1648 Vestfalya anlaşmasından doğan milliyetçilik 1789 Fransız ihtilali ile birlikte dünyaya güçlü bir şekilde yayılmaya başladı. Öyle ki ulus devlet hayalleri 150 yıl boyunca siyaseti şekillendirdi. Bu bağımsızlık savaşlarının temelinde milliyetçilik duyguları yatmaktaydı. Aynı kültüre sahip, aynı dili konuşan, aynı bölgenin insanları artık aynı bayrak altında birleşmek istiyorlardı. Ne var ki bu yüzlerce milliyetçilik akımından bir tanesi diğerlerinden hep farklı görüldü; suçlandı, farklı amaçlar yüklendi ve komplo teorilerinin merkezinde yer aldı:
Bu akım adını İsrail’deki Siyon dağından alan, dünyaya dağılmış Musevileri bir devlet altında toplamayı amaçlayan Siyonizm’di. Dünyanın bir çok ülkesine dağılmış şekilde, yüzlerce farklı şehirde diaspora hayatı yaşayan ve gittikleri her yerden sürülen Museviler, atalarının topraklarında kendilerine ait bir devlet kurmak istediler. Her milliyetçi akım kendisine dost ve düşman edinirken Siyonizm neredeyse her siyasi akımdan, özellikle de Protestan Liberalizm’den karşıtlar edindi.
Aynı şekilde bağlantısız milletler de eski tarihlerden beri kendilerine ait olan yurtlarında Musevilerin bir devlet kurmasına hararetli bir şekilde karşı çıktılar.
Günümüzde anti-Siyonizm adı altında görülen İsrail karşıtlığı, aslında anti semitizm yani Musevi karşıtlığına bir kılıf haline gelmiştir.
Kadın, çocuk, yaşlı, masum demeden topyekün bir halk - sadece Musevi kimliğinden dolayı - sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalırken diğer milletlerle masaya oturma talepleri reddedilmektedir. Bölgede tek bir etnik kökene dayalı 22 Arap ülkesi olmasına rağmen, Musevilerin kendilerine ait tek bir devlete sahip olma isteklerine şiddetle karşı çıkılmaktadır.
Halbuki İsrail Nazi soykırımından, Sovyet zulmünden yada dünyanın çeşitli ülkelerinde gördükleri eziyetlerden kaçan milyonlarca Musevi için güvenli bir limandır.
Sadece 1948 savaşının ertesinde 1 milyona yakın Musevi’nin, tüm varlıklarını geride bırakarak, Arab ülkelerinden göç etmek zorunda bırakıldığı düşünülürse bunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Öte yandan birçok milliyetçi ideolojinin aksine İsrail'de, Musevilik ırka veya geleneksel etnik yapıya dayalı olarak tanımlanmamaktadır. İsrail komşusu olan birçok Arap ülkesinin tersine farklı din ve etnik kökenden insanları barındıran çok kültürlü bir devlettir. Ülke nüfusunun 5’te birini Araplar oluşturmaktadır. Musevi nüfus ise 70 farklı kültürden gelen ve 35 dil ve çeşitli diyalektlerini konuşan Musevilerden oluşmaktadır. Buna ek olarak bu Musevi yurdunda Arapça, İbranice ile birlikte kabul edilmiş resmi dildir. İsrail sınırları içinde yer alan ve aralarında 400’e yakın caminin de bulunduğu 3 büyük dinin kutsal mekanları İsrail Devleti kurulduğundan bu yana devletin himayesi altındadır ve korunmaktadır.
Tüm bunlara rağmen Siyonizm gittikçe daha fazla camia tarafından tüm dünyayı kontrolü altına alıp sömüren kötü amaçlı bir proje ile eşit tutulmaktadır.
Bu olgunun tek açıklaması anti-Semitizm’dir ki, bu da eski, hiç bir gerçekliğe dayalı olmayan bir Musevi korkusunun günümüzdeki versiyonudur.
Ortadoğu'da kabul gören algının aksine Siyonizm dünyanın dört bir yanına sürülmüş, tarih boyunca baskı görmüş, ezilmiş Musevi milletinin, atalarının topraklarında özgür ve güven içinde yaşama isteğidir. Musevi halkı 3500 yıl boyunca bu toprakların bir parçası olduktan sonra baskıcı Roma İmparatorluğu tarafından, bu topraklardan zor ve baskı ile sürülmüştür. İsrail Devletinin ortaya çıkışı da az sayıda mensubu bulunan bu milletin güven içinde yaşayıp kendi kendilerini yönetebilecekleri bir vatan kurma hayalinin gerçekleşmesidir.
Çoğu olmasa da birçok Müslüman Siyonizmin ne anlama geldiğini dahi bilmemektedir. Siyonizme neden karşı oldukları sorulduğunda, Siyonizmi, “dünyanın düzenini bozan, şeytani bir sistem” olarak tanımlamakta, her türlü kötülüğün kaynağı gibi göstermektedirler. Ayrıca pek çok Müslüman, Musevi karşıtlığını bir dindarlık alameti olarak görme yanılgısına düşmektedir. Siyonizm karşıtlığı ise Müslüman aydınları ve siyasetçileri, Museviler söz konusu olduğunda adaleti savunamaz hale bile getirebilmektedir. Bu nedenle Siyonizmin Müslüman-Arap toplumlara doğru şekilde tanımlanması ve anlamsız Yahudi nefretine son verilmesi son derece önemlidir.
İsrail Devletinden ve Siyonizmden nefret etmek Kuran ahlakına uygun değildir.
Mazlum İsraillilerin öldürülmesini yada İsrail halkının ata topraklarından sürülmesini teşvik etmek büyük bir vicdansızlık. Üstelik bu durum Arap dünyasına has değil; gittikçe daha fazla sayıda Avrupalı solcu çevre bu görüşü benimsemekte. İsrail Devletinin bir takım hataları olabilir- hangi devletin yok ki? Aşırı gittiği durumlar ve işlediği suçlar için kanuna-hukuka uygun olarak yargılanmalıdır. Uluslararası hukukta olduğu gibi İslam’da da “suçun bireyselliği” kavramı bulunmaktadır. Tüm bir devlet mazlum-suçlu, haklı-haksız demeden, yada söz konusu durum göz önünde bulundurulmaksızın topyekün suçlanamaz yada cezalandırılamaz.
Bir kısım Müslümanların, “Kuran adına Musevilerle savaştıklarını” iddia etmeleri ise cehalettir ve Kuran'a aykırıdır. Çünkü Allah Musevilere Kutsal Topraklarda yaşama hakkını tanımıştır:
Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: "Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı (girmenizi emrettiği) kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz." (Maide Suresi, 20-21)
Ahir zamanda dağınık olan Musevilerin yeniden bu topraklarda toplanacağı da Kuran'da bildirilmektedir:
... İsrailoğulları'na söyledik: "O toprak (yurt)ta oturun, ahiret va'di geldiğinde hepinizi derleyip-toplayacağız." (İsra Suresi, 104)
Ne var ki Siyonizm’e karşı düşmanlık benimsenmekte, hatta bu düşmanlığa karşı gelenler neredeyse hayatlarını tehlikeye atmaktadır. Allah Kuran’da Müslümanlara adil ve vicdanlı bir şekilde hareket etmelerini emretmektedir. Bundan dolayı Müslümanlar sadece Filistin halkının haklarını değil Musevilerin de haklarını savunmalıdırlar.
Müslüman aydınlar, din alimleri, siyasetçiler süregelen Musevi nefretini körükleyerek değil, Kutsal Topraklarda birlikte yaşama hakkını dile getirerek ön plana çıkmalıdırlar. Müslüman dünyasında Filistin halkının haklarını savunmak için Musevilere karşı olunması gerektiği şeklindeki yanlış kabulü değiştirmek için çalışmalıdırlar.
Kendi kendilerini idare etme isteği hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin haklı bir talebidir. Arap-Müslüman dünyasının İsrail’e bağımsız bir devlet olarak var olma hakkını tanıması, yüzyıllık bu kan davasını bitirecektir. Bundan en büyük faydayı da, hiç kuşkusuz ki savaşlarla, askeri tedbirlerle yıpranmış Filistin halkı elde edecektir. Bu hiç bitmeyen savaş hali bir servete mal olmaktadır ki bu, insanların refahı için kullanılabilirdi.
Daha da önemlisi bu sonuçsuz savaş yaşlı-genç, sivil-asker on binlerce insanın canına mal olmuştur. Arap dünyası İsrail’i komşusu olarak görmeye başladığında İsrail de Filistin halkının ve hatta durumu Filistinlilerden daha da kötü olan diğer Arap toplumlarının refahını arttırmaya odaklanabilir. Savaşa, yıkıma, nefrete harcanan emek ve imkan bölgenin inşasına, bayındır hale gelmesine harcanacak, silahlar tarlalarda kullanılacak pulluklara, nefret bilim, sanat ve teknolojiye dönüştürülecektir.
İslam dünyasında Siyonizme karşı oluşmuş bu yanlı, hiç bir temele dayanmayan bakış açısı zaman içerisinde Musevi halkına karşı duyulan yersiz bir korku haline gelmiştir.
Artık bu manasız, Kuran’da hiç bir şekilde yeri olmayan İsrail karşıtlığını, Musevi nefretini sona erdirme zamanıdır. Siyonizmi doğru anlatmak ve inananları bu nefret sarmalından kurtarma görevi de yine Müslüman aydınlara düşmektedir.
Adnan Oktar'ın Jerusalem Post'da yayınlanan makalesi:
http://www.jpost.com/Opinion/Zionism-An-irrational-and-misunderstood-fear-456102