Ukrayna ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ve özellikle son dönemde Batı Dünyası ile Rusya arasında beliren gerginlik, uluslararası ilişkilere dair ticari ve finansal kısıtlamalara dayanan yeni bir dönüm noktasına ulaştığımızı gösteriyor. ABD bu süreçte Rusya’nın canını yakmak için Soğuk Savaş yıllarından kalma bir stratejiyi kullanarak petrol fiyatlarını manipüle etme yoluna gitti. Bu süreçte Rus ekonomisinin de Avrupa Birliği ve Amerikan ekonomisinin de aynı şekilde yara aldığını görüyoruz. Bu hasarı ortadan kaldırmak için ABD, Avrupa Birliği ile bir Trans Atlantik Serbest Ticaret Antlaşması imzalamaya hazırlanıyor. Rusya ise Türkiye başta olmak üzere doğu ve güneydeki komşularıyla birlikte ekonomisini yeniden büyütme tedbirleri alıyor.
Rusya’nın ekonomisini sadece düzeltmek için değil, aynı zamanda güvence altına almak için çeşitlendirmesi gerekiyor. Bunun için de kendi kabuğunu kırması ve yabancı yatırımcıları güven vererek çekebilecek politik adımlar atması gerekiyor. Geçtiğimiz ay Vladimir Putin yaptığı basın toplantısında tam da bu hedefi dile getirdi. Bu görevde Putin’in önünde fiili olarak kendini kanıtlamış bir dostu var: Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Bildiğimiz gibi son 12 yıldır özellikle ekonomi ve yabancı yatırımcıları çekme alanında büyük atılımlar yapan Türkiye, halihazırda Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi[i]. Rusya ile karşılaştırıldığında çok daha kısıtlı şartlara sahip olan Türkiye, Ak Parti hükümeti döneminde birçok atılım yaparak topraklarını yabancı yatırımcılar için en çok tercih edilen ülkeler arasına yerleştirmeyi başardı. Rusya, tüm batılı devletler tarafından kendisine ekonomik yaptırımların uygulandığı bu dönemde kendisini yalnız bırakmayan komşusu ile bir bilgi alışverişine gidebilir.
Türkiye, yabancı yatırımcıların önünü açmak ve Türkiye’yi cazip kılmak için birçok yöntem kullandı. Örneğin Türkiye’de şirket kurma süresi 38 günden 6 güne düşürülerek liste bekleyen yatırımcı portföyünü de elinden kaçırmadan değerlendirmeyi başardı. 2003 ve 2012 yılları arasında Türkiye 123 milyar Dolar yabancı yatırım çekti. Bunu yaparken de ulusal yatırımcıların mağdur olmasını yeni kanunlarla engelledi. Buna göre yabancı yatırımcılarla Türk yatırımcıların eşit hak sahibi olmasını garanti altına aldı.
Bilindiği gibi yabancı yatırımcıların en çok önemsedikleri konuların başında geleceğe yönelik yatırım güvenliği ile vergi düzenlemeleri gelmektedir. Bu konularda da Türkiye liberal ve reformist yeni yasal düzenlemelerle yabancı yatırımcının ülke içindeki konumunu güvence altına aldı. Devlet teşvikli yap-işlet-devret modeli ile milli servet haline gelen birçok temel yatırımın yatırımcıya da ev sahibi devlete de kazançlı olabileceği pratik modeller geliştirdi. Bu şekilde 2014 itibariyle Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası şirketlerin sayısı 34 bini aştı. Bu aktif ve hızlı geri kazanım sağlayan model sayesinde Türkiye kendi endüstrisini çeşitlendirecek temel yatırımları kısa sürede tamamlayabildi. Vladimir Putin’in de 2 yıl içinde Rusya’yı ekonomik darboğazdan çıkarma ve Rus ekonomisini çeşitlendirme hedefi, özellikle Ak Parti hükümeti döneminde ilişkilerinin iyileştiği Türkiye ile daha yakınlaşması ile mümkün olabilir. Uluslararası şirketlerin hukuken güvence altına alınması, gelirlerinin vergilendirilmesinde kolaylık sağlanması, şirket kurmanın ve çalışma izni almanın kolaylaştırılması gibi adımlarla yabancı yatırımcıların birikimlerini Rusya’ya yönlendirmesine yardımcı olunabilir.
Hem Sayın Erdoğan’ın hem de Sayın Putin’in politik ve ideolojik farklılıkların ticari alana etki etmemesi gerektiği fikrini benimsediğini biliyoruz. Örneğin Sayın Erdoğan İsrail Devleti ile bazı anlaşmazlıklar içinde olsa da İsrail ile ticari ve turizm bağlantılarının 2009 Mavi Marmara olayından bu yana daha da gelişerek devam ettiğini ve bu şekilde halkların da hep birbiri ile aşina, dost bir bakış açısı içinde kalmaya yönlendirildiğini görüyoruz. Sayın Putin de tam anlamıyla bir Amerikan müttefiki olan Ürdün’ün ABD’den aldığı dış yardım ile Rusya’nın Sochi bölgesinde tarım alanı oluşturma projesine hayır dememektedir. Sadece bu bile tek başına iki liderin ticarete bakış açılarının benzerliklerini ve ekonomi alanında beraber çalışmaya uygun olduklarını ortaya koymaktadır.
Rusya’nın dış yatırımcıları en az Türkiye kadar iyi çekebilmesi için atması gereken adımlardan biri de uluslararası iş adamları için daha şeffaf bir yatırım mevzuatı oluşturmak. Winston Chuchill’in Rusya’yı tarif ederken kullandığı “bir bilmece, gizemin içindeki sır” tarifi artık Batılı yatırımcıların aklından tamamen kazınmalı. Özellikle Putin yönetime geldiğinden beri Sovyet Rejimini hatırlatmayacak ve köklerinden kopmadan liberalleşme fikri zaten ön planda. Bunların yanı sıra, Rusya ticari bağlantılar üzerinden kurduğu bağlardan diplomasi alanında da her zaman kazançlı çıkacaktır. Örneğin AB’nin ekonomik yaptırımları sırasında Rusya’ya yaptırım uygularsa milyarlarca dolar ticari zarar edeceği için Fransa ancak zararlarının karşılanması kaydıyla yaptırımlara katılma kararı almıştı. Devlet Başkanı Holland’ın yaptığı[ii] son açıklamaya bakılırsa da en ufak bir gelişmede dahi yaptırımların tamamının kaldırılması için yine ilk çağrı yapan Fransa oldu. İsrail ise ekonominin bozulması nedeniyle daha az Rus turistin ülkelerini ziyaret etmesi[iii] nedeniyle yaptırımlardan etkilenmiş oldu ve yaptırımların sona ermesini en çok talep eden ülkeler arasına girdi.
Ülkeler, bölgeler veya bloklar arasındaki gerilimler birçok sebeple sona erdirilebilir. Ticaret, her zaman bu anlamda en etkili ve pozitif yöntemlerden biri olmuştur. Rusya da sadece bugün Ruble’ye yeniden değer kazandıracak adımlar olarak değil, gelecekte de Rus ekonomisinin daha sağlam bir yapı üzerine oturabilmesi için endüstrisini çeşitlendirmek ve yabancı yatırımcıları ülkesine daha fazla çekebilmek zorundadır. Bu görevde, kendini bu alanda daha önce kanıtlamış olan Türkiye ile işbirliği yapması Rusya’nın lehine olacaktır.