Sevgisizlik adeta bir kanser gibi insan vücudunu yavaşça tahrip etmeye başlar. Önce kalpte oluşan yalnızlık, huzursuzluk, mutsuzluk, korku, öfke, stres, depresyon, bencillik ve kıskançlık gibi olumsuz hislerle kendini gösterir. Ardından hergün sokaklarda bir çok insanın yüzünde gördüğümüz donukluk, boşluk ve hüzün ifadeleriyle ortaya çıkar. Sevgisizliğin acısıyla insanların bedenlerinde oluşan çürüme hızı da mucizevi olarak süratle artar. Cildin temiz ve genç yapısını kaybederek sertleşmesi, kırışması, hastalık derecesinde bozulması ve renksizleşmesi, saçların dökülmesi ve matlaşması, beden yapısının şekilsizleşmeye başlaması ve güzel görünümünü yitirip sağlıksız bir hal alması, dişlerin ve tırnakların parlaklığını kaybetmeye başlaması, hareketlerin ve tavırların robotlaşması, güçsüz, bıkkın, şevksiz ve halsiz bir görünüm, stresli, mutsuz, üzgün, kızgın, küskün, kıskanç, ters, merhametten ve güzel ahlaktan yoksun tavırlar oluşması ... TÜM BUNLAR SEVGİSİZLİĞİN YIPRATICI ETKİSİYLE OLUŞMAKTADIR...TEK ÇÖZÜM İSE ALLAH SEVGİSİDİR! |
STRESİN RUHTA VE BEDENDE YARATTIĞI TAHRİBAT
Allah’a güvenip teslim olmayan insanlar hayatlarını sürekli olarak sevgisizlik, mutsuzluk, üzüntü, stres, panik ve sıkıntı içinde geçirirler. Bu nedenle psikolojik kökenli hastalıklara yakalanır, bedenen çok hızla yıpranır, normalden daha kısa sürede yaşlanıp çökerler. Sevgisizlikten uzak yaşadıkları bencil hayatın ve içinde bulundukları bozuk ruh halinin etkisi bedenlerinin her noktasında kendisini gösterir.
Allah’ı dost edinen, O’nu çok seven ve O’ndan çok korkan müminler ise hiçbir olay karşısında üzülmedikleri ve sıkıntıya düşmedikleri için zihnen ve bedenen sağlıklı ve dinç olurlar. Tevekküllü olmalarının, karşılaştıkları her şeye hayır gözüyle bakmalarının, cennet ümidini içlerinde taşımanın olumlu etkisi fiziksel özelliklerine de yansır. Ancak bu, elbette ki müminlerin hastalıklara yakalanmayacakları anlamına gelmez; inançlı kişiler de çeşitli hastalıklara yakalanır ve yaşlanırlar, ama bu, psikolojik kaynaklı bir çöküntü olmaz.
Tevekkülsüzlüğün, Allah’a güvenip kadere teslim olmamanın yol açtığı ruhsal bozukluk ve sıkıntılar günümüzde ‘stres’ olarak tanımlanan ruhsal gerilim ile kendini göstermektedir. Stres; korku, güvensizlik, umutsuzluk, sevgisizlik, aşırı heyecan, endişe, baskı gibi duyguların, vücuttaki dengeyi bozarak bedende oluşturduğu bir durumdur. İnsanlar strese girdikleri zaman vücutları buna tepki gösterir ve alarma geçer. Bunun üzerine vücutta bazı biyokimyasal reaksiyonlar başlar. Kandaki adrenalin seviyesinin yükselmesi, enerji tüketiminin ve vücut reaksiyonlarının maksimum seviyeye çıkması, şeker, kolesterol ve yağ asitlerinin kana bırakılması, kan basıncının artması ve kalp atışının hızlanması bu reaksiyonlardan bazılarıdır. Strese bağlı olarak bazı akıl hastalıkları, uyuşturucu madde bağımlılıkları, uykusuzluk, deri, mide, tansiyon hastalıkları, migren, kemiklerle ilgili birtakım hastalıklar, böbrek dengesizliği, solunum bozuklukları, alerjiler, kalp krizi, beyinde büyüme meydana gelmesi gibi sorunlar başgösterir.
Özellikle kronik stres, vücut fonksiyonlarını değiştirdiğinden, çok büyük zararlara sebep olabilir. Stres nedeniyle vücuttaki adrenalin ve kortizol miktarı normal olmayan bir şekilde yükselir. Uzun süreli streste, kortizol hormonunun yükselmesi, bazı hastalıkların -örneğin şeker hastalığı, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, kanser, ülser, solunum hastalıkları, egzama ve sedef gibi deri hastalıkları, bağışıklık sistemine bağlı rahatsızlıklar- erken yaşta ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kortizol yüksekliğinin beyindeki hücreleri öldürmeye kadar varan etkileri bulunmaktadır. Stresin sebep olduğu rahatsızlıklar bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:
Stres ve stresin doğurduğu gerginlik ve ağrı arasında önemli bir ilişki vardır. Stresin sebep olduğu gerginlik, damarların daralmasına, kafanın belirli bölgelerine giden kan akımının bozulmasına ve o bölgeye giden kanın bir hayli azalmasına yol açar. Diğer taraftan bir dokunun kansız kalması doğrudan ağrıya sebep olur. Çünkü muhtemelen bir taraftan gergin dokunun daha çok oksijene ihtiyaç göstermesi, diğer taraftan dokunun zaten yetersiz kanla beslenmesi özel ağrı alıcılarını uyarır. Bu arada adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen maddeler de salgılanmış olur. Bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların gerginliğini artırır ve hızlandırır. Böylece ağrı gerginliğe, gerginlik kaygıya, kaygı da ağrının şiddetlenmesine yol açar.1
Ancak stresin yol açtığı en ciddi hastalıklardan birisi kalp krizidir. Araştırmalar, agresif, telaşlı, endişeli, sabırsız, rekabetçi, kindar, asabi insanların kalp krizi oranlarının, bu davranışları az gösteren insanlardan daha fazla olduğunu göstermektedir.2 Bunun sebebi ise şöyledir:
Hipotalamus'un başlattığı, sempatik sinir sisteminin aşırı uyarılması aynı zamanda aşırı insülin salgılanmasına ve dolayısıyla bu insülinin kanda birikmesine sebep olur. İşte bu durum sağlık açısından hayati önem taşımaktadır. Çünkü, koroner damar hastalığına yol açan şartların hiçbiri, kandaki fazla miktardaki insülin kadar kesin ve yıkıcı bir rol oynamaz.3
Bilim adamları, stres derecesi ne kadar yüksekse, kandaki akyuvarların tepkisinin o kadar zayıfladığını ifade etmektedirler. Oxford Üniversitesi Teknoloji Transferi Bölümü'nde görevli Linda Naylor başkanlığındaki ekibin geliştirdiği test sayesinde, stres derecesinin bağışıklık sistemi üzerindeki bu olumsuz etkisi ölçülebilmektedir.
Stresle, bağışıklık sistemi arasında da yakın bir ilişki vardır. Fizyolojik stres, bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etki yapar ve bağışıklık sistemini çökertmeye çalışır. Stres altında olan beyin, vücutta kortizol hormonu üretimini artırır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Diğer bir deyişle beyin, bağışıklık sistemi ve hormonlar birbirleriyle ilişki içindedirler. Bu konuda uzmanlar şöyle demektedir:
Psikolojik veya fiziksel stres konusundaki çalışmalar uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonal dengeye bağlı olarak bağışıklık cevabında bir düşüş olduğunu ortaya koymuştur. Kanser dahil birçok hastalığın ortaya çıkış ve şiddetinin hayat stresleriyle ilişkili olduğu bilinmektedir.4
Kısacası, stres insanın doğal dengesini bozan bir durumdur. Bu olağanüstü durumun süreklilik göstermesi vücut sağlığını bozarak, çok çeşitli rahatsızlıklara yol açar.
Uzmanlar, stresin insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini şu temel maddeler altında toplamaktadırlar: Kaygı ve Panik: İşlerin kontrolden çıktığı hissine kapılma Sürekli artan terleme Ses değişmesi: Kekeleme, titreyerek konuşma Hiperaktiflik: Ani enerji patlamaları, zayıf diabet kontrolü Uyumada zorluk çekmek: Kabus görme Deri hastalıkları: Sivilce, akne, ateş, sedef hastalığı ve egzama Gastrointestinal belirtiler: Hazımsızlık, mide bulantısı, ülser Kas tansiyonları: Gıcırdayan veya kenetlenen dişler, çenede ağrı, sırt, boyun ve omuzlarda ağrı Düşük dereceli enfeksiyonlar: Nezle vb. Migren Hızlı kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, yüksek tansiyon Böbrek dengesizliği, su tutma Solunum bozuklukları, kısa nefesler Alerjiler Eklem yerleri ağrısı Ağız ve boğaz kuruluğu Kalp krizi Bağışıklık sisteminin zayıflaması Kendini suçlu hissetme, kendine güvensizlik Kafa karışıklığı, doğru yorumlar yapamama, iyi düşünememe, zayıf hafıza Aşırı kötümserlik, herşeyin kötüye gideceğine inanma Kıpırdamadan bir yerde durmada zorluk çekme, mutlaka tempo tutma Konsantre olamama veya konsantrasyon zorluğu çekme Sinirlilik, alınganlık Mantıksızlık Kendini yardımsız, umutsuz hissetme Artan veya azalan iştah |
Tüm bu hastalıkların oluşma sebebinin yalnızca stres olduğu elbette ki söylenemez, ancak çıkış noktalarının çoğu kez psikolojik kaynaklı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir. Nitekim yaklaşık hergün gazetelerde ve televizyonda rastladığımız haberler bu durumu ispat eder niteliktedir.
Ortadoğu, 19 Ekim 2008 | NTVMSNBC, 20 Temmuz 2006 |
Din ahlakından uzak yaşayan kimselerin "stres" denilen sıkıntı ile yaşamaları Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir durumdur:
"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)
Bir başka ayette ise Allah "... bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar..." (Tevbe Suresi, 118) şeklinde buyurmaktadır.
Bu sıkıntılı yaşam, iman etmeyenlerin, imanın kazandırdığı sevgiden ve güzel ahlaktan uzak yaşamalarının sonuçlarından biridir. Bugün doktorlar, stresin etkilerinden korunmak için huzurlu ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu ve rahat bir psikoloji ise, ancak Kuran ahlakının yaşanmasıyla mümkündür. Nitekim Kuran'da Allah pek çok ayette iman edenlerin üzerine "güven duygusu ve huzur" indirdiğini bildirmektedir. (Bakara Suresi, 248; Tevbe Suresi 26, 40; Fetih Suresi, 4, 18) Rabbimiz'in iman eden kulları için vaadi ise bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
ALLAH İNANCININ SAĞLIK ÜZERİNDEKİ OLUMLU ETKİSİ
Son yıllarda yapılan birçok araştırma, Allah'a imanın insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalara göre Allah inancına sahip olan insanlar diğerlerine göre Allah'ın izniyle hem daha uzun yaşamakta hem de yaşam kaliteleri diğerlerine göre çok daha yüksek olmaktadır. Ancak tabi ki bir insan sağlık olmak için iman etmez. Allah'ın varlığının delilleri çok açıktır, her insan aklı ve vicdanıyla bu delilleri görerek iman eder, Allah iman edenlere ahlaklarının ve tavırlarının güzelliğine karşılık bir nimet olarak sağlık, güç ve kuvvet verir.
International Journal of Psychiatry in Medicine'nın Şubat 2002'de yayınladığı araştırmaya göre; kendilerini inançsız olarak tanımlayanların;
Ayrıca tedavi esnasında verilen dini telkinlerin hastalar üzerinde çok yüksek tedavi edici etki gösterdiği de ortaya konmuştur.
Din ahlakının, Allah’ı sevmenin, Allah’tan korkmanın insan üzerindeki en olumlu etkilerinden birisi ise, elbette strese karşı sağladığı korumadır. Allah inancı olan insanların olaylara daha sabırlı ve olumlu baktıkları, zorluklar veya yaşam içinde karşılaşılacak olumsuzluklara daha dirençli oldukları açıktır. Özellikle inancın bu güzel etkisinden dolayı ABD'deki 125 tıp fakültesinden 80'inde din ve sağlık üzerine seminerler verilmektedir. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir. Şafi (Şifa Veren) sıfatına sahip olan Rabbimiz Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz." (Neml Suresi, 62)
Stresin eklem ağrılarından psikolojik bozukluklara hatta kansere kadar birçok hastalığın ya ana nedeni ya da tetikleyicisi olduğu düşünüldüğünde, samimi olarak din ahlakına uygun bir yaşam sürdürdükleri için stresten korunan kişiler, tüm bu hastalıklardan da Allah'ın takdiriyle korunurlar. Kuşkusuz din ahlakının tüm bu olumlu etkilerinin temelinde ise iman edenlerin Allah’a sevgileri, Allah’a teslimiyetleri ve her durumda Allah’a sığınarak O’na dua etmelerinin büyük bir etkisi vardır. Elbette Allah dilerse, samimi olarak iman eden bir kimseyi de türlü hastalıklarla ve sıkıntılarla deneyebilir, salih bir mümin tüm bunlar karşısında yine neşeli, huzurlu ve tevekküllü olur, çünkü Allah'ın kendisi için takdir ettiği kaderin en güzel ve en hayırlı olduğuna iman etmektedir.
Tek kudret sahibinin Rabbimiz olduğunu bilen, O’nun rahmetine sığınan müminler, nasıl bir durumla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar dua ederek stresten uzak, itidalli bir tavır sergilerler. Bu da onların ruhen ve bedenen sağlıklı olmalarına vesile olan önemli bir etkendir.
KALPLERİN ALLAH’IN ZİKRİ İLE MUTMAİN OLMASI
Amerikan Sağlık Araştırmaları Ulusal Merkezi'nden David B. Larson ve ekibi tarafından derlenen araştırma sonuçlarına göre Amerikalılar arasında dindar ve inançsız kişiler arasında yapılan karşılaştırmalar çok dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Örneğin dindarların, dini yönü zayıf olan veya hiç olmayan kişilere göre, kalp hastalıklarına %60 daha az yakalandıkları; intihar oranının %100 daha düşük olduğu; tansiyon bozukluğuna çok daha düşük oranlarda yakalandıkları; sigara içenler arasında bu oranın 7'ye 1 olduğu gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Tıp dünyasındaki önemli bilimsel kaynaklardan, Tıpta Uluslararası Psikiyatri dergisinin yayınladığı bir araştırmada ise, kendilerini inançsız olarak tanımlayan kimselerin hem hastalıklarla daha fazla uğraştıkları, hem de kısa bir ömür sürdükleri bildirilmektedir. Araştırmanın sonuçlarına göre inançsız kişilerin, mide-bağırsak hastalıklarına yakalanma ihtimalleri inançlı insanlara göre iki kat daha fazla, solunum hastalıklarından ölme oranlarının ise %66 daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır.
Seküler psikologlar genellikle buna benzer sonuçları "psikolojik etki" olarak açıklarlar. Bunun anlamı, inancın insanların moralini yükselttiği ve moralin de sağlığa katkı sağladığıdır. Bu açıklamanın haklı bir yönü olabilir, ancak konu incelendiğinde daha da dikkat çekici bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Allah'a olan inanç, başka herhangi bir moral etkiden çok daha güçlüdür. Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ın dini inanç ve bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson, "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" vardığını açıklamaktadır.
Tıp dünyasının yavaş yavaş fark etmeye başladığı bu gerçek, Kuran'da "... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Rad Suresi, 28) ayetiyle haber verilen bir sırdır. Allah'a inanan, O'na dua eden, O'na güvenen insanların diğerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının nedeni, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirmektedir.
Nitekim psikolojik hastalıkların birçoğu Allah’a iman etmemenin ve O’nun gücünü takdir edememenin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yukarıda bahsettiğimiz gibi dinsizlik kişide ruhsal ve manevi yönden büyük bir yıkıma yol açtığı gibi, fiziksel olarak da ciddi bir tahribat yapar. Böyle kimselerde depresyon ve bunalım sonucu hafıza zayıflaması, dikkat dağınıklığı, yorum bozuklukları, mantıksızlıklar, tikler, kontrolsüz tavırlar görülür. Vücudun fiziksel anlamda direnci kırılarak, güçten düşer. Bunun sonucu olarak kişinin bağışıklık sistemi çöker ve birbiri arkasına hastalıklara yakalanır veya mevcut bir hastalığın iyileşmesi gecikir.
Hastalıkların yanı sıra din ahlakına göre yaşamamanın getirdiği hüzün, karamsarlık, yalnızlık ve sevgisizlik hissi sonucu ruhen yaşanan huzursuzluklar, gerilimler, üzüntüler doğal olarak kişinin yüzüne ve tavırlarına da yansır, canlılığı ve yaşama sevinci ciddi şekilde azalır. Bu sebeplerle de dinsizliğin yaşandığı toplumlarda her birey, her an kendisine ve çevresine maddi ve manevi zarar verebilecek potansiyel bir tehlikeye dönüşür.
Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kötü ahlak özelliklerinin tümünden büyük bir titizlikle sakınır, kavga etmez, kimseye zarar vermez, rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama din ahlakına göre yaşamayan bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın "ben din ahlakına uygun yaşamıyorum, ama hırsızlık yapmıyorum veya kumar oynamıyorum" demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir.
Kötülük, haksızlık, üzüntü, karamsarlık, sıkıntı, korku, stres, güvensizlik, vicdansızlık, endişe, öfke, kıskançlık, kin, uyuşturucu bağımlılığı, ahlaksızlık, kumar, yolsuzluk, hırsızlık, kavga, düşmanlık, cinayet, çatışma, zulüm, ölüm korkusu… İşte bu zor ve sıkıntılı yaşam, Allah’a teslim olmamanın, Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yaşamamanın doğal bir sonucu olarak dinsizliğin toplumlara getirdiği belalardır. Huzurlu, sevgi dolu ve rahat bir yaşam, ancak iman ile, güzel ahlakın yaşanması ile mümkündür. |
AFFETMEK VE SAĞLIĞA FAYDALARI
Allah bir Kuran ayetinde "affedici ve bağışlayıcı olmayı" emretmektedir:
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)
Bir başka ayette Allah, "... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.
Kuran ahlakından uzak yaşayan kimseler için affetmek son derece zordur. Çünkü yapılan bir hata karşısında hemen öfkeye kapılırlar. Ancak Allah müminlere affetmenin daha güzel bir davranış olduğunu bildirmiştir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir... (Şura Suresi, 40)
... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Teğabün Suresi, 14)
Kuran'da "Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir." (Şura Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Dolayısıyla müminler affedici, merhametli, hoşgörülü davrananlar ve Kuran'da bildirildiği gibi onlar, "öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 134)
Müminlerin affedicilik anlayışları, Kuran ahlakını yaşamayan kimselerinkinden çok farklıdır. Bazı kişiler, karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler de, bu kişilerin kalplerindeki kin ve kızgınlıktan kurtulmaları uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak şekildedir. Müminlerin affediciliği ise samimidir. Müminler insanın dünyada imtihan olan, hata yaparak öğrenen bir varlık olduğunu bildikleri için hoşgörülü ve şefkatlidirler. Ayrıca müminler, tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedebilirler. Affetme konusunda, hataları, büyük ya da küçük olarak ayırmazlar. Bir kimse hatayla büyük bir kayba sebep olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Allah'ın kontrolünde ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen müminler, bu tür bir olay karşısında tevekküllü davranır ve kişisel bir kızgınlık içine girmezler.
Yakın zamanda yapılan araştırmalarda Amerikalı bilim adamları, affetmesini bilen insanların hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı olduklarını belirlediler. Stanford Üniversitesi'nde görevli bilim adamı Frederic Luskin ve ekibi, San Francisco şehrinde oturan 259 kişi üzerinde araştırma yaptı. Denek olarak katılan kişileri 6 kez 1.5 saatlik oturumlara çağıran bu bilim adamları, yaptıkları sohbetlerde affetmeyi öğretmeyi amaçladılar.
Deneye katılan kişiler kendilerine zarar veren kimseleri affettikten sonra, daha az acı duyduklarını belirttiler. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, affetmeyi öğrenen kişiler sadece duygusal olarak değil fiziksel olarak da kendilerini daha iyi hissetmektedirler. Örneğin deney sonucunda stresten kaynaklanan sırt ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı gibi ruhsal ve fiziksel belirtilerin de bu kişilerde önemli ölçüde azaldığı tespit edildi.
Stanford Üniversitesi'nde Rehberlik ve Sağlık Psikolojisi alanında doktorası olan Frederic Luskin, Forgive for Good (İyilik için Affedin) adlı kitabının tanıtımında affetme ile ilgili olarak "Sağlık ve Mutluluk için Kanıtlanmış Bir Reçete" ifadelerine yer vermiştir. Bu kitapta affetmenin kızgınlık, acı, depresyon ve stresi azaltarak, umut, sabır ve kendine güven gibi olumlu ruh hallerinin yaşanmasını sağladığı anlatılmaktadır. Dr. Luskin'e göre, uzun süreli kızgınlık yaşanması insanların fiziksel sağlığı üzerinde de gözlemlenebilir olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Dr. Luskin konu ile ilgili şunları ifade etmiştir:
Uzun süreli veya devam eden öfkenin zararı, vücut içindeki termostatı sıfırlamasıdır. Eğer düzenli olarak düşük seviyede öfkeye kendinizi alıştırırsanız, neyin normal olduğunu ayırt edemezsiniz. İnsanların alışkanlığa çevirebileceği bir tür adrenalin hücumuna yol açabilir. Vücudu yakar ve sağlıklı düşünmeyi zorlaştırır, bu da durumu daha kötü bir hale getirir.5
Ayrıca Dr. Luskin, vücut, öfke ve stres sırasında belirli enzimler salgıladığından, kolesterol ve tansiyonun yükseldiğini, bunların da vücudun uzun süreli maruz bırakılmaması gereken bir durum oluşturduğunu belirtmektedir.6
Healing Currents Magazine dergisinin Eylül-Ekim 1996 sayısında yayınlanan "Affetme" adlı makalede ise, bir kişiye ya da olaya karşı duyulan öfkenin kişilerde olumsuz duygulara yol açtığı, ruhsal dengelerini hatta fiziksel sağlıklarını bozduğu belirtilmektedir.7 Aynı makalede kişilerin öfkeden dolayı yaşadıkları olumsuzlukları zaman içinde fark ettikleri ve bozulan ilişkilerini düzeltmek, problemleri halletmek için affetmeye karar verdiklerinden de bahsedilmektedir. Yaşadıklarından sonra, değerli zamanlarını ve hayatlarını öfkeyle geçirmek istemedikleri, bu nedenle kendilerini ve başkalarını affetmeyi seçtikleri de belirtilmektedir.
Öte yandan 1500 kişiyi kapsayan bir araştırmada, din ahlakını samimi olarak yaşayan kişilerde depresyon, stres ve akıl hastalıklarının daha az olduğu görülmüştür. Araştırmayı yürüten Dr. Herbert Benson, bu durumu dinlerin "affetme" duygusunu teşvik etmesine bağlamakta ve şunları ifade etmektedir:
Dinler, insanlara diğer kişileri affetmeyi öğütler. Bu yüzden dini inancı olanlar, sorunlarını içlerinde biriktirmez ve hayatla daha kolay başa çıkar. Bu da depresyon ve stres gibi rahatsızlıklarla daha az karşılaşmalarını sağlar.8
Harvard Gazetesi'nde yayınlanan "Öfke Kalbinizin Düşmanıdır" adlı makalede yer alan bilgilere göre öfke, kalp sağlığı açısından son derece zararlıdır. Tıp alanında asistan profesör olan Ichiro Kawachi ve meslektaşları, bu gerçeği çeşitli test ve ölçümlerle bilimsel olarak kanıtlamışlardır. Yaptıkları çalışmalar sonucunda aksi huylu yaşlıların, daha sakin yaşıtlarından üç kat daha fazla kalp hastalıkları riskine sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Kawachi'ye göre, "Yüksek seviyede kızgınlık ve nesneleri kırma ya da bir kişiye kavga sırasında zarar verme isteği bu riskleri artırmaktadır." 9 Çünkü öfke sırasında stres hormonları artarak, kalp kaslarındaki hücrelerin daha fazla oksijen ihtiyacı duymasına ve kandaki trombositlerin yapışkanlığının artarak pıhtılaşmaya yol açmasına sebep olmaktadır. Bu da kalp sağlığını olumsuz etkilemektedir. Ayrıca öfkelenme sırasında kalp atışları normalin üstünde bir seviyeye çıkar ve damarlarda kan basıncının yükselmesine, dolayısıyla kalp krizi riskinin artmasına sebep olur.
Araştırmacılara göre öfke ve düşmanlık, kanda enfeksiyonla bağlantılı proteinlerin üretimini de tetikleyebilmektedir. Psychosomatic Medicine (Psikosomatik Tıp) isimli dergide, aşırı öfkenin enfeksiyona yol açan proteinlerin üretimini artırdığı, bunun da atardamarların sertleşmesine, dolayısıyla damar tıkanıklığına ve kalp krizine neden olduğu belirtilmiştir.10 Kuzey Carolina Bölgesi'ndeki Duke Üniversitesi'nden Asistan Profesör Edward Suarez'e göre, interleukin 6 (IL-6) proteini çok kızgın ve morali bozuk kişilerde normal seviyeden daha yüksek oranda bulunmaktadır. Kandaki yüksek IL-6 seviyesi ise atardamarların duvarlarında yağ birikimine, bu da damar tıkanıklığına yol açmaktadır. Sonuç olarak Suarez'e göre kalp hastalıkları, sigara kullanımı, yüksek tansiyon, şişmanlık ve yüksek kolesterol gibi faktörlerin yanı sıra depresyon, öfke ve düşmanlık gibi psikolojik durumlarla da yakından bağlantılıdır.11
The Times'da yayınlanan "Öfke Kalp Krizi Riskini Artırır" adlı makalede, kolay öfkelenmenin kalp krizlerine kısa bir yol olduğu, strese öfkeyle tepki veren kişilerin, kalp hastalıklarına üç kat daha fazla, erken kalp krizine ise beş kat daha fazla yakalanma riski altında oldukları belirtilmektedir.12 Maryland, Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesi'nden bilim adamlarının tespitlerine göre, çabuk sinirlenen kişiler, ailelerinde kalp hastalıkları geçmişi olmasa da risk altında bulunmaktadırlar.13
Yapılan tüm araştırmalar göstermektedir ki öfkelenmek insanın en başta sağlığını ciddi şekilde bozan bir ruh halidir. Affetmek ise kişiye zor gelse de öfkenin getirdiği tüm olumsuzlukları ortadan kaldıran, kişinin hem fiziken hem ruhen sağlıklı bir yaşam sürmesine yardımcı olan güzel bir davranış şekli, üstün bir ahlak özelliğidir. Elbette ki affetmek, sağlıklı kalmaya vesile olan davranışlardan biridir ve herkesin yaşaması gereken olumlu bir özelliktir. Ancak affetmede asıl amaç -herşeyde olduğu gibi- Allah'ın rızasına uygun bir ahlakı yaşamak olmalıdır. Faydaları bilimsel olarak günümüzde tespit edilen bu ahlak özelliğinin Kuran'da pek çok ayetle bildirilmesi, Kuran'daki hikmetlerden sadece bir tanesidir.
Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)
"Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamlarına gelen dua, Kuran'a göre "insanın içten bir kalp ile Allah'a yönelmesi, O'na muhtaç bir varlık olduğunun bilinci ile sonsuz güç sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah'tan yardım dilemesi"dir. Hastalık anları da insanın bu acizliğini daha net hissettiği, Allah'a yakınlaştığı anlardan biridir. Ayrıca hastalıklar Allah'ın takdiriyle gerçekleşen çok hikmetli bir imtihan, dünya hayatının geçici ve kusurlu olduğunu hatırlatan bir uyarı, sabreden ve tevekkül edenler için ahirette bir ecir kaynağıdır.
İman etmeyen kimseler ise, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Sağlıklıyken vücutlarındaki sistemi çalıştıranın, hastalandıklarında şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru var edenin Allah olduğunu düşünmezler. Pek çok kişi ancak doktor ve ilaçların yetersiz kaldığına kanaat getirince, Allah'a yönelir. Böyle bir durumdaki kişi, içinde bulunduğu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlayarak, yalnızca Allah'tan yardım diler. Allah bu ahlakı bir ayette şöyle bildirmektedir:
İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)
Halbuki insanın sağlıklıyken ya da bir zorluk, sıkıntı içinde olmadığında da dua etmesi, Allah'ın kendisine verdiği rahatlık, sağlık ve diğer tüm nimetler için şükretmesi gerekir.
Dua ile ilgili çok önemli bir konu da şudur: Sözlü duanın yanı sıra kişinin fiili dua olarak çaba sarf etmesi de son derece önemlidir. Fiili dua, kişinin herhangi bir isteğine ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişinin sözlü duanın yanı sıra mutlaka uzman bir doktora başvurması, kendisi için faydalı ilaçları kullanması, gerekli ise hastanede tedavi görmesi, hassas bir bakım altında olması da gerekebilir. Çünkü Allah dünyada meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Dolayısıyla kişinin de bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri alması, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, tevekkül, teslimiyet ve sabırla sonucunu Allah'tan beklemesi gerekir.
İmanın ve duanın hastaların üzerindeki olumlu etkisi, tedavi sürecini hızlandırması doktorların da dikkatlerini çeken bir husustur. ABD'de yayınlanan ünlü haber dergisi Newsweek, 10 Kasım 2003 sayısında "Allah ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor?" (God & Health: Is Religion Good Medicine? Why Science is Starting to Believe?) başlığı altında din ahlakının iyileşmeye vesile olan etkisini kapak konusu yaptı. Allah inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığını bildirdi. Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir.
Michigan Üniversitesi'nin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, Chicago'daki Rush Üniversitesi'nin araştırmasına göre, düzenli olarak ibadet ve dua edenlerin erken ölüm oranı, dine bağlı olmayanlara göre yüzde 25 daha az olarak tespit edilmiştir. Duke Üniversitesi'nin anjiyo operasyonu geçiren 750 hasta üzerinde yaptığı bir başka araştırmada da, "duanın iyileştirici gücü" bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dua okuyan kalp hastalarının, ameliyattan sonraki birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde 30 daha az olduğu tespit edilmiştir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği dualardan bir kısmı şöyledir:
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 83-84)
Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)
Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, Sen mirasçıların en hayırlısısın." Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 89-90)
Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. (Saffat Suresi, 75)
Daha evvel de belirttiğimiz gibi dua sadece hastalıktan ya da dünyevi sıkıntılardan, zorluklardan kurtulmak için olmamalıdır. Samimi iman eden bir kişi, her zaman Allah'a dua etmeli ve Allah'tan gelecek her karşılığa razı olmalıdır. Kuran'da pek çok ayetle bildirilen dua ibadeti, günümüzde bilimsel olarak da faydalarının ispatlanması Kuran'ın mucizevi özelliğini bir kez daha göstermektedir:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Dinsizliği yaşayan toplumlarda insanların büyük çoğunluğu dünyada kendileri için mümkün olduğunca fazla çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar. Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda herhangi bir çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı kısacası üstün ahlaklı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla "saf" kişiler olarak değerlendirirler. Din ahlakından yoksun olan toplumlarda aile bireyleri arasındaki ilişkilerde de açıkça fark edilen bir tahribatın yaşandığı görülür. Çocuklarına gereken sevgi ve ilgiyi göstermeyen anne babalar ve anne ve babasına karşı -çevresinden aldığı olumsuz telkinlerin neticesinde- gereken saygı ve hürmeti göstermeyen çocuklar, bu dejenerasyonun en açık örneklerinden biridir. Kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı şefkat ve ilgi yerine kızgınlık oluşur. Farklı kökenden ve ırktan insanlara karşı saldırgan olunur, işçiler patronlarına patronlar işçilerine, baba oğula oğul babaya karşı saldırganlaşır.
Dinsiz toplumlarda insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, sevgi göstermeleri, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Her şeyden önce bazı insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler, çünkü yıllar boyunca birtakım çevrelerin planlı ve örgütlü yalan telkinleri ile birbirlerini maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan, maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana iyi davranmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar, bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine değer vermez sevgi duymazlar. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun süre bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında işletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği zararı hesaplamaz. Yalnızca kendi kazanacağı parayı düşünür.
Burada verilen örnekler Allah korkusu olmadığı takdirde kişilerin her türlü kötülüğe yönelebileceğinin ve bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine hiçbir şekilde iyi davranmayacaklarının, sevgi duymacaklarının açık delillerinden yalnızca birkaçıdır. Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak, sevgi ve saygı duymak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Rabbimiz samimi iman sahibi kullarının üstün ahlakını ayetlerde şöyle bildirmiştir:
“Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.” (Rad Suresi, 20–22)
Yine dinsiz toplumlarda yaşanan menfaate dayalı olan sevgi türünde insanlar sevgi adı altında kendilerini ve başkalarını kandırmakta, bunun neticesinde son derece sıkıntılı, yalnız ve mutsuz bir hayat sürmektedirler. Bu, menfaat üzerine kurulu bir dünyada yaşayan insanlar tarafından çok iyi bilinen bir gerçektir. Bu dünyayı yaşayan insanlar, dost sandıkları kişilerin bir gün mutlaka kendilerini yalnız bırakacaklarını, özellikle sıkıntılı zamanlarında, örneğin hastalandıklarında ya da maddi imkanlarını kaybettiklerinde kendilerinden yüz çevireceklerini içten içe bilir, bu nedenle hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu ve huzurlu olmaz, sevildiklerini hiçbir zaman gerçek anlamda hissedemezler. Karşılarındaki insanların sevgilerinden sürekli olarak kuşku duymalarının sebebi budur.
Allah’ı çok seven, Allah’tan çok korkan, her şeyde Allah’ın tecellilerini gören, Allah’ın yarattığı maddi manevi tüm nimetlerden büyük zevk alan, insanlara karşı kalplerinde hissettikleri sevginin kaynağı da, yine, Allah'a duydukları coşkun sevgi olan müminlerin insan sevgisinin ise sonu yoktur. Sevgilerinde azalma olmadığı gibi, günden güne artar ve derinleşir. Karşılarındaki müminin kendilerine olan sevgisinden de şüphe duymazlar, çünkü onların da kendileri gibi Allah’ı çok sevdiklerini ve kendilerine duydukları sevginin Allah sevgilerinden kaynaklandığını ve doğal olarak azalmadığını, aksine sürekli arttığını bilirler.
Allah sevgisinin ve Allah korkusunun tam olarak yaşanmadığı toplumlarda ise insanlar sevgisizlikten yana çok sıkıntı çekmekte, aradıkları gerçek sevgi ve mutluluğu hiçbir zaman bulamamaktan yakınmaktadırlar. İnsanların sevgisizlikten kaynaklanan mutsuzluklarıyla ilgili günlük gazetelerde de çokça haber ve araştırmaya rastlamak mümkündür.
Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Stres, üzüntü, mutsuzluk ve bu duygulara sebep olan düşünce yapısı ortadan kalkar. İnsanlar arasındaki sevgisiz, bencil ve egoist tavırların yerini şefkat, merhamet, hoşgörü, sevgi ve saygı dolu yaklaşımlar alır. Allah iman eden kullarına yaşattığı sevgiyi bir ayetinde şu şekilde bildirmektedir:
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. ( Meryem Suresi, 96 )
İnsanlar Allah'ın emirleri doğrultusunda hayırlarda yarışırlar. Dünya hayatında Allah sevgisini nefsani sevgiye üstün tutan samimi müminler de ahirette, Allah'ın izniyle, sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte yaşayacakları cennet bahçelerinde olmayı umarlar:
(O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet bahçelerindedirler. Rableri Katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)
SAYIN ADNAN OKTAR’IN RÖPORTAJLARINDAN SEVGİ İLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR... KAÇKAR TV, 8 OCAK 2009 MUHABİR: Hocam toplumdaki sevgisizliğin, güvensizliğin çözümü nedir? ADNAN OKTAR: Samimiyet, Allah korkusu, Allah’ı çok sevmek, derin iman, şefkat, merhamet, insanlara güvenmek, insanların birbirlerine güvenmesi, sevgiyle bakması, egoistliğin, bencilliğin kalkması... KON TV, 1 ŞUBAT 2009 ADNAN OKTAR: Bakın sevgi ve samimiyet gittikten sonra geriye ceset kalır. Yani kokuşmuş bir ceset kalır ve artık o insan için çile günleri başlar, acı günleri başlar ve sürünüyor o zaman, akşama kadar çalışıyor para kazanıyor, gidiyor o parayla akşam az bir şey yiyecek yiyor onu yiyor, televizyonda bir parça bir şey seyrediyor, dedikodu yapıp bir şeyler konuşup uyuyor. Ertesi gün yine işe gidiyor yine çalışıyor yine bir parça yemek yiyor yine bir parça dedikodu, kavga ediyor, laf sokuyor. SUNUCU: Rutin, dünyada yapması gereken işleri yapıyor. ADNAN OKTAR: Öyle değil dünya, bu bir beladır, Allah’tan verilmiş bir beladır. Biz bunun için gelmedik dünyaya. SUNUCU: Herkesin bir görevi var. ADNAN OKTAR: Tabi. Biz candan Allah’ı aşkla sevmek için geldik, biz burada aşkı yaşamaya, tutkuyu yaşamaya geldik, Allah’ın rızasını yaşayamaya geldik. Allah’a kul olmaya geldik insanlar kendi elleriyle kendi kendilerini cezalandırıyorlar. Allah Cenab-ı Allah şeytandan Allah’a sığınırım bu konuda diyor ki: “Allah insanlara zulmetmez, insanlar kendilerine zulmediyorlar” diyor Allah. Kendi elleriyle kendilerini mahvediyor insanlar, işte Mehdi bu belayı, insanların kendi kendini yakması sistemini durduracak. Onları yeniden samimi sevgiye, samimi arkadaşlığa ve dostluğa davet edip o ruhu onlara yaşatacak, Allah’ın dilemesi ile. KANAL 35, 1 ŞUBAT 2009 ADNAN OKTAR:...İman zafiyetinin ortadan kalkması, Allah korkusunun güçlendirilmesi, samimi Müslüman olunması ve Kuran’a tam, candan, güzel ahlakla uyulması gerekir. Yani şu an bunun eksikliğinden genç kızlarda çok bizarlar dışarıda, genç delikanlılar da çok bizarlar yani mutlu değiller. Ben sokağa çıkıyorum, bakıyorum, suratları donuk. Yani mesela ben genç kız dedin mi böyle neşeli, sevgi dolu, gözleri pırıl pırıl bir insan bilirim, bakımlı tertemiz. Delikanlı dediğinde de yine öyle hayat dolu, sevgi dolu, herkese saygıda kusur etmeyen, etrafına neşe saçan dinamik insanlar akla gelir. Ama ben bunu görmüyorum dışarıda, bir kere insanlar birbirine güvenmiyor. Bu çok korkunç bir şeydir. Yani evlenirken de birbirlerine güvenmiyorlar. Önce gidip Noter de mal akli yapılıyor. İşte boşanırsa şu kadar para ödeyecek, SUNUCU: Sözleşmeler yapılıyor. ADNAN OKTAR: Daha başlangıcında tam bir facia. Yani madem o kadar güvenmiyorsun seni dolandıracağından bu kadar eminsin, zulmedeceğinden eminsin. Bu insanla nasıl hayatını birleştiriyorsun sen? Bu anlaşma ne demek, yani o anlaşma oldu mu, o adamın yüzüne sen nasıl bakacaksın? Halbuki ama haklı olarak tabi, kadınlar evleneceği insanda güven arar. Güven için Allah korkusu gerekir, Allah’ı sevmesi gerekir, derin imana sahip ve takva olması lazım. Allah’tan korkmayana nasıl güvenecek bir insan? Yani Allah’ı fark edemeyecek akılda bir insan düşünün. Beyninin içinde şu kadar mercimek kadar yerde yaşadığını fark edemiyor. Yani dışarıda maddi bir varlığı var ama bu kadarcık yerde yaşıyor ve Allah’ı fark edemeyecek kadar aklı zayıf. Böyle bir insandan ne bekler bir insan. Kadınlar tabi ki doğru konuşan insandan çok hoşlanırlar. Mesela kadın için çok etkileyicidir, doğru konuşmak. Erkek için de çok etkileyicidir. Mesela sürekli doğru konuşan bir kadın, çok heyecan vericidir, çok büyük bir nimettir. Asla yalan söylemiyor, artık sen onun beyniyle bütünleşmişsin demektir, yani tek beyin olmuşsunuz. Asla yalan söylemiyor, yani bir insan ruhuyla tam bağlantıya geçmek bir kadının ruhuyla müthiş heyecan vericidir. Ama yalan devreye girdiğinde beyin bağlantısı kopmuş oluyor. Artık bir sahte dünyaya giriş yapmış oluyorsunuz, o insan yok demektir. Ve güven, yani güven mesela çok heyecan verici bir şeydir, yani ölümüne güvenmek, sonsuza kadar beraber olacağına ümit bağlamak inşaAllah. Ve asla vefasızlık, kalleşlik yapmayacağına inanmak, dürüst olduğuna inanmak bir insanı çok heyecanlandırır. Yani bir mümin için dünyanın en büyük nimetlerinden bir tanesidir. İnsanların elinden işte bu alındı, güven alındı ve doğruluk alındı. Yani geriye zaten bir şey kalmıyor ki. Hem güvenmiyor, hem doğru konuşmadığından emin. Hem onu maddi olarak değerlendirdiğini biliyor. Yani parası için, mesleği için, tipi için sevdiğini, sevdiğini değil heveslendiğini biliyor. O durumda kendisine, ruhuna saygı duymadığından emin. O zaman insan nasıl mutlu olsun. Bakıyoruz o yüzden insanların yüzü bir karış, mutlu olabilmesi için güvendiği, sevdiği ve yalan söylemeyen, Allah’tan korkan, candan insanlara insanın ihtiyacı vardır. Ve insanlar genellikle hep yalnız dikkat ederseniz, hiç dostları yok. SUNUCU: Evet ADNAN OKTAR: Mesela ben soruyorum bazen sohbet ediyorum gençlerle. Kızlardan da erkeklerden de öyle konuştuğum oluyor. Soruyorum; hiç öyle candan güvendiğin biri var mı diyorum. “Eğer doğru söyleyecek olursak bir tane yok“ diyor. ”Hiç güvendiğim yok” diyor. “Samimi kız arkadaşım var ama hiç güvenmiyorum“ diyor. Halbuki bu çok önemlidir. Yani bir insanın candan güvendiği, aynı kendisi gibi güvendiği samimi dostları olması lazım. O zaman insan mutlu olabilir. Yani yoksa mecburen sürekli yalan söyleyen adamlarla iç içesin, güvenemediğin insanlarla iç içesin. Bir nevi cehennem odasında yaşıyor gibi bir şey bu. O zaman işte insanlarda cehennem odasında yaşayan insan yüzleri görüyoruz, mutlu olamıyorlar. Onun için Kuran Ahlakının buram buram yaşanması çok önemlidir. Allah korkusunun, Allah sevgisinin buram buram yaşanması çok önemlidir. O zaman gerçek mutluluk bütün dünyaya yayılır yani insanların buna ihtiyacı var. Cennet o yüzden insanların hoşuna gider, Cennette herkese güvenirsin. Cennette kimse yalan söylemez, herkes güvenilirdir, kalleşlik yoktur, vefasızlık yoktur, oyun oynama yoktur. Fitne çıkartmazlar, dedikodu yapmazlar, o yüzden mutlu oluyor insanlar. Yani yoksa sırf Cennet’in eşyasından, malından, mülkünden dolayı mutlu olmuyor insanlar. Orda Allah’ın tecellisini gördükleri için, güzel ahlakı gördükleri için, her şeyi Allah’ın tecellisi olarak sevdikleri için mutlu oluyor insanlar. KANAL 35, 18 OCAK 2009 ADNAN OKTAR: ...Genç kızlar evlenecekleri vakit, dindar, aklı başında mesela güzel ahlaklı biri olsa, bir de çok zengin fakat ahlaksız böyle, halk tabiri ile her türlü çirkin işi yapan birisi olsa bir çok genç kız o çirkin olanı tercih ediyor, çünkü parası var, tabi imkanı var diye onu tercih ediyor, halbuki bir süre sonra ayrıldığını, ondan acı çektiğini rahatsız olduğunu görüyoruz böyle insanların, MUHABİR: Ama toplum da biraz körüklüyor bunu, toplumdaki değer yargılarının bozulmasından kaynaklanan etkenlerden dolayı sanırım değil mi? ADNAN OKTAR: Halbuki insan ilk başta derin sevgiyi ve tutkuyu araması gerekir. Allah için olan, Allah’ın tecelisi olarak göreceği sevgiyi araması lazım, çünkü insan onun dışında et yığını olur, zaten ne kalıyor ki insanda. Derinlik yoksa, tutku yoksa, Allah sevgisi ve Allah korkusu yoksa, yani 60-70 kg et neye yarar, hiç bir anlamı yok, blok bir et parçası olur. O, ruhla çok güzel olmuş oluyor. Onun için ruh güzelliğini aranması çok önemlidir. Çünkü ruhu güzel olana Allah yardım eder, ona bereket verir yani bol para mutluluk getirmiyor, bol para iyi hastanelerde iyi tedavi olmayı sağlıyor birçok kişiye, yahut iyi sinir ilaçları almasını sağlar, o acıdan sıkıntıdan kurtulmak için para harcıyorlar bu sefer. KRAL KARADENİZ TV, 30 OCAK 2009 ADNAN OKTAR: Yani bir gerçek çiçek vardır, mesela gerçek bir menekşe vardır, bir de plastik menekşe vardır, satılır, plastikten yapılmış. Şimdi sahtelerini insanlar kullanıyorlar bayağı bir yerde. Yani o menekşenin taklidini yapmaya çalışıyor, mesela aşkın taklidini yapmaya çalışıyor, aşık tarzında bir tiyatro sanatçısı gibi bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama kastettiği insan bunu hemen anlıyor, yani niçin seviyorsun dediğinde arabası için, evi için ve tipi için diyor. E orada zaten aşk diye bir şey kalmadığı açık belli, çünkü adamın tipi gittiğinde, tipine bir şey olduğunda ondan nefret edeceği ve hemen kaçacağı belli. Parasının gitmesi durumunda da ondan kaçacağı belli, arabasının gitmesi durumunda da ondan kaçacağı belli. E o zaman bu oyuna ne gerek var, ama işte bazı zavallı insanları öyle kandırıyorlar, o da inanıyor hakkaten, bilinç altında insanlar, hani derler insan kendini beğenmezse çatlar ölür derler halk arasında öyle bir şey vardır. Yani o garibim şaşırıyor, kendisinin keşfedilmesine, gizli bir hazine olduğuna inanıyor, ama bir gün birisinin kendisini keşfedeceğini zannediyor. İşte o kurnaz olan kişi de onu hissediyor ve yakalıyor, onu zayıf damarından yakalıyor, onun olağanüstü olduğunu, yani şu ana kadar onu kimsenin görememesine şaşırdığını, ve bunun onun için çok önemli olduğunu, ilk defa onu kendinin keşfettiğini söylüyor, o da adeta hipnotize oluyor tabi o ne derse artık adeta bir seme oluyor yani o ne derse onu yapmaya başlıyor, her yönden onu kullanacak hale getiriyor. Bazen öyle kurnaz kadınlar oluyor, onu tam anlamıyla sarıyor böyle, hatta bazen ailesini de kullanırlar böyle şeylerde, organize olarak hareket ederler. O zavallı çocuğu tam anlamıyla böyle bir SUNUCU: Esir alıyorlar. ADNAN OKTAR: Evet esir alıyorlar, bazen de böyle o tarzda tam zıttı olan erkeklerde de oluyor. Mesela kadına, kıza söylüyor, kız zengin oluyor ama çocukçağız yani tip olarak ta çirkin oluyor. Çok vardır görülen, hatta geçenlerde de öyle, ünlü bir zenginin kızı var, kızcağız yaratılıştan hakkaten çirkin, Allah öyle yaratmış, ama bir kültürel yönü, bir kişiliği de yok dikkat çekecek. Ama tek yönü zenginliği, akıl almaz üsluplarla basına çıktı bu kişi, yani ondan çok etkilendiğini, ilk defa aşkı tattığını söyledi. Herkes bıyık altından gülüyordu, belli yalan olduğu. Ama işte kendince onu kandıracak ve bir süre sonra maddi varlığına ulaşacak şekilde bir plan yapmış anlaşılan, bunlar çok çirkindir, çok aşağılayıcı, bir insana yakışmaz. Ama mesela o kızın hakikaten çok güzel takva olsa, güzel ahlaklı olsa, tipi de vasat olsa, Allah o insana onu çok çok güzel gösterir, çünkü insana o zaman bir heybet gelir, yani hayret edilecek bir güç meydana gelir, yani vasat güzel olağanüstü güzele dönüşür o zaman. Çünkü akıl insanı güzelleştirir, tutku insanı güzelleştirir. İnsanın ruhundaki o derin güç ortaya çıkar, o derin güç çıkmadıktan sonra yani kasaptaki et gibi durur. Yani hiçbir şey olmaz, sığırı da kesiyorlar, hayvan koskoca dev bir sığır, çengele asıyorlar, duruyor, aynı et olur, hiçbir farkı olmaz. İnsan aklıyla, takvasıyla, Allah’a olan sevgisiyle insani derinlikleri geliştirebilir ve Allah’ın kendinde gizlediği o büyük gücü ortaya çıkarabilir. Ve bu mucize olarak ortaya çıkar, ben buna işte bir nevi 6. his diyorum. Çünkü bunu yaşamayanın bileceği bir şey değildir, insanlar birbirlerini severken samimi olmaya ve gerçek aklı aramaya, doğal insanı aramaya yönelmeleri gerekir. ... ADNAN OKTAR: Yani şöyle işin doğrusu dünyada dev bir tiyatro sergileniyor. Büyük bir bölümünde. Birçok tiyatronun oyuncusu var. Karşılıklı bir çok oyun oynanıyorlar. Bu doğru değil. İşte bu ahir zamanda mehdi devrinde bu tiyatronun perdesi kapanacak ve insanlar artık gerçek insan olacaklar, gerçek sevgiyle yaklaşacaklar, gerçek aklı ortaya çıkaracaklar, gerçek yüzlerini gösterecekler. Artık maskeler kalkacak. İnsanlar maskeyle geziyor büyük bölümü maskeyle geziyor. Bu maskeler kalkacak. Maskelerden dolayı da insanlar mutlu değil ben dışarı çıktığımda insanların birçoğunun yüzünü güler göremiyorum mutlu göremiyorum. Çünkü maskeyle karşılaşıyor. Gerçek insan, insanın hoşuna gider. Gerçek yüz, insanın hoşuna gider. Maske insanı çok rahatsız eder. Yapmacıklık insanı çok rahatsız eder. .... ADNAN OKTAR: ... mesela geliyor adam, elinde bir iki kilo çikolata yaptırmış, kız evine gidiyor, istemeye geliyor. Soruyorlar; nerede okuyorsun, mühendis misin, doktor musun, paran var mı, evin var mı? E niye sormuyorsunuz: Allah’ın dinine hizmet ediyor musun? Takva mısın? Ne hizmet ettin şu ana kadar, Allah için neler yaptın? Değil mi? Bu yaşına gelmişsin sen çok faydalı işler yapmış olman gerekiyor. Hangi insanın hidayetine vesile oldun, neler yaptın de, sormaları lazım ve onun takva olup olmadığının üzerinde durmaları lazım. İnsan ancak bundan mutlu olur. Yoksa arabayla, evle mutlu olsa her yer ev, araba dolu; yani onla insanlar mutlu olamaz. Evi arabası olup da bir sürü intihar eden insan var, bunalıma giren insan var. İnsan ancak Allah’ın zikriyle kalbi mutmain olur, Kuran’ın işaretidir bu Kuran’ın ayetidir, şeytandan Allah’a sığınırım. Mümin kadın da daima cennetteki gibi derin tutkuyu arayacak, derin sevgiyi arayacak. Allah’ın ruhuna koyduğu o derin gücü bulmaya çalışacak. Her kadının ruhunda şiddetli bir sevgi gücü vardır, tutku gücü. Bu ancak Allah’ın Resulü’nün yolunda ilerleyen, Kuran’a tam tabi olan, mümin muttaki insanla karşılaştığında, mümin kadından dışarı çıkabilecek bir güçtür. O, ruhunda bir kutu gibi durur onun, bir güç olarak durur, bir trafo gibi durur. Bu hiçbir şekilde işlemez normalde, yani ne evle, ne arabayla, ne parayla, ne tiple bu gücü ruhunda kadın harekete geçiremez. Ancak takvayla, Allah’tan çok korkan, çok akıllı bir insanla karşılaştığında kadının ruhunda bu güç ortaya çıkmaya başlar. Ve karşısındaki insan ne kadar akıllıysa ne kadar takvaysa, ruhundaki güç o kadar şiddetli, ona zevk vererek ortaya çıkar. İşte bu, kadının güzelliğini oluşturan, kadın denen varlıktır. Bunu sunduğunda ondan korkunç zevk alır. Gece gündüz bundan zevk alır. Hatta onun heyecanından çoğu kadın da uyuyamaz. Yani uyuyamayacak derecede zevk alır. Erkekte de aynı güç vardır, aynı özellik vardır, Allah ikisini birlikte birbirine yapıştırır adeta, yani müthiş bir güç meydana gelir. Mümin kadın bunu arayacak. Öbür türlü, istediği kadar evi olsun, istediği kadar arabası olsun, istediği herhangi bir artiste benzesin karşısındaki kişi; hiçbir şekilde hoşnut olmaz. Yani ona bir et yığını olarak, arabalar metal yığını olarak, ev de bir beton yığını olarak görünür; yani hiçbir şekilde etkilenmez. Ancak Allah’ın nuruna, Allah’ın tecellisine niyet ederek, o karşısındaki insanı Allah’ın tecellisi olarak gördüğünde, o feyzi o nuru hissettiğinde, ruhundaki o şiddetli güç harekete geçer. |