Türk halkı ağırlıklı olarak aydın düşünceli, ilerici, demokrat, sanata ve estetiğe önem veren bir yapıdadır. Bu nedenle de son dönemde ülkemiz gündemine gelen, Şangay Beşlisi’ne üye olma fikrine milletimizin geneli sıcak bakmamaktadır. Zira Şangay Beşlisi’ne üye olan ülkeler, söz konusu bu değerlere Avrupa ülkeleri kadar önem veren devletler değildirler.
Jeostratejik önemi tüm dünyaca bilinen Türkiye, Şangay Beşlisi gibi dar bir çerçevede kalmış, üye olmayan ülkelerle çok sınırlı ve mesafeli ilişkileri bulunan bir birliğe girmeyi hedeflememelidir. Hem doğumuzla hem de batımızla asırlardır çok sıkı sosyal, politik, ekonomik ve kültürel ilişkileri olan bir ülkeyiz. Bu nedenle yüzümüzü sadece tek bir tarafa dönemeyiz. Bu büyük bir hata olur. Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleriyle olduğu kadar, Avrupa ülkeleriyle de her zaman çok güçlü ilişkilerimiz olmuştur. Ve Türk milletinin temennisi gelecekte de bu ilişkilerin giderek güçlenerek sürdürülmesinden yanadır.
Avrupa Birliği kriterlerine uymak için devlet yapımızda gerçekleştirdiğimiz reformlar ve iyileştirmeler demokrasi ve laiklik anlayışımızı oldukça güçlendirmiştir. Milletimizin hedefi, ilerleyen yıllarda da bu yöndeki ilerlemelerin ve gelişmelerin devam etmesidir.. AB’ye üyelik sürecinin gerçekten de ülkemize önemli katkıları olmuştur ve daha da olacağı inancındayız. Bu bakımdan Batı ile ilişkilerimizi kısıtlayabilecek adımlar atmaktan kaçınmamız, ülkemizin ve milletimizin menfaatleri açısından oldukça önemlidir.
Şangay Beşlisi ve Kötü İnsan Hakları Sicili
SSCB’nin yıkılmasının ardından Orta Asya’da doğan güç boşluğunu doldurmak ve özellikle ABD’nin Asya’daki nüfuzuna meydan okumak için ‘Şangay Beşlisi’ olarak anılan Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan 1996’da bir araya gelmiştir. Bu Beşli, eski Varşova Paktı’nı andıran, yani antidemokratik, soğuk bürokrasinin hakim olduğu ve aşırı otoriter yapıya sahip devletlerin kurduğu bir birliktir. Afganistan, Pakistan, Hindistan, İran ve Moğolistan ise bu birliğin gözlemci üyeleridir.
Birliğin hem asil, hem de gözlemci üyeleri genelde diğer ülkelerle ilişkileri çok kısıtlı olan, insan hak ve özgürlükleri konusunda pek çok eksiklikleri bulunan ve demokrasi anlayışları hiç de güçlü olmayan ülkelerdir. Hatta Asya ülkelerinin birçoğunda, devlet kademelerine mafyavari bir yönetim anlayışının hakim olduğu da gözlenmektedir. İşte bu yapı, hukuksuzluklara ve adli yapıların işlevsizleşmesine sebebiyet vermektedir. Nitekim Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) yakın zamanda yayınladığı raporda, örgütü ‘insan hakları ihlallerinin bir aracı’ olarak tanımlamıştır. Batı merkezli medyada ŞİÖ ‘otokratlar kulübü’ olarak anılan üye devletlerdeki demokrasi ve hukuk devleti eksikliğine vurgu yapılmaktadır. Üye devletler Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün basın özgürlüğü raporunda da son sıralarda yer almaktadır.
FIDH raporunda, Şangay ülkelerinde mahremiyet hakkı, ifade özgürlüğü, barışçıl bir şekilde toplanma ve dernek kurma hakkı, işkence görmeme özgürlüğü ve geri gönderilmeme zorunluluğu gibi temel hakların artan bir şekilde ihlal edildiği görülmektedir. Bu ihlallerde, mağdurların ulusal düzeyde etkin kanun yollarına uygun bir başvuru imkanları da bulunmamaktadır. Bu cezasızlık bağlamında, mağdurların uluslararası ve bölgesel insan hakları mekanizmalarına ve kanun yollarına erişimi ek bir önem kazanmaktadır.
ŞİÖ’ne üye olan devlet rejimlerinin otoriterliği sonucunda, bu ülkelerdeki dini, siyasi ve insan hakları aktivistleriyle, siyasi muhalefet üyeleri ve bazı ulusal azınlık temsilcileri baskı altına alınmaktadır. Birlik, evrensel insan haklarını ihlal eden bu uygulamaları, sözde ulusal güvenlik ve istikrarı koruma gerekçesiyle uyguladıklarını belirtmektedir. Ayrıca ŞİÖ hükümetleri, birey veya grupları aşırıcılıkla suçlayıp, siyasi içerikli davalar açmaktadırlar. Oysa “Aşırıcılık” tam tanımlanmamış bir kavramdır ve uluslararası camiada kabul görmüş ceza gerektiren bir suç değildir. Hatta ŞİÖ güvenlik çerçevesinin, net bir terörizm tanımı da yoktur. Tamamen ulusal düzeydeki hukuki düzenlemeler doğrultusunda uygulanmaktadır. Bunun sonucunda da, devlet yetkililerinin istismarına açık ve fazla geniş tutulmuş yasa ve yönetmelikler ortaya çıkmaktadır.
ŞİÖ’ne ait ilkelerin, üye devletlerin iç hukukuna dahil edilmesi de büyük bir sorun teşkil etmektedir. ŞİÖ’nün hakim üyeleri olma statüsünde bulunmaları sebebiyle Çin ve Rusya, bölgesel terörizm ile mücadele politikalarına yönelik uygulamalarında, kendi ulusal sınırlarını aşma yetkisine de sahiptirler. Bu da hukuksuz müdahalelerin tüm üye ülkelerde rahatlıkla uygulanabilmesinin önünü açmaktadır. Bunun yanı sıra, ölümle sonuçlanan işkence vakalarının hız kesmeden devam ediyor olması da bu birliğe dahil olan ülkelerde dikkat çeken bir başka vahim durumdur. Söz konusu ülkeler faili meçhul cinayet ve adam kaçırma olaylarının da çokça yaşandığı yerlerdir.
Sonuç olarak Şangay’ın, insan hak ve özgürlükleri, demokrasi, hukuk, sevgi politikaları ve kalite anlamında da ciddi eksiklikleri ve çarpık uygulamaları vardır. Üye ülkeler sosyal, sanatsal ve kültürel kalite düzeyi olarak Batı’nın ulaştığı seviyenin çok altındadır. Yıllardır gerek ticari gerekse sosyal ve kültürel anlamda Avrupa halklarıyla çok şeyler paylaşan Türk insanının büyük çoğunluğu, modern hayat tarzı konusunda Şangay ülkelerinden çok daha ileridedir ve kendisini Batı’ya daha yakın hissetmektedir.
ŞİÖ Dünya Barışına Katkı Sağlamaktan Uzaktır
Üzerinde durulması gereken çok önemli bir konu da, bölgesel ya da sadece belirli sayıda ülkenin bir araya geldiği birliklerin, dünya barışı, huzuru ve refahı için asla yeterli olmamasıdır. Çünkü bu türde birliktelikler, birliğin üyesi olmayan diğer devletleri az ya da çok dışlamış olurlar. Diğer toplumlarla kardeşlik ve dostluk bağları kurulmasına pek de imkan tanımazlar. Hatta aksi yönde etkileri de olur. Tehlikeli kutuplaşmalara zemin hazırlama riski vardır. Soğuk Savaş dönemi bu duruma en güzel örnektir. Bu nedenle diğer ülkeleri ya da birlikleri dışlayan, hatta hasmane duygulara sebebiyet veren, sert ve soğuk birlikler, aslında Dünya için her zaman ciddi bir tehdittir. Şangay İşbirliği Örgütü de, şu anki mevcut yapısıyla böyle bir yapıya daha yakın olduğu izlenimi vermektedir.
Türkiye’nin ŞİÖ ülkeleriyle yakınlaşmasındaki ana amaç ancak, hala komünizmin tesiri altında olan Rusya ve Çin gibi ülkelerin de gerçek demokrasiye geçmelerine yardımcı olmak olabilir. Türkiye elbete ki, o ülkelerin de Batı’nın doğru ve güzel yönlerini almaları için bir nevi köprü olmak ister. Tıpkı iki kıtayı birleştirdiğimiz gibi, farklı kültürleri de kaynaştırmaya vesile olmak tüm milletimizin destekleyeceği bir stratejidir. Ancak doğru olan bunu Şangay Beşlisi’ne katılarak değil; demokratik, sosyal ve kültürel alanlarda Ülkemiz’i daha da kalkındırarak tüm Dünya’ya örnek olacak, Doğu ve Batı arasındaki köprüyü kuracak lider bir ülke konumuna gelerek yapmak olmalıdır.
Adnan Oktar'sın Times of Oman'da yayınlanan makalesi: