Moğol istilaları, Roma fetihleri, Aztek-Maya katliamları, Napolyon savaşları, 100 yıl savaşları, 20. yüzyıl dünya savaşları, Uzak Doğu’nun Çin-Japon savaşları, atom bombaları, Orta Doğu’nun petrol ya da Afrika’nın elmas savaşları….
Yüz milyonlarca insanın canına mal olan bu savaşların hiçbiri dini temelli çatışmalar değildi. Bu gerçeğin aksine, 20. yüzyıl boyunca kanlı savaşların temelinde din kavgaları olduğunu iddia eden kara bir propaganda yapıldı. Oysa din savaşlarına en çok örnek gösterilen haçlı seferlerinde bile Avrupa’dan gelen bir grup çapulcu, Hristiyan kentleri yağmalamıştı. 4. haçlı seferinde, o günkü adıyla Konstantinapol, yani İstanbul, haçlı ordusu tarafından işgal edildi ve yağmalandı.
Ortaçağ ve yeniçağda Katolik kilisesinin ruhani liderliğini üstlenen papalar, çoğu zaman siyasetin bir aktörü haline getirildiler. Protestan, Katolik, Ortodokslar arasındaki savaşlar, gerçekte Güney Avrupa, Rusya, Kıta Avrupası ve İngiltere arasındaki güç kavgalarının birer yansımalarıydı. Benzer şekilde mezhep kavgaları da kabileler ya da ırklar arasındaki siyasi mücadelelerini bir sonucudur.
Komünizm sözde devrimler ile gelişmeyi savunurken, Faşizmin temel ilkesi üstün ırkların aşağı ırklara şiddet kullanarak üstünlük sağlamasıdır. Vahşi kapitalizm büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir düzendir. Savaşların gerçek nedenleri ulusal çıkarlar, ekonomik pasta kazanma, siyasi üstünlük veya sömürgeciliktir. Libya savaşını kızıştıran petrol üzerindeki çıkar beklentileridir. Irak'ta sözde Şii-Sünni-Kürt kavgasının temelinde de petrol ve doğal zenginlikleri paylaşım hırsı vardır. Suriye'de en fazla ölümlere neden olan hava bombardımanlarını yapanların temelde hiçbirinin dini ideolojisi yoktur. Amaçları, Akdeniz’de jeopolitik üstünlük sağlamak ya da Ortadoğu'yu kontrol etmektir. Sözde Şii-Sünni kavgaları sadece gerçek niyetleri kamufle etmek içindir.
Bugün dünyaya hâkim olan hiçbir ideoloji ya da siyasi yaklaşım İslam dininin ya da Hristiyanlığın özleri kadar barışçı değildir. Dünyayı yönetenler arasında sevgiyi, saygıyı, dostluğu, merhameti, fedakârlığı samimi olarak savunan liderlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez; temelde bütün hesaplar çıkara dayanmaktadır. Siyasetin çıkar hesaplarıyla çevrelenmiş hiçbir ideoloji yemeğini, evini, barkını, imkanlarını paylaşmayı savunan bir üstün ahlak göstermemektedir. Kendisi açken açları doyurmayı, kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmeyi tavsiye etmez. Fedakâr bir faşist bulmak, egoist olmayan bir kapitalist ile karşılaşmak adeta mümkün değildir. Hiçbir komünist insan hayatını devrimin gerekliliklerine tercih etmez. Bu ideolojilerin hiçbiri, samimi bir dindarın fedakârlığına, yardımseverliğine, merhametine sahip değildir.
Ekonomi ve Barış Enstitüsü (Institute for Economics and Peace), din ile savaşların ilişkisini detaylı bir bilimsel araştırma ile inceledi ve sonuçlarını 2014 yılındaki raporları ile duyurdu. Rapor beklenenin aksine, dindarlığın şiddeti ve savaşları desteklediğine dair hiçbir bilimsel bulgu bulunamadığını açıkladı. Enstitü, barış ve din araştırmasında 5 temel soruya cevap aradı.
Rapor ilk soruyu cevaplarken 2013 yılında dünya üzerindeki 35 silahlı çatışmadan hiçbirinin sadece dini sebeplerle ortaya çıkmadığını anlatıyor. Bu çatışmaların 14’ünde (%40) dinin rolü olmadığını, geri kalan 21 çatışmanın dinle beraber en az 3-4 farklı sebebe dayandığını imza altına almış. Bu sebepler arasında hükümet karşıtlığı, ayrılıkçı akımlar, resmi ideoloji karşıtlığı, milliyetçi çatışmalar, doğal kaynakların paylaşılması var. Raporda Irak’ta devam eden çatışmaların altında yatan sebepler şöyle sıralanmış: Din adına mücadele ile birlikte kimlik savaşları, resmi ideoloji ile mücadele, hükümet karşıtlığı. Yine Libya’da devam eden çatışmaların en önemli sebepleri: Doğal kaynakların paylaşılması ve hükümet karşıtlığı.
Rapor ikinci soruyu yine aynı enstitünün her yıl yayınladığı Global Barış Endeksi üzerinden cevaplıyor. Endekse göre en yüksek barış seviyesine sahip 10 ülkenin üçü dünya ortalamasından daha dindar ülkelerden oluşuyor. Yine barış seviyesi en yüksek 20 ülkenin 11’inde halkın %90’ı kendisini dini inançları ile tanımlıyor. Araştırma dindarlık ile savaş ortamı arasında belirli bir ilişki bulamamış. Rapora göre en az barışçıl ülkelerin ortak paydası otoriter rejimler ve demokrasi seviyeleri. Ateizmin devlet politikası olduğu Kuzey Kore, Çin ya da Kırgızistan, çatışmasızlık ortamından çok uzaklar. Komünist rejimlerin halklarının barış ortamından uzaklaştırdıkları da raporun bir başka bulgusu
3. soru, “barış ile mezhep farklılıkları arasında belirleyici bir ilişki yoktur” şeklinde cevaplamış. Nüfusunun %85’i Sünni, %15 Şii olan Katar barış seviyesi olarak 11. sırada iken benzer orana sahip Afganistan’da iç savaş ortamı yaşanmakta. Yine aynı şekilde %50-%50 Şii Sünni oranına sahip Bahreyn’de barışçıl bir ortam varken, benzer konumdaki Yemen’de iç savaş yaşanmakta.
Enstitünün araştırması, 4. soru için gelişmiş demokrasi seviyesi veya ekonomik eşitliğin barışın üzerinde daha güçlü bir etkisi olduğunu ortaya koymakta.
Raporu belirleyen 5. ve son soru için rapor, özellikle dinler arası işbirliği organizasyonlarının barışı güçlendirici bir etkisi olduğunu savunuyor. Yani dünya barışı için dindarların ittifak etmeleri gerekiyor.
Savaşların ana nedeni şiddeti yücelten ideolojiler ve bu ideolojilerin üzerine bina edilen çıkar çatışmalarıdır. Savaşlar, katliamlar, soykırımlar insanlığın yüzlerce yıllık ayıbıdır. Kan dökülmesini meşru gösterecek hiçbir geçerli sebep olamaz. Savaşların kazananı yoktur, kaybedeni ise tüm insanlıktır. Yüzyıllardır devam eden bu kan sarmalını ortadan kaldırmak dünya halklarının birinci meselesidir. Bu ise ancak kötünün karşısında iyilerin ittifakı ile gerçekleşebilir.
Adnan Oktar'ın New Straits Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.nst.com.my/news/2016/04/136587/religion-made-scapegoat-wars