Geçtiğimiz haftanın belki en dikkat çeken konularından biri, Rusya’nın Suriye’ye asker ve silah sevkiyatı yaptığı yönündeki iddialar ve Rusya’nın Suriye sorununun çözümü konusunda ABD’ye yaklaşımıydı. Rusya, silah sevkiyatı iddialarının bu derece geniş çaplı olmadığı konusunda ısrar ederken, Suriye ile askeri sözleşmenin soğuk savaştan beri devam ettiğini ve bunun da bir sır olmadığını eklemekle yetinmişti. Fakat bölgeden bilgi veren çeşitli kaynaklar, Rusya’nın Tartus’taki mevcut üssünü genişletip, Lazkiye’deki askeri hava üssünü yenileme hazırlıklarında olduğu konusunda ısrarcılar.
Tüm gelişmeleri geniş açıdan ve tarafsız değerlendirdiğimizde Rusya’nın endişesini anlamak zor değil. Şam ve Halep gibi merkezleri tehlike altında olan Suriye rejiminin en büyük destekçisi konumundaki Rusya’nın iki büyük çekincesi var: Akdeniz üssünü kaybetmek ve radikal terörizmin Kafkaslara ulaşması. NATO ve AB gibi ittifakların uzunca bir süredir yalnız bıraktığı, kendisini hiç de güvende hissetmeyen Rusya’nın önemli bir üssünü korumak adına aldığı tedbirleri bu nedenle pek garipsememek gerekiyor. Hatırlatmak gerekirse, Rusya’nın korumak istediği bölgenin biraz ilerisinde Türkiye İncirlik üssü, ABD’nin kontrolü altında açılmış durumda. Dolayısıyla bunu tehdit algılayan Rusya’ya “neden üs inşa ediyorsun?” diye sormak sadece abesle iştigal olur.
Rusya, en büyük ikinci çekincesi olan radikal teröre tedbiri, terör kendi topraklarına ulaştığında değil, Suriye’deyken almayı istemektedir. Bu nedenle rejime ait bölgeleri güvenli tutmayı düşünmekte, böylelikle Suriye’deki devlet rejimini ve kendi hakimiyetini korumak istemektedir.
İşte bu nedenledir ki şu sıralar Rusya, Suriye konusundaki asıl çözümü ABD ittifakıyla gerçekleştirme gibi bir yol çizmiş görünüyor. Bunun için ABD’yi üç önemli hususta ikna etmek istiyor: 1. Esad’ın gitmesi bir şart olmasın, 2. Teröre karşı bizim istihbaratımızı da kullanarak birlikte hareket edelim 3. Suriye’de rejimle bir kısım muhalefeti bir araya getirecek yollar arayalım.
Doğrudan dile getirmeseler de, ABD ve koalisyon güçlerinin bir süre önce Esad’ın gitmesi şartından vazgeçtikleri artık bir sır değil. Batı, aslında ideolojik anlamda geliştirilmemiş Özgür Suriye Ordusu’nu sadece silahlandırıp, askeri anlamda eğiterek ve sadece Suriye’yi bombalayarak bir sonuca varamadığını bir kez daha görmüş oldu. Defalarca şahit olduğu bu gerçeğe rağmen, silah ısrarının devam etmesi, Batı açısından şaşırtıcı ama aynı derecede de düşündürücü.
Olayları Rusya açısından değerlendirdiğimizde öne sürülen şartlarla ilgili bir analiz yapmak yerinde olacaktır. Suriye’nin genel durumuna bakıldığında, rejimin, belli bir sınır içinde konuşlanma gibi bir hedefinin olduğu açıkça görülebilmektedir. Dolayısıyla daha önce İran’ın da dillendirmiş olduğu Lazkiye ve Tartus’u içine alan bir bölgenin rejim kontrolü altında kalması konusunda Rusya ile anlaşma yapılması mantıklıdır. Fakat bu anlaşmanın asıl şartı bu bölge dışında kalan bölgelere yönelik bombardımanların durması, dolayısıyla sivil ölümlerin tümüyle sona erdirilmesi olmalıdır.
Suriye’nin geri kalan bölümü tartışmalı bir konudur. Buradaki radikalizm tehdidinin ortadan kalkabilmesinin en kestirme yolu, geniş bir alanın adeta bir güvenli bölge gibi kabul edilmesi ve sınır komşusu olması itibariyle Türkiye garantörlüğüne verilmesidir. Söz konusu garantörlük ve yeterli istihbarat, bölgede radikal grupların barınmasını anlamsız hale getirecek ve bu durum, rejime ait bölgede yaşayanların da korunmasını sağlayacaktır. Rejimin diğer bölgelere bombardımanlarını durdurması bu yolla da mümkün olabilecektir. Ayrıca Türkiye garantörlüğü, bir nevi NATO korumasını da beraberinde getirecektir.
Fakat bunun gerçekleşmesi ve Rusya’nın ısrar ettiği şekilde Esad’ın kalması için, Baas zihniyetinin tamamen ortadan kalkması şarttır. Solcu Baas zihniyeti, Ortadoğu’da hiçbir halkın artık kabul etmeyeceği, son derece bayat bir sistemdir. Hatırlanacağı gibi Arap Baharı ayaklanmalarının da temel sebebi budur. Bu zihniyetin tekrar dayatılması, tekrar mutsuz halklar oluşturacak ve Ortadoğu’nun ayaklanma geleneği bu zihniyet nedeniyle asla son bulmayacaktır.
Ayrıca Rusya’nın taleplerinin karşılanması, artık kan akmaması şartı üzerine kurulu olmalıdır. Ne oradaki Müslümanların, ne de oraya gönderilen Rus askerlerinin katledilmesine müsaademiz yoktur. Rusya’nın, kan yoluyla hakimiyet kurma hayallerini daha önce Afganistan’da gerçekleştirmeye çalıştığı ve hüsrana uğradığı unutulmamalıdır. Bir bölgede hakimiyet, silah gücüyle değil, ancak ve ancak halkın gönlünü alarak mümkün olabilir.
Suriye’nin paramparça olmasına rızamız yoktur. Baas zihniyeti değiştiğinde ve söz konusu toprak paylaşımı ile bölgede asayiş sağlandığında, kısa bir süre içinde Suriye’nin genelinde tekrar demokratik seçimlerin yapılması mümkün olabilecektir. İşte bu durumda Rusya’nın üçüncü talebi de yerine gelmiş olacak, yönetimde hem rejim hem de ılımlı muhalefetten isimler birlikte hareket edeceklerdir. Demokrasinin en güzel yönü çok sesliliktir. Suriye ilk defa olarak bu çok sesliliğe kavuşmuş olacaktır.
Elbette akan kan bir çırpıda durmuyor. Fakat bunun sağlanması için çeşitli yolların ittifakla düşünülmesi güzel sonuçlar verebilir. Fakat bunun için akan kanı durdurmak adına daha fazla kan akıtma politikasına son verilmelidir. Aksi takdirde Suriye daha korkunç bir hal alacak, Suriye üzerinden anlaşmazlıklar daha içinden çıkılamaz boyutlara ulaşacaktır. Rusya, eğer gerçekten Batı ile ittifak içinde bir barış ortamını sağlama hedefindeyse, bunu kan akıtmayı hedeflemeden, geçmişten ders alarak, akılcı çözümlerle yapmak zorundadır. Bu mümkündür. Kan dökülmesini içermeyen böyle bir çözüm arayışına Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülkenin destek vereceği ise görülebilmektedir.
Adnan Oktar'ın Eurasia Review'de yayınlanan makalesi:
http://www.eurasiareview.com/20092015-what-can-russia-do-for-syria-oped/