Yüce Allah Kuran'da insanlar için seçtiği İslam dininin, insanın fıtratına (yaratılışına) en uygun yaşam şekli olduğunu bildirir. Diğer bir ifadeyle insanın fıtratı, Allah'a kul olma ve Allah'a güven üzerine kuruludur. Eğer Yüce Allah'a bağlanmaya ve her işinde O'na yönelmeye muhtaç olan insan, bu fıtrata uygun olarak yaşarsa, gerçek güvene, huzura, mutluluğa ve kurtuluşa ulaşır. Bu fıtratı reddedip, Kuran ahlakından yüz çevirdiğinde ise, sıkıntı, korku, endişe ve azap dolu bir hayat sürer.
İnsanlar için geçerli olan bu kural, toplumlar için de geçerlidir. Eğer bir toplum, Allah'a iman eden insanlardan oluşuyorsa; adil, huzurlu, mutlu bir toplum olur. Ancak eğer bir toplum Allah'tan ve iman etmekten yüz çevirmişse toplumun düzeni de temelden bozuk, çürük ve ilkeldir.
Allah'tan yüz çevirmiş olan toplumlar incelendiğinde bu gerçek kolaylıkla görülür. Dinsizliğin doğurduğu en önemli sonuçlardan biri, her şeyden önce ahlak kavramının yok edilmesi ve tamamen dejenere olmuş toplumların meydana gelmesidir. Dini ve ahlaki sınırları çiğneyen ve yalnızca insani isteklerin tatminine dayanan bu kültür, aslında gerçek anlamda bir zulüm sistemidir. Böyle bir sistemde cinsel sapkınlıktan uyuşturucuya kadar her türlü dejenerasyon teşvik görür. İnsan sevgisinden uzak, egoist, cahil, düşünemeyen ve aklını kullanamayan toplumlar oluşur. Çünkü bu toplumların insanları, Allah'ı "arkalarında unutuluvermiş " (Hud Suresi, 92) olarak (Allah'ı tenzih ederiz.) kabul etmişlerdir, dolayısıyla da Allah korkusunu bilmeyen kişilerdir. Tüm bunların bir sonucu olarak, dünyadaki yaşamlarını mümkün olduğunca istek ve tutkularını tatmin etmeye çalışarak geçirirler. Bu sebeplerle de fıtratına uygun yaşamayan kişilerden oluşan, Allah inancı olmayan toplumlarda -din ahlakına göre yaşayan toplumların aksine- asla huzur, mutluluk, güven ortamı oluşamaz.