Müslümanlar Allah’ın varlığının ve büyüklüğünün farkına varan, O’nu çok seven, O’ndan “korkup-sakınan” ve hayatlarını farkına vardıkları bu büyük gerçeğe göre düzenleyen insanlardır. Diğer insanlar ise (Allah’ı tenzih ederiz) ya Allah’ı inkar edenler ya da Allah’ın varlığını kabul etmelerine rağmen Allah’tan “korkup-sakınmayanlar”dır.
Bu özellikteki insanların yaşamları, kendilerini yaratmış olan Allah’ın farkında olmadan geçer. Bunlar, büyük bir akılsızlıkla, hayatlarının kim tarafından, nasıl ve neden başlatıldığını göz ardı ederler. Kendi akıllarınca, zihinlerinde, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’a ve O’nun dinine yer olmayan yeni bir hayat kurmaya çalışırlar. Kuran’da ise, böyle bir yaşamın boş ve çürük bir temele dayandığı haber verilir ve yıkımla son bulmaya mahkum olduğunu Rabbimiz şu hikmetli benzetmeyle bildirir:
“Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” (Tevbe Suresi, 109)
Allah’ın ayette de haber verdiği gibi, Kuran’da tarif edilen şekilde bir imana sahip olmayanların yaşamları, “yıkılacak yar”ların kenarlarına kuruludur. Onların hayattaki tek amaçları “bu dünya”da mutluluğu ve rahatlığı elde etmektir. Elbette ki dünyada bir insanın rahat yaşamayı istemesi doğaldır ancak bunun sadece dünyevi hırslarla olması doğru değildir.
Bu gibi insanların hedefleri de bellidir. Kimileri “zengin olmak” ister ve hedefine ulaşmak için -gerektiğinde ahlaki eksiklik göstererek-, elinden geleni yapar, tüm fiziki ve beyinsel gücünü zengin olmak için kullanır. Kimisi de hayattaki amacını “itibar sahibi ve ünlü bir insan olmak” olarak saptar. Bunun için her türlü zorluğa katlanır, her yöntemi dener. Ama bunların hepsi, ölümle birlikte yok olacak, yalnızca dünya hayatına dair hedeflerdir. Söz konusu kimseler bu hedeflerine ulaşsalar, hayatları boyunca istedikleri gibi yaşasalar, hatta planladıklarından çok daha fazlasını elde etseler dahi hiçbir zaman manen tatmin olmayacak, arayışı içinde oldukları huzur, mutluluk, sevgi ve rahatlığı bulamayacaklardır. Çünkü gerçek mutluluk, derin sevgi ve kalp rahatlığı ancak samimi imanla kazanılan birer nimettir.
Müminin en önemli özelliği, Allah’ın onu niçin yarattığını ve ondan neler istediğini bilmesidir. Bu nedenle de dünyadaki asıl amacı, Allah’ın razı olduğu bir kul olmak için çalışmaktır. İman eden bir insan kendisini amacına ulaştıracak her yolu dener, bunun için ciddi bir çaba gösterir. Bu sayede -diğer insanlar için kesin bir yıkımdan başka bir şey olmayan- ölümün de gerçek manasını bilir: Ölüm asla bir yok oluş değil, asıl hayata geçiş aşamasıdır.
Mümin olmayanların bir kısmı, büyük bir akılsızlık örneği olarak hayatlarının tesadüfen ve “kendi kendine” oluştuğunu sandıkları gibi, hayatlarını bitiren ölümün de “kendi kendine” oluşan bir “kaza” olduğu yanılgısına kapılırlar. Oysa hayatı yaratan da ölümü yaratan da Allah’tır. Asla bir tesadüf ya da kaza olmayan ölüm, Yüce Allah’ın özel olarak yarattığı, herkes için ayrı ayrı zamanı ve yeri belirlenmiş bir olaydır.
İşte mümin de, Allah’ın herşeye hakim olduğunu bilen ve ölümün bir son değil, asıl hayata (ahiret) geçiş aşaması olduğunu kavrayan insandır. Bu gerçeklerin farkındayken de, elbette diğerleri gibi hayatını “yıkılacak bir yarın kenarına” kurmaz. Kendisini ve tüm evreni Yaratan’ın Yüce Rabbimiz olduğunu, hayatın, ölümün ve ölüm-sonrası gerçek hayatın asıl sahibinin Allah olduğunu bildiği için, Yüce Allah’a yönelir. Paranın, makam ve mevkinin, fiziki güzelliğin Allah’ın yarattığı ve her an yaratmaya devam ettiği bu düzen içinde asıl kurtuluş yolu olmadığını görür. Bunlar ancak, Allah’ın koyduğu kurallar sayesinde kısa bir süre işleyecek olan “sebep”lerdir. Allah’ın yaratmış olduğu düzenin temeli ise Allah’ın rızasıdır. Çünkü Allah Kuran’da sadece rızasına uyanları doğru yola ileteceğini şöyle bildirmiştir:
“Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir.” (Maide Suresi, 16)
Allah’ın gücünü takdir edebilen ve dolayısıyla hayatını Allah rızası üzerine kuran bir insanın sahip olduğu en önemli özelliklerden biri, hayatının her saniyesinde yalnızca Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek hareket etmesidir. O, hayatını Allah’ın hoşnutluğunu kazanma, O’na “kul” olma hedefi üzerine kurduğuna göre, Allah’ın yarattığını ve kontrol ettiğini kavradığı tüm evrene artık değişik bir gözle bakacaktır. Yalnızca Allah’ı İlah olarak tanıdığı için, sahte ilahlar mümin için bir şey ifade etmeyecektir. Allah Kuran’da bu konuyu, Hz. İbrahim (a.s.)’ın söylediğini bildirdiği şu sözlerle vurgulamıştır: “Kitap’ta İbrahim’i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir peygamberdi. Hani babasına demişti: ‘Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?’” (Meryem Suresi, 41-42)
Müslümanlar, dinin Allah’ın rızasını kazanmak için izlenecek hak yol olduğunu bilirler. Bazı insanların cahilce düşüncelerine göre din, birtakım inançları içeren kurallar bütünüdür ve hayatlarında önemli bir yeri yoktur. Hiç şüphesiz bu insanlar, bu yanılgılarının acısını dünyada her yönüyle yaşamaktadırlar, ahirette karşılaşacakları acı son ise çok daha büyüktür. Gerçek müminlerle, mümin taklidi yapan ikiyüzlü kişiler (münafıklar) arasındaki ayırım da burada ortaya çıkar.
“Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakır. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.” (Bakara Suresi, 264)
Dini Allah için yaşamak diğer bir ifadeyle Müslüman olmak; Allah’a kul olmak ve O’nun verdiği nimetleri O’na şükrederek kullanmaktır. Allah’ı tanımanın ve gerçekten üstün ahlaklı bir insan olabilmenin çabasıdır. Gerçek Müslüman, kendisini yaratan sonsuz kudret sahibi Allah’ın rızasını arayan, O’nun rızasından başka hiçbir maddi veya manevi karşılık beklentisi içinde olmayan kişidir. İşte Müslümanlığın tanımlarından biri budur.
Allah Kendi emir ve tavsiyelerine uyulduğu, Kuran’da koymuş olduğu sınırlara riayet edildiği takdirde insanlara, içinde sonsuza dek kalmak üzere cennet nimetlerini vaat etmektedir. Allah’ın vaadinden dönmeyeceği ise Kuran’da da bildirilen kesin bir gerçektir. Şu halde din ahlakını yaşayan bir insan, hayatının her anında cennete girme umudu ve neşesiyle yaşar. Her geçen an, her geçen gün onu cennete yaklaştırdığı için bu sevinci daha da artar. Diğer insanların sıkıntılı ve karamsar ruh halleri dindar insanda kesinlikle olmaz. Bu bakımdan cennet neşesi din ahlakının getirdiği güzelliklerden biridir. Cennetin kendisi ise en büyük nimetlerdendir. Bu gerçeğe Kuran’da da dikkat çekilmiştir:
“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. “ (Nisa Suresi, 13)
“Biz fıtraten dini zaten anlarız, biliriz. Bir Allah olduğunu, bir Yaratıcı olduğunu, birçok şeyi biliriz. Ama detayları bilemeyiz. Detayları bilmemiz için de bu dünyayı yaratan Allah, bu dünyanın nasıl kullanılacağını bize yanında bir yazıyla bildiriyor. Buna din diyoruz. Yani bize bir Kitap’la bildiriyor, buna din diyoruz. Yoksa dünyanın nasıl kullanılacağını bilmeyiz. “Şöyle yaparsanız mahvolur, zehirlenir, ölürsünüz” diyor Allah. “Ama şöyle yaparsanız tam ayarında olur, çok mutlu olursunuz, çok sağlıklı olursunuz, güzel olursunuz. Ben de size güzel karşılık veririm” diyor Cenab-ı Allah.
Kendimizden onu bilmemiz mümkün değil. Ama mesela arı için mümkün; arıya zaten vahyediyor bilgiyi Allah, hazır olarak. Yavrusuna nasıl bakacak, nasıl kovanını temizleyecek, yabancı bir arıyı nasıl öldürecek, balın kalitesini nasıl anlayacak, kıvamını nasıl bilecek, hangi açıda kovanda o bal peteklerini inşa edecek, peteklerini nasıl altıgen yapacak, altıgende açıyı nasıl yapacak…
Yüzlerce, binlerce vahiy bilgisini, o kitabı onların o küçük, minik beyinlerinin içine koyuyor Allah; onların şeriatını. Mesela arılar çok dürüsttür. Çok yardımsever ve çalışkandır arı. Çünkü “Allah çalışkan olun” diyor, çalışkan oluyorlar. “Temiz olun” diyor, “her gün temizleneceksiniz” diyor Allah. Patisiyle yüzünü siliyor, kollarını siliyor; bacaklarını her yerini siliyor. Gece-gündüz temizleniyor. Ama biz ise bunu bilemeyiz, bize Allah’ın öğretmesi gerekiyor. Onu işte dinle öğretiyor Allah bize, Kitap göndererek öğretiyor. Bizim içimizden bir insan seçiyor Cenab-ı Allah, mübarek bir Peygamber seçiyor, ona vahiyle ilka ediyor. Bu da Kitap haline geliyor.
Allah bize Kuran’ı yaratıyor. Bunun içindeki bilgiye uyduğumuzda rahat ediyoruz. Uymadığımızda ise görüyorsunuz; Kuran’a uyulmadığında korkunç felaket meydana geliyor. Suriye’deki felaketin nedeni ne? Kuran’a uyulmadığı için. Libya’da ne? O. Afganistan’da ne? O. Amerika’daki ekonomik çöküntünün nedeni ne? O. Yunanistan’ın mahvolmasının nedeni ne? O. Dünyadaki intiharların nedeni, o. Kuran’a uyulmadığında dünya mahvoluyor, kavruluyor, yanıp bitiyor, inşaAllah.” (07 Ekim 2012, A9 TV)