Türkiye, gündemi çok sık değişen bir ülke. Bir yanda yeni açılan köprüler, inşa edilen dev hava alanları gibi kalkınmanın somut göstergeleri. Öte yanda ise patlayan bombalar, şehit olan siviller, polisler, askerler haber bültenlerinde yer alıyor. Şimdilerde ise medyanın gündemindeki ana konu, ülkeye göçmen olarak gelmiş Suriyelilere vatandaşlık verilmesi.
Konu yalnız haber bültenlerinde değil, sosyal medyada ve tartışma programlarında da ele alınıyor. Siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenler her gün Suriyelilere vatandaşlık verilmeli mi? Verilmemeli mi? diye tartışıyorlar. Suriyelilerin vatandaşlığına karşı çıkanlar çok farklı endişeler taşıyor:
Açık açık ifade etmeseler de muhalefetin dile getirdiği başka bir gerekçeleri daha var. Muhalifler, vatandaşlık verilen Suriyelilerin olası bir seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye destek vermesinden endişeliler.
Türkiye'de 2 milyon 720 bin olarak açıklanan Suriyeli sığınmacı ile birlikte, 170 bin Iraklı sığınmacı var. Toplam sığınmacı nüfusu 3 milyona yaklaşıyor. Türkiye’de doğan Suriyeli çocuk sayısı ise 152 bin. (1)
Türkiye’deki Suriyelilerin sıkıntıları, hukuki olarak koruma sığınmacı olarak kabul edilmelerinden kaynaklanıyor. Eğer mülteci olmuş olsalardı bu statü onlara uluslararası hukuk dahilinde eğitimden, çalışmaya, oturma iznine, temel hizmetlere kadar pek çok imkana erişim imkanı tanıyacaktı. Türkiye’ye gelen Suriyeli sığınmacıların sadece yüzde 20'si 18-59 yaş arası erkek. Yani geriye kalan % 80’lik kısım kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşuyor.(2) Bu veri neden ülkeleri için gidip savaşmıyorlar gerekçesinin haksızlığını açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye’deki Suriyelilerin bir kısmı imkânları ölçüsünde gündelik hayata karışmış durumda. Sığınmacıların büyük çoğunluğu bulabildikleri işlerde ücretli işlerde çalışıyor, elinde küçük ya da büyük sermayesi olan bir kısım sığınmacı ise kendilerine göre ticaret ile uğraşıyor. Vatandaş olmadıkları için bunların hiçbirinin geliri kayıt altında değil, daha da önemlisi sosyal bir güvenceleri yok. Vatandaş oldukları takdirde hem vergi verecekler, hem de sosyal güvencelere kavuşacaklar.
Bunun alternatifi ise günlük hayata dâhil olmalarını engelleyerek, kendilerine Türkiye’nin tahsis ettiği kamplarda yaşamaları. Böyle olursa, sığınmacıların işsizliğe olumsuz etkilerinin önleneceği, dolayısıyla, ekonomiye yük olmayacakları fikri de pek gerçeği yansıtmıyor. Çünkü Türkiye, 2011 yılından bu yana sığınmacılar için 5 milyar dolar harcamış durumda. (3)
İyi bir plan dâhilinde Suriyeliler, Türkiye’deki ekonomik hayata kayıtlı olarak girdiklerinde bu gider düşeceği gibi Suriyelilerin Türkiye’nin ulusal gelirine katkıları da olacaktır. Sığınmacıların arasında doktor, öğretmen, mühendis gibi yetişmiş kişilerin iş hayatına dâhil edilmesi Türk ekonomisi ve sosyal hayatı için ayrıca kazanç olacaktır.
Türkiye’de çeşitli asayiş olaylarına karışan Suriyeliler olsa da bu durumun Suriyeli olmakla ilgisi olmadığı çok açıktır. Ayrıca Türk vatandaşlığı kanununda, bu tarz olaylara karışanların vatandaş olmasına engel teşkil edebilecek maddeler mevcuttur. Şüphesiz her ulusun içinde kötü fertler vardır. Bu fertler yüzünden tüm bir ulusu kınama ya da cezalandırmanın ne ahlaki, ne de yasal yönü vardır.
Yakın tarihte Türkiye’nin Hatay ilinde bomba yaparken ölen Suriyeliler, konunun ulusal güvenlik boyutunda da ele alınmasına yol açıyor. Bu noktada Türkiye’de Suriyelilerin karıştığı bombalamaların rejimden kaçanlar değil, rejim taraftarları ile bağlantılı olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Türkiye’deki Suriyelilerin tamamı rejimden ve iç savaştan kaçanlardan oluşuyor. Ancak çok az da olsa aralarına rejim yanlıları veya Türkiye karşıtı terör örgütlerinin elemanlarının karışmış olması ihtimali var. Bunların da oluşturduğu risk nitelik olarak herhangi bir Türk vatandaşı kadar. Türkiye’de on binlerce kişinin ölümüne yol açan PKK’lı teröristlerin hemen tamamının Türk vatandaşı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Anlaşılacağı üzere ulusal güvenliği doğrudan vatandaşların kökenine bağlamak çok da gerçekçi değil.
Suriyelilerin Türk -Arap çatışmasına neden olacağı iddiası de pek gerçekçi değil. Türkiye Cumhuriyeti Kurulduğundan beri, ülkenin güney sınırlarında, milyonlarca Arap kökenli Türk vatandaşı zaten yaşıyor ve bunların ülkeleri ile bir dertleri, kavgaları olmamış.
Tüm bu teknik yaklaşımlara karşın Türkiye’nin Suriyelilere yaklaşımı tamamen ahlaki nedenlere dayanıyor. Türkiye’nin IŞİD’ten kaçan Yezidileri ve Saddam Hüseyin’in zulmünden kaçan Kürtleri kabul etmiş olması bunun en büyük ispatı. Kaldı ki Türkiye’nin muhtaç durumdakilere kucak açması yeni bir tutum değil. Türkiye’nin uzak tarihinde de benzer olayları görmek mümkün.
Bugün tarihin çeşitli dönemlerinde göç etmiş, pek çok Kırım Tatarı, Boşnak, Gürcü, Çerkez, Dağıstanlı, Laz, Çeçen, Azeri, Polonyalı ve Musevi, Anadolu’da yaşamaktadır. Türkiye ile arası iyi olmayan Ermenistan’ın bile 12 bin vatandaşı bugün Türkiye’de yaşamaktadır. (4)
Türk tarihi, topraklarına sığınan mültecilere karşı sergilenen örnek tavırlarla doludur. Hiçbir zaman göçmenlere tepeden bakan, horlayan, dışlayan bir tavır gösterilmemiştir.
Türk hükümeti sığınmacılara vatandaşlık verilmesi işlemini kapsamlı bir güvenlik taraması şartına bağlayabilir. Güvenlik dışında yaş, cinsiyet, medeni durum vs. gibi başka sosyal şartlar da belirlenip bunlara uygun olanlara öncelik tanınabilir. Vatandaşlığa almak için tek seferde 3 milyonluk bir nüfusa değil de kısım kısım zamanla hayata geçirilebilir.
Yöntem ne olursa olsun Türkiye’nin gayesi bir maddi çıkar elde etmek olmamalıdır. Türk hükümetinin amacı vatandaş olsun veya olmasınlar ülkelerindeki tüm sığınmacıların mağduriyetlerini gidermek olmalıdır. Bu güzel tavır, İslam ahlakı ve Türk adetlerinin bir gereğidir.
Referanslar:
Adnan Oktar'ın Gulf Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.gulf-times.com/story/506118/Turkey-debates-granting-citizenship-for-refugees