Sayın Adnan Oktar'ın 9 Aralık 2017 tarihli sohbetinden önemli başlıklar
ucgen

Sayın Adnan Oktar'ın 9 Aralık 2017 tarihli sohbetinden önemli başlıklar

32959

A9 TV, 9 Aralık 2017

 

(Cumhurbaşkanı Erdoğan Kudüs konusuyla ilgili bugün şu açıklamaları yaptı: “Amerika’nın da altında imzası olduğu Birleşmiş Milletler kararını son açıklamasıyla Amerika’yı yok saymıştır. Hiç kimse hukukun üstünde değil, hiçbir ülke uluslararası hukuku yok sayamaz.”)

Evet, o da var o çok önemli. Birleşmiş Milletler kararını yok saymış oluyor o olmaz. Yani mevcut durumun muhafazası gerekir. Amerika o kararı geri alması lazım. Gereksiz yani ortalığı yıllarca gerginliğe düşürecek, yıllarca kargaşaya sebep olacak bir karar. Bir anlamı da yok, bir faydası da yok. Normal statüyü korumak çünkü dünyanın dengesi bozuk zaten, ancak ayakta tutabiliyoruz. Şimdi sen oradan onun dengesini bozarsan olmaz. Kessinger çıktı “Ortalık kan gölü olacak büyük savaş olacak” falan diyor. Zeminini önceden hazırladılar. Şimdi de bu.

 

(Sayın Erdoğan, 1946’dan bu yana olan İsrail haritalarını göstererek şöyle devam etti Adnan Bey: “1947 paylaşım planını Birleşmiş Milletler yaptı. 1967’ye geliyoruz Filistin’i sıkıştırdılar iyice ve sonunda İsrail o bölgenin tamamını işgal etti. İsrail bir işgal devletidir. Şu anda orada terör estiriyorlar. Bu karar bölgeyi tahrik ve tahrip etmektedir. Kaç gündür uluslararası liderlerle görüşüyorum, Fransa, Azerbaycan, Kazakistan, Papa’yla görüştüm. Bu sorun sadece Türkiye’nin, Müslümanların sorunu değil. Burada aynı zamanda Hristiyanların da sorunu var. Hele hele büyük ülkelerin liderleri, buradan sesleniyorum; dünyayı çatıştırmakla değil barıştırmakla görevlidir. Bu kararın arkasında Evanjelistler var” dedi.)

Evanjelistler derse Tayyip Hocam doğru demiş olur ama Evanjelistlere bu kararı aldırtan kim? İngiliz derin devleti. Evanjelistler tek başına hiçbir şey değiller. Bunlar örgütlü de değil Evanjelistler, bir yapılanmaları da yok. Chatham House küçük bir teşkilat ama İngiliz derin devleti tarafından destekleniyor. Evanjelistler küçük küçük parçalar halinde onlar ama toplamında İngiliz derin devleti tarafından destekleniyor. Dolayısıyla Evanjelistler diye bir toplu kurum, büyük bir yapılanma yok. Birçok Evanjelist görüş var, Evanjelist kiliseler var ve birbirleriyle bağlantıları yok bunların ayrı ayrılar. Onun için ana yapıya dikkat çekilmesi gerekiyor, İngiliz derin devletine. Tayyip Hocam yine kapalı üslupla İngiliz derin devletine dikkat çekerse çok iyi olur. Çünkü şimdi şöyle olacak o zaman; İngiliz derin devleti ayrı, Evanjelistler ayrı, Amerika ayrı; hedef dağılır. Tek bir hedef vardır; İngiliz derin devleti. Bütün dikkati oraya verirsek konu asıl kaynağından çözülmüş olur. Ama Evanjelistler dersek şimdi burada da Evanjelist kiliseleri var apartmanların altında falan, iş yapıyorlar, görev yapıyorlar, ibadet yapıyorlar, çalışıyorlar, insanları topluyorlar. İnsanların dikkati oraya gider o zaman. Ha Evanjelist, çünkü Evanjelist adam. Amerika’da da var gariban insanlar hiçbir şeyden haberleri yok Evanjelist. Yani o hedefi belirleyen ana beyni esas alıp o beyni dağıtmak lazım. Dolayısıyla deccaliyettir asıl hedef. Deccaliyetin de teşkilatı İngiliz derin devletidir. Direkt deccalı hedef almak lazım.

 

(“Zaman neden bu kadar hızlı geçiyor?”)

Ahir zamandayız, Hz. Mehdi (as) devrindeyiz. “Hz. Mehdi (as) devrinde zaman hızlandırılacak” diyor Peygamberimiz (sav). Zaman hızlandırıldı. İnsanların uyuması, yemek yemesi, işe gitmesiyle gün bitiyor. Eskiden zaman çok genişti. Anlatmıştık, biz sabah kalkardık yemek yerdik, okula giderdik, öğlen bitmezdi çok geç gelirdi. Öğleden sonra ikindiye kadar akıl almaz geniş bir vakit olurdu. İkindiden akşama kadar çok geniş vakit olurdu. Akşamdan yatsıya kadar, yatsı hiç bitmezdi zaten. Misafirler gelir-gider yemek yeriz, ders çalışırız falan her şey olurdu bitmezdi yani yarısı, akıl almaz genişti. Şimdi insanlar vaktin darlığını bütün açıklığıyla görüyorlar. Muazzam bir kovalamaca olmasına rağmen, çok heyecanla hızlı hareket etmelerine rağmen yetiştiremiyorlar. Bu mucize. Zaman hızlandı ve kısaldı, izafi olduğu için, insanların beyninde olduğu için bunu şu an insanlar tarif edemiyor. Eskiden zaman genişti şimdi zaman daraldı, algı biçimi olduğu için insanlar ispat da edemiyor, ama kontrol altına da alınamıyor, bir şey yapılamıyor.

 

(Soğuk havada hayvanlar nasıl korunur?)

Onlar için özel ısıtmalı bir sistem yapılması gerekiyor. Yani küçük küçük barınaklar, altından mesela bir sıcak su borusu geçerse boydan boya hepsini ısıtarak geçer. Altlarına da keçe gibi bir şey konursa kışın hayvanlar doluşurlar oraya. Küçük küçük kulübeler, zaten beraber de yatıyorlar öyle yerlerde. Rahat ederler. Özellikle geceyi geçirebilmeleri çok önemli oluyor. Soğukta gece yatamıyorlar çok zorlanıyorlar. Soğuk onları çok sarsıyor. Ama öyle bir şeyde geceyi çok rahat geçirebilirler. Onu düşündüğün için seni tebrik ediyorum canımın içi. Allah o güzelliğin, o iyiliğin kaynağı olarak seni vesile ediyor. İnşaAllah belediyeleri de yönlendiririz de süratle tedbir alınır. Çünkü havalar bayağı soğuyacak gibi görünüyor. Her insanın vicdanı kanıyor hayvanları öyle soğukta görünce. Bak bizim Sarman da normalde dışarıda duruyor ama kışın bütün gücüyle eve girmeye çalışıyor, haklı da. O konuyu belediyeye proje olarak sunalım. Benim canım da o sevabından istifade eder, inşaAllah.

 

(Adnan Bey, sizin uzun yıllardan beri söylediğiniz bir konuyu Adalet Bakanı gündeme getirdi bugün. “Hayvana şiddet uygulayan insana uygulamış gibi olacak” dedi. Şöyle konuşuyor: “Hayvanları bir mal olarak gören anlayıştan, onları da bir can olarak gören anlayışa dönüşecek şekilde düzenlemeyi yapacağız, inşaAllah” dedi. “Hayvanlar da insanlara emanettir. Kötü muamele, işkence asla kabul edilemez” dedi.)

Kardeşim, adamı gördünüz geçen gün kediye bir daha vuruyor bir daha vuruyor bir daha vuruyor. Yani hunharca olması da ayrıca kanun maddesine eklenmesi lazım. Mesela ayağıyla bir tekme atar hayvana bu ayrı bir cezaya tabi olsun. Ama hayvanı takip ediyor yine vuruyor yine vuruyor yine vuruyor hunharca bu yani. Hunharca olduğunda bunlar ağır cezada yargılansınlar. Yani gerekirse 10 yıl alsın. Çünkü o aynısını insana yapar bu, psikopat demektir. O kadar azgınsa insana yapmaması için bir neden yok ki. Aynı insana yaptı diye kabul etmek gerekir. Çünkü insana yapmamasının nedeni yakalanacağından korktuğu için. Hayvanda niye yapıyor? Yakalanamayacağı kanaatinde. Demek ki bu usturuplu, uygun bir yerde yakalamış olsa bir insanı faili meçhulle öldürür de her şey yapar. Onun için ağır cezada yargılanmaları lazım hunharca olduğunda. Ve bunları rezil etmek lazım. Bütün dünyaya tanıtmak lazım sırf Türkiye’ye değil. Bunlar kitap halinde basılsın bu adamlar “hayvanlara işkence yapan adamlar” diye. Bütün dünya bilsin bunları önden yandan resimleri falan, gerekirse adresleri de verilsin. Yaptığına yapacağına bin pişman etmek lazım. Tabii bunu kanunla hukukla yapmak lazım. Kedi mesela süper tatlı hayvan sana ne yapıyor? Kudurmuş gibi hayvana saldırmanın alemi ne? Adamın bitmiyor öfkesi bir daha vuruyor bir daha vuruyor bir daha vuruyor. Deliysen tımarhaneye git tedavi ol. Zoruna ne oldu yani? Bu kanun bir an önce çıksın. Bunu bak aylardan beri söylüyoruz Allah sonunda neticesini meydana getirdi. Hayvanların işkence çekmemesi, hayvanlara işkence uygulayan, darp uygulayanların cezalandırılması ama hapis cezası. Bak nihayet bizim duamız da yenine geldi. Gece-gündüz söyleyince oluyor. Ne dediysek oldu elhamdülillah şu ana kadar. “Ne demişti ne oldu?” diye bölüm var ya oraya bakın, ne dediysek oldu.

 

(MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına ve Zarrab olayına yönelik şu açıklamaları yaptı: “İran’a ticaret için onlardan izin alamayız. Türkiye’nin hiçbir zaman kimsenin onay ve takdirine izin verecek hali olmayacak. ABD terör örgütleriyle koyun koyuna girerken Türkiye’ye mi danıştı? İşlenmiş suçların yargı sahası Türkiye’dir. ABD’de kurulan mahkeme neyin nesidir? Türkiye müstemleke bir devlet değildir. Trump skandal bir karara imza atmıştır. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanımlanmasından sonra bölgede barıştan bahsedilemeyecektir. Evanjelist tezgah Trump’ın iradesine zincir vurmuştur.)

Trump zaten güçlü bir pozisyonu yok. Gitti gidecek havasında yani küçük bir çevre onu destekliyor, çocukları ailesi falan. Güveneceği adam da yok etrafında. Kardeşim, zoruna ne oldu senin? De “beni İngiliz derin devleti köşeye sıkıştırıyor arkadaş” de, işadamısın, “ben bu işi yapamayacağım” de. Yani “bana baskı uyguladılar” de açık açık söyle “şunda baskı, getirdiler heykeli burnumun dibine koydular” de. “Adamlar gece-gündüz beni sıkıştırıyorlar, homoseksüeli getirdiler benim tepeme diktiler” de. Kendini ne hallere düşürdün? Homoseksüel adamı aldı legalleştirdi kendi kafasınca. Yer yerinden oynar, İngiliz derin devletini açık açık söylesin. “Öldürecekseniz de gelin öldürün” desin “yapabiliyorsanız.” Hiçbir şey yapamazlar. Böyle hayat mı olur? Sen dindar adamsın, geliyor homoseksüel tepende, bir de kötü kötü gülüyorsun. Adamla beraber olduğunuzu söylüyorsun yani desteklediğini söylüyorsun. Kızını gönderiyorsun homoseksüellere o da onları destekliyor görünüyor. Kardeşim, aileni de kendini de mahvediyorsun. Biz seni destekledik, bunlar olsun diye mi destekledik? Ne yapıyorsun sen? Şerefinle ayrıl kardeşim. Şöyle desin “Ya İngiliz derin devleti yakamı bıraksın ben Amerika’yı idare edeyim, ya yoksa ben uğraşamayacağım, Amerikan halkı bana sahip çıksın” dersin. “Dünya bana sahip çıksın, ben bu adamlarla uğraşamıyorum” desin “İngiliz derin devletiyle başım belada” desin. Cesur olsun ne olacak yani? Hiçbir şey yapamazlar.

 

(“Dikkati Allah’ın üzerinde nasıl toplayabiliriz?”)

İnsanın işte görevi bu. Sık sık unutma eğilimi vardır, sürekli iradesini kullanıp Allah’a dikkatini verecek. Şimdi adamın mesela 10 katrilyon parası oluyor hiç unutmaz. Sabah kalkar 10 katrilyon, akşam yatar 10 katrilyon, öğlen 10 katrilyon, yemek yerken uyurken sürekli parası aklındadır hiç unutmaz. Ve o da onu motive eder. Zenginlerde bir huzur vardır bilmiyorum görüyor musunuz, baya neşelidirler yani zengin neşesi vardır. Paradan kaynaklanır o. Bir de iman neşesi vardır. Zengin malı hiç unutmaz hep aklında tutar. Genel anlamda diyorum herkes için demiyorum da genel anlamda böyledir. Müminin zenginliği, en büyük sonsuz zenginlik Allah’ın varlığıdır, imandır, en büyük zenginlik imandır. Gerçek imana sahip olan da bir kere dünya emrinde oluyor ve bütün kainat emrinde oluyor. Artık Allah’ın ruhu o noktada bütün dünyaya hakim bir güç haline gelmiş oluyor. Çünkü o insanın üstünde Allah’ın ruhu var ya, her madde o zaman Allah’ın ruhunun emrinde oluyor her şey. Müslümanlar birbirine hatırlatabilirler.

 

(“Çevrenizdeki bayanları nasıl etrafınıza topluyorsunuz?”)

Dünya metafizik ama insanlar farkında değiller. Belki Allah çok korkmalarını istemiyor o yüzden de tam sezdirmiyor olabilir. Halbuki biz birlikte yaratıldık, fakat sanki insanlar şuradan buradan yani kimi Konya’dan, kimi İzmir’den geliyor gibi gösteriyor Allah. Öyle bir şey yok bütün birlikte yaratılıyoruz. Yani bu görüntü blok yaratılıyor, içindeki insanlarla beraber yaratılıyor tek başına yaratma olmuyor. Yani insan tek başına yaratılmıyor. O görüntülerle birlikte yaratılıyor. Mesela evde o odayla birlikte yaratılır. Sokakta sokaktaki görüntülerle birlikte yaratılır ve sevdikleriyle birliktedir. O kaderdeki görüntü içinde olan herkes o kişinin dostudur. Allah’ın yaratmasıyla kimse o dostları onlarla beraber olur. Ayrıca münafıklar yaratılır küçük bir güruh, mağlup olarak yaratılır. Münafık öyle çok yeteneksiz yaratılmaz yani çok çok aptal da yaratılmaz. Zeki yaratılır da ahmaktır ama fakat zeki yaratılır. Yani lafazan olur, Allah diyor “konuşmalarını dinlersin” diyor. Dini konuları tenzih ederim, çok gevezedir münafık. Uzun uzun yazar konuşur, bütün münafıklarda vardır bu. Bir de deli enerjisi vardır bütün münafıklarda. Kafir enerjisi daha düşüktür, münafığın enerjisi daha yüksektir. Kibri enaniyeti daha yüksektir, böyle azamet azgınlık yönünden daha gelişmiştir. Küfür daha geridir. Onun için Kuran’da küfürden daha az söz edilir, münafıklardan çok fazla bahsedilir ve karşılığın da çok şedit (şiddetli) olduğu Kuran’da vurgulanır. Yani Allah’ın vereceği karşılığı şedit olduğu vurgulanır. Münafıkların en bunaldığı, Müslümanların sayısının artması. Bak şimdi münafık atağı olduğunda akıl almaz sayıda çok güzel hanım kız geliyor, dikkat ederseniz. Bir mucize olarak. Hep 19 yaşında. Şimdi münafık Müslümanlığı dağıtmak istemiyor mu? Allah tersine ve çok fazla artırıyor. Ve çok güzel insanlar gönderiyor ve çok sadık, sevgi dolu. Ama münafıkların etrafında hiç insan olmuyor. Allah zıtlık meydana getiriyor. Bak onların etrafını tamamen dağıtıyor, boşaltıyor, yalnız bırakıyor. Etraflarında hiç kadın olmuyor. Sevdikleri hiç kimse olmuyor. Tek başına sap gibi oluyorlar. Yani sırtlan gibi sokaklarda tek başına geziyor. Ama müminlere Allah, gittikçe bereketlendiriyor. Tevrat’ta da, İncil’de de geçiyor bu, Kuran’da da geçiyor. “Senin soyunu, senin çevreni bereketlendireceğim” diyor. “…bereketlendireceğim. Öyle ki” diyor “dağlara, taşlara sığmayacaksınız” diyor. “Gittikçe arttıracağım ve bereketlendireceğim” diyor. Tabii.

 

(“Cennette oksijen var mıdır?”)

Cennette, bak dikkatini çekmiş karbondioksit yok. Azot da yok. Oksijen de yok. Bu temel maddeler yok. Yani bilmediğimiz yeni bir maddeden oluşuyor cennet. Yani işin doğrusu esir. Yani asıl esirdir ana madde. Ona Kuran’da dikkat çekilir. “Allah her şeyi sudan yarattı” diyor. Su olarak geçer. Su. Ama bazen işte oksijen, karbondioksit, şu, bu falan şeklinde görünür. Bazen de başka şekilde görünür. Karbondioksitin, oksijenin anlamı kalmadığı için yani çünkü ciğer ve damar olmayacağı için, kan olmayacağı için. İnsan damarı yok cennette. Yani ciltte damar olmuyor. Yani bakıldığında cilt altında damar görülmez. Düzgün bir cilt vardır. Vücut tüyü de yok. Yani kaş, kirpik var. Saç var. Onun dışında vücut tüyü olmaz. Yani cennette vücut tüyü yok. Ama isterse olur tabii insan ayrı. Ama yok. Normal yaratılışında yok. Nefes alma var ama akciğer yok. Yani bizim bildiğimiz anlamda akciğer yok. Kan damarı yoktur insanda. Kan yok. Vücut salgısı yok. Ama isterse olur. Uyku yoktur. İşte lenfositler şu falan bunların hiçbiri yok. Maddenin yapısı, vasfı değişik yani fizik kanunları tamamen değişecek. Hepsi değişiyor fizik kanunlarının. Yer çekimi kanunu yok mesela. O, o anlamda yer çekimi kanunu yok. Yoksa mesela gökte ev olmaz. Büyük bir gürültüyle ev çöker aşağıya iner. Ama gökte gayet güzel kuş gibi duruyor. Yer çekimi olmadığı halde yerde yürüyorsun. Ama istediğin anında uçarsın. Yani öyle bir çekim mekim, öyle bir olay yok. Normal kendi insan ağırlığını hissederek yürüyor. Ama yani uçmak istediğinde de gayet rahat uçuyor. Korku yoktur cennette. Yani herhangi mesela uçmaktan korkmak, yüksekten, karanlıktan korkmak gibi veyahut herhangi bir şeyden korkmak gibi öyle bir şey yok, korku yoktur. Sadece Allah’a saygı vardır. Derin bir saygı. Derin güven vardır. O kadar. Tutku da işte bu Taif’de öğrenilen derinlikle Peygamber (sav)’de bir sevgi oluşuyor. Hz. Mehdi (as)’da da tabii Cenab-ı Allah bizim bilmediğimiz zorluklarla karşılaşacak. O da o yönden sevgide derinleşmiş oluyor. Bu şart. Kafirler ve münafıklar hasletlere kapılacaklar ayetin ifadesiyle hasletlere. Yani yapabileceği en ahmak ve en hatalı hareketi yaptıklarını anlayacaklar. Tabii kendilerini ikna etmeye çalışır münafıklar. Yani suçsuz olduklarını, günahsız olduklarını kendi kendilerine, kendi aralarında iknaya çalışırlar ve Müslümanları karalayarak kendi konumlarını dengede tutmaya çalışır. Yani münafığın iki taktiği vardır. Bir; kendini yüceltir. İşte ne kadar cesur, fedakar, namuslu, akıllı, çalışkan falan böyle kendi kendilerine muazzam propaganda yaparlar. Müminleri de tam tersi olarak anlatırlar. Ki o ahlaksızlığın verdiği acıdan kurtulabilsin. O telkinle kendini dengede tutmaya çalışır. Ama ahirete gittiğinde “nedir?” dediysen yani “bu olaya ne diyorsun?” desen hemen kahpe olduğunu söyler. Alçak olduğunu bilir. Yani kendisi söylemiyor, dili söylüyor. “Sen kahpesin” diyor kendi dili. Derisi anlatıyor, kendisi konuşmak istemiyor enaniyet yapıyor. Derisi anlatıyor. O da şaşırıyor “bu nasıl bir şey ki?” diyor “böyle kontrol edemiyorum” diyor. “Kendi bedenim bana karşı geliyor” diyor. Münafık için bedeni puttur. Çok önemlidir. Bedeni için yaşar münafık. O pis bedeni için. Mesela ev alır. O iğrenç bedenini orada muhafaza etmek için alır. Araba alır. O pis, lağım bedenini taşımak için alır. Bedeni çok önemlidir. Ama bedeni ona ahirette tam anlamıyla karşı geliyor. Yapacağı da hiçbir şey yok. Çünkü zaten küfür içinde, en sevdiği ve hizmet ettiği beden ona tamamen karşı geliyor. Her yaptığı ahlaksızlığı anlatıyor ona. Yaptığı hainlikleri.

Yunus Suresi, 62’de Cenab-ı Allah; “Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.” Mesela Peygamberimiz (sav) için de bu geçerlidir. Hz. Mehdi (as) için de geçerlidir. Onlar için korku yok, mahzun da olmuyorlar. Yani mutlaka zaferle sonuçlanıyor.

 

(“İnsanın derin düşünerek ulaştığı sonuçlar nelerdir?”)

Derin düşünme yanlış biliniyor. Yani ellerini başının arasına alır. Böyle beynini çatlatırcasına düşünür falan derler ya böyle. “Bulacağım ağabey” diyor mesela “bulacağım” diyor. Öyle bir şey yok. Yani bu şirktir zaten. Derin düşünmeyi Allah yaratır. Yani insanın kendi derin düşünme yeteneği yoktur. Öyle bir gücü de olmaz. İnsan sadece samimi olmakla mükelleftir. Çok samimi olduğunda ona bilgi gelir. Ben mesela lise son sınıflarda falan gelenekçi İslam anlayışını savunuyordum. İşte diyor ki “Hz. Musa (as), denize asasını vurdu. Deniz, 70 metre deniz dondu” diyor. Buz gibi dondu. “Öbür tarafta da dondu” diyor. “Bir koridor açıldı Hz. Musa (as) ve müminler karşı tarafa geçtiler.” Ama 70 metre deniz donmuş olarak duruyor. Sonra geçtikten sonra “firavun ve ordusu da o donmuş denizi görerek oraya girdiler” diyor. “Birden o donma açıldı. Su haline geldi ve deniz boğdu onları” diyor. “Ya Rabbi” dedim “ben bunları insanlara açıklayamıyorum. Yani açıklayacak imkanım yok.” Öbür konular da öyle yani sırf tek örnek verdim yani. Yüzlerce konu var. Cennet, cehennemdeki durumu, hepsi. “Bunları açıklayamıyorum ben” dedim. Dua ettim yani. Sonra işte düşünürken aniden maddenin olmadığı fark ettim. Ama çok önemli bir şeyi de anladığımı gördüm. Allah’a şükrettim. Bütün sırları, her şeyi açıklayacak bir bilgiye kavuşmuş oldum. Her şeyi açıklayabiliyorum. Her şeyin sırrı çözüldü. Yani binlerce konu vardı tek bir bilgiyle hepsini çözmüş oldum ve muazzam bir silaha sahip olmuş oldum. Yani bu anlattığım silahın karşısında adamlar, ne Darwinizm, materyalizm hiçbir şeyle duramıyorlardı. Yani artık acıdım adamlara ondan sonra anlatmamaya başladım. Yani kendini kaybedenler oluyordu. Mahvoluyorlardı böyle. Hatırlarım ben. Mesela bizim evde anlatmıştım. Soluk soluğa kaldı adam yani böyle çöktü. Yere çöktü falan. Bir daha vazgeçtim. Yani öyle bir kaç vaka görünce. Yani detaylı anlatmadım ondan sonra maddenin hakikatini. Çünkü konsantre olup anlıyor. Anladı mı, dayanamıyor bu sefer. Yani gücü yetmiyor. Ondan sonra gayet sakindim. Yani kendinden çok emin her şeyi anlatıyordum. Bak şu an hiç kimse karşımızda duramıyor. Ben kaşıkla oynuyorum yani en rahat hareketleri yapıyorum. Hanımlar dekolte yani en çılgın hareketler artık yani. Daha uç düşünemiyorum yani. En rahat yani Kuran’ın ölçüsü içerisinde olabilecek en rahat hareketler. En rahat yaşantı. Bu kadar münafığa, ite, kopuğa rağmen. Küfre rağmen. Gözlerinin içine baka baka destroyer gibi yara yara gidiyoruz. Münafıklar ağlamaklı sesler çıkarıyorlar sadece. O domuz sesleri çıkartıyorlar. Küfür öyle, İngiliz derin devleti öyle. Mesela muazzam bir yapılanma İngiliz derin devleti. Hiçbir şey yapamıyor.

 

(“Ve bir insan tımarhaneye sokulsa deli olmadığını nasıl kanıtlayabilir? Teşekkürler.”)

Tabii bu tımarhane konusu tehlikeli. Rusya’da eskiden, Çin’de, şurada, burada falan faili meçhul için tımarhaneler kullanılıyordu. Delilerin içine atıyorlardı insanları, orada öldürtüyorlardı delilere. Deliler cinayet işliyordu. Mecburen adamı götürüyorlar, sürükleyerek götürüyorlar. Adam da delilerin içerisinde olduğu için, onlarla tartışmaya giriyor. Veyahut onları durdurmaya çalışırken, deliler saldırıp normal insanlara özellikle, saldırgan tutum sergileme ihtimalleri olduğu için cinayetle sonuçlanıyordu. Veyahut onun aklını kaybetmesi elde ediliyordu, sağlığını kaybetmesi elde ediliyordu. Bu soğuk savaş döneminin bir yöntemiydi. Yani fikir adamlarını, aydınları tımarhaneye atarak, hizaya getirme veyahut yok etme, öldürme. Geniş çaplı kullanılmıştı o, Sovyet döneminde. Sonradan yavaş yavaş azalarak, bu dönem kaybedildi ama şu an tamamen kaybedilmiş değil. Mesela Kore’de, şurada, burada kullanılıyor bu. Mesela Kuzey Kore’de kullanılıyor. Adam bir şey yaptığında “sen delisin” diyorlar. Alıp tımarhaneye koyuyorlar. Yüksek dozda Haldol, Akineton vererek, adamı mahvediyorlar. Bedenen çökertiyorlar. Legal bir görüntü olmuş oluyor. Yani adam diyor ki, “ben ilaç veriyorum” Ölse bile, çökse bile. Çünkü Haldol ve Akineton onun kas yapısını, beden yapısını mahvediyor. Yani kan değerlerini falan da bozuyor. Bitap hale getiriyor. Dolayısıyla legal öldürme için çok müsait bir yer oluyor tımarhane. Şiddet devletlerinde, dehşet devletlerinde bu legal uygulamaların en çok rastlandığı yerdir. Eğer bir kişinin dışarda destekleyeni yoksa yani basınla başka türlü de desteklenemeyecekse yani bir demokratik tepki imkanı yoksa karanlık sistemlerde infaz kaçınılmazdır. Yani büyük bir ihtimalle orada o şahsı öldürebilirler. Nitekim bir Çeçen’e uyguladıklarını görmüştük gazetelerde yazmıştı. Tımarhaneye koydular ve adam tımarhanede öldü. Normal kendi halinde dışarıda olan bir adamdı. Sonra dediler ki “bu aklını kaybetti” dediler. Tımarhanede resmi var küçük bir yere koymuşlar. Bir süre sonra orada öldü. Ama orada kontrol mekanizması yoktu adamın.  Mesela avukatı yok şunu yok bunu yok bağlantı kurulamıyor. Şimdi bu ölümün nedeni açıkla desen açıklarlar. Kan değerleri var orada görülüyor. İşte Haldol verilmiş, Akineton verilmiş. Bünyesi çökmüş buna bağlı olarak. “Biz tedavi ettik adam da öldü.” Veyahut “tımarhanede deli saldırdı öldü” diyor. Yani “biz kasten bunu yapmadık. Yalnız tutamazdık tabii ki delilerin içinde olacak. Orada ona saldırıp öldürmüşler. Yapacak bir şey yok” gibi hapishanelerde nasıl adam öldürtülüyorsa tımarhaneler daha da müsaittir adam öldürtmek için. Ama karanlık yapılanmalarda mesela Kuzey Kore gibi yapılanmalara hiç kurtuluş yoktur Allah vermesin. Öyle bir şeyde bütün dünya kamuoyunun ayaklanması lazım ve olayı çok iyi takip etmesi gerekiyor.

 

(Londra’da Chatham House’da konuşma yapan Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı’nın Yunanistan ziyareti ile ilgili bir soru üzerine Erdoğan’ı destekleyerek “Lozan Anlaşması’na göre Türkiye’deki azınlıklar kendi liderlerini seçebiliyorlar. Yunanistan’da da Türklerin kendi dini liderlerini seçimle yapmaları gayet doğal, anlaşmanın gereği. Türkiye bu kurala uyduğu halde Yunanistan bu kurala uymuyor” dedi.) 

Tayyip Hocam Yunanistan’a sevgi kapısını açsın. Bu konuya girmeyelim. Bu tip şeylerden netice alamayız. Mesela Ermenistan’la da yani siyasi tartışmaların hiçbirinden netice alınmaz. Biz istediğimizi konuşalım, inadına doğru bile olsa aksini savunurlar. Öyle olmaz. Sadece sevgi konusundan anlaşmak lazım. Sevgi ve dostluk. Bunları bir kenara bırakmak lazım. Önce sevgiyi halletmek lazım. Sevgi hallolunca bunlar arkasından rahatça gelir. Sevgi hallolmazsa bunlar asla hallolmaz. Hiçbir şekilde hallolmaz.

 

(“İnsan şirkten nasıl kurtulabilir?”)

Dikkat edilmesi gerekiyor. Gün içinde sabah kalktığından itibaren sürekli Allah’ın her şeyi yarattığını sık sık kendine hatırlatacak. Onu yapmaya başladığında aklına bereket gelir. Yani o an bereket başlar. O insan metafizik bir varlığa dönüşür. Yani sesiz sedasız metafizik özellik kazanır. Bunun sonucundan işleri rast gider. İşleri düzgün gider. Her şeyde isabet kaydeder. Eğer tebliğ yapıyorsa ve bitmediyse tebliğ ölmez. Bakın bu çok önemli. Tebliğ yapıyor ve tebliğ bitmediyse ölmez. Ömrü uzun olur. Mesela bak bütün peygamberlerde falan öyledir. Görevi bitmediği için hepsinin ömrü uzun olmuştur. Allah muhafaza tebliğini engelleyecek hastalık olmaz. Bu çok önemli. Tebliğini önleyecek hastalık olmaz. Tebliğini yapabilecek şekilde olur. Mesela bak Yunus (as) şirke benzer bir karar aldı biliyorsunuz. “Ben yapamayacağım” dedi. Allah “git tebliğe, yap” dedi. “Ben yapamayacağım, dinlemiyorlar beni” dedi. Dinletecek olan Allah, dinlemiyorlarsa Allah dinletmiyor. Niye moralin bozuluyor dönme mübarek. Güzeller güzeli niye dönüyorsun? Gemiye biniyor o küskünlük, kızgınlıkla. Gemidekiler önce bir şey demiyorlar. Yola çıkıyorlar. Hiç adeti değilken denizin, hava akıl almaz bozuyor. Muazzam bir lodos, deniz acayip çalkalanmaya başlıyor. Adamlar diyor ki “bu normal bir gelişme değil. Aramızda bir uğursuz var” diyorlar. “Bir uğursuzluk var bir fevkaladelik var. Bu makul bir şey değil” diyorlar. Çünkü hiç ummadık bir şey olmayan bir şey oluyor. “Bunu da bizim tespit etmemiz mümkün değil. Bunu kura ile anlayabiliriz” diyor “kura atalım kurada o belli olur” diyorlar. Herkesin ismini yazıyorlar. Böyle kaba koyuyorlar. Şöyle şöyle çalkalayıp çektiriyorlar. Çekince Yunus (as)’un ismi çıkıyor kağıtta. “Arkadaş sen kusura bakma” diyorlar. “Hepimiz öleceğiz senin yüzünden” diyorlar. “Sende -haşa- bir uğursuzluk var” diyorlar. “Seni denize atacağız” diyorlar. Yunus (as) direniyor direnmesine rağmen denize atıyorlar. Akıl almaz bir şok geçiriyor. Dalgalı deniz zaten, çok şiddetli dalgalanıyor. Yüzmek için uğraşırken bu sefer de kocaman bir balık çıkıyor. Ağızını açıp yutuyor. Allah diyor ayette “karanlıklar içinde kalmıştı.” “Ya Rabbi Senden başka baki olan yok” diyor. Entel baki. Allahümme entel baki. Sürekli onu söylüyor. “Ya Rabbi beni afet. Ben hata yaptım, ben hata yaptım. Bir daha kesin yapmayacağım” diyor. Defalarca ama söylüyor, bir kere, iki kere, on kere, yüz kere değil. Allahümme entel baki. Allahümme entel baki. Sonra Cenab-ı Allah onu deniz kenarına götürüyor. Balık deniz kenarına gidiyor. Balık onu ağzından dışarıya atıyor. Normalde balık yutamaz öyle bir şeyi zaten. Yani o irilikte bir şeyi yutamaz. Atıyor ama üstünde başında elbise kalmamış oluyor. Hiçbir şey yok. Çıplak ve baygın bir şekilde atıyor denizin kenarına. Ondan sonra orada kabak bitkisi gibi genişçe bir bitki bitirtiyor. Orada bir bitki o anda Allah oluşturuyor ama aklın ihtiyarını almaz. Orada duruyor da olabilir bitki bir başkası açısından. Böyle şeyler hiç akıl ihtiyarı kalkmaz. O bitkiyi alıyor onunla örtünüyor. Edep yerini örtüyor. Muazzam bir pişmanlıkla hemen koşarak Ninova’ya gidiyor. Yeniden tebliğe. Akıl almaz bir şevk, akıl almaz bir gayret ile ihlasla yaptığı için bütün Ninova peygamberliğini kabul ediyor. Bak şevk ve heyecanın önemini görüyor musun? İllaki bu gerekir. Daha önce şevki yok. Ama o olayda şevki muazzam artıyor.

 

Münafıkların Hiç Seveni Yoktur. Uyuz Sırtlan Gibi İzbe Köşelerde Tek Başına Yaşar

Münafıklar, Allah onları yalnız bırakıyor. Lağımdan insan tiksinir ama münafıktan lağımdan daha fazla tiksiniyor insanlar. Hiç yanaşmıyor, domuz pisliği gibi görüyorlar. Bak dikkat ediyorum, kafirde bile böyle bir şey olmaz. Kafirin bile etrafında adam olur. Münafıkların etrafında bir kişi olmuyor. Felaket bir tiksinme. Yanlarında hiçbir kadın olmuyor. Ancak kadın kılığına girmiş iblis dışında, kadın kılığına girmiş trans iblis dışında hiç kimse yanaşmıyor. Ancak işte paralı fahişe falan olursa belki. Bak bu Allah’tan onlara çok büyük bir bela ve işaret. Bu işarettir işte. “Münafık nerden bellidir?” diyor. Al sana işaret. Pisliksiniz ve bütün millet tiksiniyor sizden, haklı nedenlerle ve hiç kimse yanaşmıyor. Birdenbire Allah üzerinizde bir tiksinti meydana getirdi ve herkes istisnasız tiksiniyor. Küfür bile tiksiniyor. Öbür eski nesil münafıklar da tiksiniyor. Onlar da birbirinden tiksiniyor. Hayır, it kopuk bile bak, eski homoseksüeller, hırsızlar da bunlarla görüşmüyor. Eski hırsız arkadaşları, eski homoseksüel, soyguncu arkadaşları da bunlarla görüşmüyor. O kadar haysiyetsiz, pislikler yani.

 

(“Savaşların arkasında kim var?”)

Savaş normalde halktan insanlar asla ve asla kabul etmezler. Savaş müthiş nefret edecekleri bir şey. Kan gövdeyi götürüyor, toplar, tanklar. Topluca karar alınması gerekiyor bunun olması için, deccaliyetin devrede olması lazım. İnsanların üstüne gidiyor, ülkelerin üstüne gidiyor. “Hadi kendinizi koruyun” diyor. Savaşı deccal çıkartır. Gariban insanlar da o saldırıya karşı kendilerini korurlar ve sonunda kan akar. Deccal de amacına ulaşmış olur.

 

(“Devlet, PKK’ya karşı daha fazla nasıl önlem alabilir?”)

Bir kere halkı da bu işin içine sokmak lazım. Halk da bu savaşın içine girmesi lazım, meşru ve legal olarak. Halkın istihbaratta ve savunmada da görev alması gerekiyor. Mesela bir yerde çatışma olduğunda halka da silah verip, o anda yani lokal çatışmalarda halkı da çatışmanın içine sokması lazım. Mesela 10 asker savaşıyor ama orada 100 kişi var. 100 kişiye daha silah verirsen, 110 kişi olur. 110 kişi birden çatışır ve büyük başarı olur. Burada bir elastikiyet gerekiyor, bir de PKK’nın geçiş noktalarına bomba düzeneği yerleştirilebilir. Ona da gösterilir. Dersin “bak buralarda bomba kullanacağız. Eğer geçersen buna müsaade etmeyiz.” Her yeri tıkamak lazım; geçitlerini, yollarını, her yeri tıkamak lazım.

 

Sevginin Uzmanı Kadınlardır, Tutkunun Uzmanı Da Kadınlardır

Kadınlar tabii daha sevginin üstadıdırlar. Sevginin uzmanı kadınlardır, tutkunun uzmanı da kadınlardır. Asıl alıcısı da onlardır. Erkek kadındaki tutkuyu seyreder, derinliği seyreder, aşkı seyreder. Onu seyrederken ona aşk ve tutkuyu sunar. Ama asıl membaı, kaynağı kadınlardır aşkın, tutkunun kaynağı. Üstadı da kadınlardır. Allah onlara özel yetenek, özel güç vermiştir. Hayret edecek bir güç vermiştir. Uçsuz bucaksız bir deniz gibidir sevgileri ama kadın ruhu kolayca ele alınan, kolayca bağlantı kurulan bir ruh değildir. Kadın önce güven ister, saygı ister, değer verilmek ister. Egoist, bencil bir insanı kadın sevemez. Allah’a kendini teslim etmemiş bir insanı kadın sevemez yani gücü yetmez. İstese de yapamaz. Çünkü Allah kilitler. Bir egoisti, bencili Allah sevdirmez. İstediği kadar güzel olsun, ne olursa olsun. Akıllı bir erkek çok detaylarıyla görmesi gerekir, ince ince. Kirpiklerinden tut, yüzündeki o derin ifadenin en ince kıvrımlarına kadar hepsini bilmesi gerekir. Çünkü Allah’ın sanatı takdir edilmek içindir. Allah’ın sanatını adam takdir edemiyorsa, kadın da bu takdiri göremiyorsa sevgisini yöneltemez kadın. Bak, Allah takdir edilmek ister. Allah’ın tecellisi olan kadın da takdir edilmek ister. O takdir, iyi teşhisle, iyi görmeyle olur. Bir sanatçı gibi, o detayları görmek ve o detaylardan müthiş bir heyecan duymak. Mesela güzel bir tabloyu gördüğünde insan nasıl heyecan duyuyor, güzel bir çiçeği gördüğünde nasıl heyecan duyuyor? Kadın güzelliğini gördüğünde de akıllı bir erkeğin, samimi heyecan duyması lazım.

 

(“İmanda dalgalanma yani azalmanın önüne nasıl geçebiliriz?”)

Bir kere insanlarda mantıklı düşünme eğilimi var. Mantıkla düşünme şöyle diyeyim mesela esnaf vardır dürüst esnaf vardır bir de üçkağıtçı esnaf vardır. O böyle çok berbat bir mantık geliştirir, üçkağıtçı esnaf mantığı. Halkta da bir normal mantık vardır bir de şizoit yahut şizofren şüpheci mantık vardır. Halbuki düz akılda Allah’ın varlığı hemen zaten çok sarih geri dönüşü imkansız halde görülüyor. Yani dalgalanma olacak gibi değil durum. Sen elips şeklinde bir ekranın başında oturuyorsan nereye dalgalanıyor imanın? Elips şeklinde bir ekranın içinde oturuyorsun ve bu film devam ediyor senin iraden dışında sen de diyorsun ki; “imanım dalgalanıyor” arkadaş için demiyorum yakışıklım için demiyorum genelde. Mümkün değil, ruh sahibinin ikinci bir ihtimali düşünmesi yani ciddi tasarlayarak düşünmesi on saniyede falan Allah canını alır, beş on saniyede aklını kaybeder, on saniye sürmez. Mümin imanı hiç bırakamaz hiç. Ama öyle sıradan bir felsefeci bir şey der ona nasıl cevap vereceğini düşünebilir yani kaale alarak değil. Mesela birisi bir şey söyler ona nasıl cevap vereyim diye düşünebilir. Ama bilinçli ve şuurlu olarak Allah aleyhine mümin on saniye bile düşünemez bir anda beyninin ışığı söner. Aklını kaybeder öyle bir şey olmaz. Yakışıklım kendine hiç dokunmazsan samimi olursan hiçbir şey olmaz. Ama kendini zorlamaya kalkarsan, bozmaya çalışırsan fıtratını dengen bozulur, kendini doğal haline, samimi haline bırakırsan Allah’ı samimi düşünürsen, samimi bağlantına devam edersen zaten seni Allah öyle bir şeye bırakmaz. Ruh sahibini öyle bir şeyin içine çekmez Allah. Allah’ın adetullahında öyle bir şey yoktur. Mümini imansızlığa çekmez Allah öyle bir şey yapmaz imtihan eder ama öyle bir şey yapmaz. Dolayısıyla Cübbeli diyor ya “ölürken şeytan gırtlağımıza yapışacak imanımızı kaybetme tehlikesi” öyle bir şey olmaz mümkün değil. Müminin zaten onu isteyecek gücü yok. İsteyecek yeteneği ve gücü yoktur müminin yaratılıştan öyle bir şeyi yok yapamaz beyninin gücü yetmez buna, aklının gücü yetmez böyle bir şeye, öyle bir güçle yaratmıyor Allah mümini. Ama kafirin ve münafığın gece gündüz kafası buraya göre çalışır cayır cayır ona göre yaratılmıştır onlar. Ama müminde öyle bir şey yok.

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo