerinin ivedilikle toplantılara başlamaları ve iki tarafı uzlaştıracak ve ablukayı kaldıracak çözümleri asgari müşterekte belirlemeleri elzemdir. Yemen'de kaybedilecek vakit yoktur.
Bugünün Ortadoğu'su ayrılıkları, sert söylemleri, kızgınlıkları kaldırabilecek bir durumda değildir. Siviller, asılsız sebeplerle katledilmekte, coğrafya kan ağlamaktadır. Böyle bir dönemde aklı selim devletler mutlaka birlik portresi çizmeli ve aralarında ayrılık oluşturabilecek söylemlerden kesin bir şekilde kaçınmalıdırlar. Geçmişten beri belirttiğimiz gibi, İsrail ve Türkiye, her açıdan bölgede istikrarı ittifak ile sağlayabilecek iki önemli ve gerekli ülkedir. İki ülke, daima ve mutlaka ittifaka ve dostluğa yönelik söylemlerde bulunmalı ve aralarındaki dostluk bağını güçlendirmelidirler. Son derece mantıklı ve çözüme yönelik adımlar atan Putin de, bu ittifakın içinde mutlaka yer almalıdır. Bir ülkenin veya bir liderin gücünün yetmediği atılımları, ülke ittifakları daha kolay ve daha etkili şekilde gerçekleştirebilirler. İşte bu nedenle Yemen için, vakit kaybetmeden, ara bozmaya çalışanların çabalarına mahal vermeden, bir araya gelmemiz şarttır.
Adnan Oktar'ın The Jerusalem Post'ta (İsrail) yayınlanan makalesi:
http://www.jpost.com/Opinion/A-meaningful-solution-to-a-meaningless-war-517421