Barışın inşası önce sevgi ve güvenliğin inşasıyla mümkün olur. Ortadoğu’nun bugünkü haline şöyle bir bakıldığında ise Türkiye’ye çok iş düşüyor.
Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen BM Genel Kurulu toplantısı Türkiye açısından önemli gelişmelere gebeydi. Türkiye’nin IŞİD koalisyonunun içinde aktif rol alması konusunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları pek çok kesim için sürprizdi. Konuyu yakından izleyen batı medyası, Türkiye’nin sıcak savaşın içinde yer alacağına dair yorumlarda bulunmaya başladı. Fakat Türkiye’de bu pek bu şekilde algılanmamıştı. Sıcak savaşın içinde olmak başka bir şeydi, koalisyona destek vermek başka bir şey.
Geçen hafta hatırlattığımız önemli bir noktayı burada bir kez daha hatırlatalım. Türkiye’nin Ortadoğu’daki sıcak savaşlarda tavrı ve yöntemi daima batılı devletlerden farklı olmuştur. Çünkü Türkiye, tehlikeyi daha farklı bir açıdan ve daha derin görür. IŞİD meselesinde durum diğerlerinden farklı değildir. Nitekim Irak ve Suriye tezkerelerinde “İncirlik üssünün kullanılması” ve “yabancı silahlı güçlerin Türk topraklarından konuşlanması” yer almamaktadır. Havadan ve karadan askeri harekatın iki önemli maddesinin tezkere kapsamında olmaması Türkiye’nin sıcak bir savaşın içinde olmayacağını teyit eder niteliktedir. Zaten olması gereken de budur.
Türkiye’nin, üstlendiği sorumluluklar açısından önemle üzerinde durduğu konu, tampon bölge veya güvenli bölgenin inşasıdır. Güvenlik anlamında oldukça önemli sonuçları olacak olan bu alanın oluşturulması bölgede sükûnetin sağlanması bakımından elzemdir. Suriye iç savaşının daha ilk günlerinde defalarca önermiş olduğum söz konusu güvenli bölge önerisinin dile getiriliş tarihi oldukça geç kalmıştır. Fakat yine de daha fazla zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi büyük oranda tansiyonun düşmesine vesile olacaktır.
Türkiye’nin asıl talebi olan tampon bölgenin oluşturulması, her ne kadar büyük bir gereklilikse de, BM Güvenlik Konseyinin 5 üyesinin tamamının rızasını almayabilir. Şimdiye dek 269 kere veto hakkı kullanan ve birbirlerinden farklı çıkar temeli üzerine kurulu güvenlik konseyi üyelerinin verimli bir sonuç alamaması, Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından BM toplantısında “dünya beşten büyüktür” ifadesi ile de eleştirilmiştir. Dünya, dengeler ve sistemler değişirken, II. Dünya savaşı dönemi kurallarına hala sadık bir Birleşmiş Milletler’in ciddi anlamda bir değişime ihtiyacı olduğu açıktır.
BM Güvenlik Konseyi onayı şaibeli olduğuna göre, üzerinde durulması gereken ikinci seçenek, çeşitli koalisyon ülkeleri ile birlikte bir güvenli bölge oluşturabilmektir. Söz konusu koalisyon güçlerinin vereceği destek ile Irak ve Suriye sınırında, yaklaşık 25 km’lik bir alanda bir şerit veya güvenli cepler oluşturulması öngörülmektedir. BM’nin desteğinin olmaması elbette bu bölgeyi nispeten dışarıdan saldırılara açık hale getirse de, birkaç ülkenin koalisyonu kaçınılmaz olarak bir caydırıcı güç sağlayacaktır.
Türk yetkililerinin ısrarla dile getirdikleri gibi bu hat, bir işgal veya talim alanı değil, oradaki zavallı halkı koruma ve sınır geçişlerinde terör örgütlerini engelleme üzerine kurulu bir barış hattı olacaktır. Bölgenin güvenli hale getirilmesinin ilk şartı oradaki mayınların temizlenip silahlı unsurların saha dışına çıkarılmasıdır. Bu alanın uçuşa yasak bölge haline gelmesi son derece önemlidir. Bölge, böylelikle hava saldırılarından tümüyle korunmuş olacak, terör örgütlerinin bombalanan bölgelerde ilerleyebilmesinin önüne geçilecek ve yerli halk yaşadıkları yerlerden ayrılıp mülteci konumuna düşmeyecektir.
9 bin kişilik Türk askeri bölgede sadece güvenlik amaçlı bulunacaktır. Diğer koalisyon üyelerinden gelen daha az sayıda asker ile bu sayının 20-25 bine tamamlanması düşünülmektedir. Bu konu Rusya ve Çin açısından önemlidir; nitekim Rusya ve Çin, bölgede ABD askerlerinin denetimi söz konusu olduğunda koalisyona destek vermeyecektir. Fakat Türk askerinin koruma alanı oluşturması Rusya için bir güvenlik gerekçesidir.
Türkiye; Suriye ve Irak’taki karışıklıklar neticesinde sayısı 2 milyona varan mülteciyi bünyesine almıştır. Türk halkı olarak mazlum konumundaki bu kardeşlerimize kucak açmak bizim için bir onur ve Türkiye için de gelecek nesillerin övgüyle anacağı bir madalyadır.
Tarihte az rastlanmış bu mülteci akını ile birlikte Türkiye’ye BM tarafından yapılan mülteci yardımının 150 milyon dolar, Türkiye’nin harcamalarının ise 4.5 milyar dolar olduğunu burada hatırlatmak gerekir. Bu devasa fark Türk hükümeti tarafından neredeyse hiçbir zaman dile getirilmemiştir. Fakat artan mülteci sayısı karşısında bu konuda farklı ve köklü bir tedbirin alınması elzem görünmektedir. Güvenli bölge, mülteci konumuna düşmüş Suriye ve Irak vatandaşları için de her türlü ihtiyaçlarına çare olan bir hat ve onları IŞİD, PKK ve diğer tehditlerden koruyan bir kalkan olacaktır.
Ortadoğu’da şu an, konumu nedeniyle kilit ülke statüsünde olan Türkiye’nin bu talebi ivedilikle hayata geçirilmeli, vakit kaybedilmemelidir. ABD, bu konuda harcanacak tek bir günün bile büyük bir risk teşkil ettiğini dikkate almalıdır. Rusya açısından ise Türkiye mutlaka garantör olmalı, Rusya’nın bölge ve Suriye ile ilgili tedirginliklerini bertaraf edecek bir politika izlemelidir. Türkiye NATO üyesi olduğu kadar Rusya’nın da müttefikidir ve Rusya’ya yönelik yalnızlaştırma politikasının hiçbir zaman içinde yer almamıştır. Dolayısıyla Rusya’yı iknada Türkiye’nin özel bir görevi vardır.
Unutulmamalıdır ki güvenli bölgeler Irak, Bosna, Golan Tepeleri gibi uygulandığı her yerde başarılı ve verimli sonuç vermiş, çatışmaların gelişmesini engellemiş ve yerli halkı korumuştur. Dolayısıyla geç kalınmamalıdır. Bu tedbir Suriye’de, üç yıl önce, binlerce insan ölmeden, savaş sınıra dayanmadan, 5 milyon kişi ülkeyi terk etmeden önce uygulanmalıydı. Hiç olmazsa şimdi vahşetin vahşeti artırdığı şu günlerde daha fazla vakit kaybedilmesin.
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: