“Asil insan” denilince ilk anda görgü kurallarından haberdar, soylu bir aileden gelen, bilgili, nerede nasıl davranacağını, nasıl konuşacağını bilen bir insan modeli akla gelir. Dıştan görünen tüm bu tavırlar elbette insanın zarif, nezaketli ve saygın bir görünüm kazanmasına neden olabilir. Ancak gerçek asalet ve şahsiyet Kuran ahlakına uygun yaşandığında ortaya çıkar.
İnsanın, ruhunu Kuran ahlakına uygun bir şekilde derinleştirmesi, Allah’a yakın olma ve O’nun rızasını kazanma konusunda istekli olması birçok değişikliğe vesiledir. Davranış ve düşüncelerde şahsiyet ve asalet gelişmesi bu değişikliklerdendir. Bu asalet, insanın, Allah’ın gücünün sınırsızlığını, kendi etrafında ve dünya üzerinde meydana gelen olaylardaki hikmetleri ve yaşamın gerçek manasını anlamada güçlü bir kavrayışa sahip olma şeklinde kendini gösterir. Bu nedenle Müslümanlar son derece asil bir ruha, yüksek bir kişilik kalitesine ve derin bir anlayışa sahip olurlar. Peki şahsiyet ve asalet nasıl kazanılır?
Hayatın her anının Kuran ahlakına uygun olarak yaşanması ve ayetlerin hayata geçirilmesi
Allah Kuran’ı insanlara açıklayıcı bir rehber olarak göndermiş, onunla en kolay ve en güzel yaşam tarzını bildirmiştir. Kuran ayetleri okunduğunda İslam dininin gerektirdiği uygulamaların son derece kolay olduğu görülür. Bu müjde bizlere, “... Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez...” (Bakara Suresi, 185) ayetiyle haber verilmiştir.
Allah’ın insanlar için seçip beğendiği Kuran çok açık ve anlaşılır olmasının yanı sıra, Kuran ayetlerindeki hüküm ve uygulamalar da son derece kolaydır. Allah ayetlerde Kuran için şöyle buyurmaktadır:
Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik. ‘İçi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 2-3)
Kuran ahlakı insanın fıtratına uygun olan tek yaşam şeklidir. İnsanı yoktan var eden Allah, onun nelere ihtiyaç duyacağını, hangi ibadetleri uygulamaya güç yetirebileceğini, nasıl sağlıklı, huzurlu ve mutlu olacağını en iyi bilendir. Bu nedenle Allah bir ayetinde hiç kimseye gücünün üzerinde bir sorumluluk verilmeyeceğini bildirmektedir:
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. “Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara Suresi, 286)
Asillik, Kuran’ı yaşamının her anında yaşayan Müslümanın hayat şeklidir
Asil insanın en önemli özelliklerinden birisi; dünyaya ve olaylara bakış açısının geniş olmasıdır. Geniş bir bakış açısıyla küçük olaylara takılmaz, küçük şeylerle aklını meşgul etmez. Dünyada yaşananların farkındadır. Küçük düşünmez, onun için önemli olan konular ve yaptığı konuşmalar da bu doğrultuda olur. Düşünceleri asil olan böyle bir insanın konuşmaları ve tavırları da asil olur. Asil insan, çevresinde yaşanan önemli ve büyük olayların farkındadır; kendi merkezli düşünmez, kişisel ihtiyaçlarını esas almaz. Bir olay olduğunda önce kendisini kurtarma peşinde değildir. Günlük hayatın içindeki küçük detaylara takılmaz. Her olayın hayır ve hikmet üzerine yaratıldığını bilir. Herşeye gerektiği kadar değer verir. Asil bir Müslümanın en önemli özelliklerinden birisi de dün-yevi olaylara gereğinden fazla değer vermemesi, bunların geçici olduğunu bilerek hareket etmesidir. Örneğin insanın kıyafet, yemek gibi yaşamak için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için sebebe sarılması gerektiğini bilir. Ancak bunların sadece Allah’ın dünyada rahat yaşamamız için yarattığı vesileler olduğunu unutmaz. Küçük şeylere tamah etmez. Her konuda, gerek fiziksel ihtiyaçlar gerekse başka konular olsun, tamahkarlıktan şiddetle kaçınır. Allah’ın verdiği ile yetinir, daha fazlası için sebeplere sarılır ancak bunu dile getirmez. Tabi ki bu kişinin ihtiyaçlarını dile getirmeyeceği anlamına gelmemelidir. Ancak asil bir ruha sahip olan kişi bunu hissettirmeden, konuyu önemli hale getirmeden gerçekleştirirken, üzerinde, tüm ihtiyaçları giderenin Allah olduğunu bilmenin bir güveni ve teslimiyeti vardır.
Sabrın güçlendirilmesi, güçlü irade ve kararlılık
Bir insana şahsiyet ve asillik kazandıran en belirgin özelliklerinden biri, son derece kararlı ve iradeli ve Allah’tan razı olmuş, hoşnut bir ruh hali içinde olmasıdır. Asil ve şahsiyetli bir insan hiçbir zaman şevk ve heyecanını yitirmez. O, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacındadır. Dolayısıyla hiçbir zorluk onu yolundan döndüremez. İnsanların kendi hakkında ne düşüneceği de önemli değildir. Tek hedefi Allah’ın rızasıdır; tüm hayatı bu hedefe göre şekillenir.
Allah kullarını çeşitli şekillerde sınar. Örneğin Allah, müminlere geçici bir süre sıkıntı verebilir, onları eğitmek için zorluk verebilir. Kuran’da bu durum şöyle açıklanır:
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)
Kesin bir kararlılığa sahip olan insan, ayette haber verildiği gibi kendisine isabet eden tüm bu zorluklara sabreder ve irade gösterir. Kuran’da, müminlerin bu tavrı aşağıdaki ayetlerde şöyle övülmektedir:
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: “Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et” demelerinden başka bir şey değildi. (Al-i İmran Suresi, 146-147)
Buna karşın iradesizlik ve kararlılık gösterememek, ancak kalbi imanen hasta olanların yapacağı bir tavırdır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Senden, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp, kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. (Tevbe Suresi, 45)
Güçlü ve derin iman
Derin ve güçlü bir iman ancak; Allah’a her an koşulsuz bağlı kalmakla, hiçbir şart ve ortamda Rabbimiz’in beğenmeyeceği bir davranış sergilememekle, Allah’ın yarattığı kaderi, O’ndan gelen her şeyi hep güzel ve hayırlı görmekle, dünyanın geçici heveslerine, sahte zevklerine, şeytanın aldatıcı vaatlerine aldanmamakla ve bunlar karşısında bir an bile tereddüte düşmemekle kazanılabilir.
Bu doğrultuda bir ömür sürmek, elbette çok asil bir tercihtir. Önüne çıkan seçeneklerde hep Allah’ın rızasını tercih etmek, her şartta Allah’a yönelip yalnızca O’na rağbet etmek, ancak Allah’a candan bağlı, Allah’ı gönülden seven salih müminlerin gösterdiği asil ve güzel tavırdır. Allah Kuran’da Müslümanları yalnızca Kendisi’ne rağbet etmeye şöyle çağırmaktadır: “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et.” (İnşirah Suresi, 7-8)
Derin bir imana kavuşmak için gösterilecek çaba çok güzel bir ibadettir. Bu kıymetli çaba Müslümanın bütün hayatını kapsar. Gönülden Allah’a yönelen bir Müslüman; gözünü açtığı andan itibaren Allah’a yaklaşma isteğini ve çabasını göstermeye başlar. Uyanır uyanmaz Allah’a kendisine can verdiği için ve yeniden uyanmayı nasip ettiği için şükreder. Gün içinde hem kendisi hem diğer Müslüman kardeşleri için Allah’a gönülden dua eder. Allah’ın emrettiği güzel ahlakın yeryüzünde yaygınlaşması için cesur bir kararlılıkla hiç yılmadan ve yorulmadan çalışır. Güzel ahlakını Allah’ın izniyle gün boyu korur, nefsine ağır gelen bir konuda da vicdanla hareket eder ve Allah’ın rızasına uygun davranışı sergiler. Her an Allah’a sadık kalır. Durmaksızın Allah’ı anar, O’nun nimetlerini düşünür ve anlatır.
Asalet insanın ruhuyla alakalı bir konudur. Gerçek asalet samimi bir imandan gelir. Ruhtaki imandan kaynaklanan derinlik asalet getirir. Asalet teknik detaylarla ilişkili olduğu gibi aynı zamanda da ruhla, kişilikle, karakterle, ahlakın bütünüyle ve insanın aklıyla alakalı bir konudur.
Tevekkülünü her an daha da arttırmak
Her insanın hayatında “olumsuzluk”, “terslik” gibi görünen birçok olay meydana gelir. Bunlar bir insanın tüm hayatını etkileyecek kadar şiddetli gibi görünen veya günlük hayat içinde karşılaşılan ufak tefek olaylar olabilir. Kuran ahlakını yaşamayan insanlar, en küçüğünden en büyüğüne kadar nefislerinin hoşlanmadığı bu tür olaylarla karşılaştıklarında sıkıntı, endişe, mutsuzluk, gerginlik ve korku duyarlar. Oysa bu onların çok önemli bir gerçekten habersiz yaşamalarının sonucunda kendi kendilerine yaşattıkları bir zulümdür. Allah’ın bir ayetinde bildirdiği gibi “...Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (Tevbe Suresi, 70) Allah’a iman etmeyen veya iman ettiği halde Allah’ın bildirdiği gerçekleri görmezden gelerek yaşamayı tercih eden insanların daha dünyada iken aldıkları karşılık, hep endişe, üzüntü ve kuruntu içinde yaşamak, birçok korkuya ve zayıflığa sahip olmaktır.
Gerçeği bilenler içinse, dünya hayatında korku, endişe veya mutsuzluk nedeni olabilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü iman edenler, her olayı Allah’ın kaderde yarattığını, herşeyin Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta bulunduğunu ve kendilerinin de diğer tüm insanlar gibi kaderin izleyicisi olduklarını bilirler.
Allah’ın yarattığı olayların kendileri için her zaman güzellikle sonuçlanacağını, Yüce Allah’ın salih kullarının kaderini en hikmetli ve kendileri için en hayırlı şekilde yarattığını asla unutmazlar.
Dünyaya bağlılığın kalmaması
Dünya üzerinde güzel olan, sağlam olan ne varsa bir gün gelir bozulur, çürür veya eskir. İnsanın da sonu böyledir ve bundan kaçış mümkün değildir. Her insan doğduğu andan itibaren geri dönüşü mümkün olmayan bir yaşlanma ve ölüme doğru ilerleme sürecine girer. Bu apaçık gerçeği herkes bilir ama buna rağmen bazı insanlar kendilerini gündelik yaşamın akışına kaptırmaktan alıkoyamazlar. Dünyanın geçici süslerine hak ettiğinden fazla değer verir, tutkuyla bağlanırlar.
Oysa bu bağlılıklarının bir anlamı yoktur. Çünkü dünyadaki yaşamın bir sonu vardır. Sonu olmayan yaşam ise ahiret hayatıdır. Sonsuz bir hayata karşılık dünyanın tükenecek yararının peşinde koşmanın akılcı bir tavır olmadığı da kesindir. İnsanın tüm bunları anlamazlığa gelerek dünyaya yönelik yapacağı her hareket, onu ahirette telafisi mümkün olmayan bir pişmanlığın içine sokabilir.
Günlük işlerine dalarak ölümü düşünmeyen bazı insanlar, beraberinde çok önemli bir gerçeği daha göz ardı etmektedirler. Dünyadaki hayat inanılmaz derecede kısadır. Sevdiğiniz ve sahip olduğunuz şeyleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Hepsi kısa sürede eskimiş, çürümüş, bozulmuş, yok olmuştur. Tanıdığınız kişiler zaman içinde yaşlanmış hatta ölmüşlerdir, eşyalar kırılıp dökülmüştür. Evler, binalar eskimiş, yıkılmış, giysiler sökülmüş, yırtılmışlardır. Kısacası sahip olduğunuz herşey hızla bozulmaya uğramıştır.
Zaman müthiş bir hızla geçer ve herkes sürekli daha iyisine ulaşmak ister ama bir türlü tam istediğini elde edemez. İşte bu keskin gerçeği anlamaya başlayan bir insan artık herşeyi daha akılcı düşünmeli, kendisini ve herşeyi yaratan Allah’ın insanlardan istediklerini öğrenmeli, hayatını da buna göre düzenlemelidir. En başta dünyada kendisine herşeyi veren, ahirette ise sonsuza kadar verecek olan Rabbimiz’i hoşnut etmeye çalışmalıdır. Çünkü bu gerçeği anlamazlıktan gelip kısacık dünya hayatlarını sorumsuzca tüketen kişiler, ahirette şiddetli bir şaşkınlık yaşayacaklardır. Diriltilip Allah’ın huzuruna getirildiklerinde dünyada çok kısa bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu gerçeği Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Dedi ki: “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.” Dedi ki: “Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,” (Müminun Suresi, 112-114)