İlk olarak 1517 yılında Almanya’da bir rahip, Hristiyanlara işledikleri günahların Allah tarafından güya bağışlandığını gösteren sertifikalar satılmasına tepki gösterdi. O tarihte hiç kimse, hızla yayılacak olan bu tepkilerin bütün Avrupa’yı yakıp yıkan, kralları tahtlarından indiren, sınırları değiştiren gelişmelere yol açacağını bilmiyordu. Ancak bu olayla başlayan gelişmeler neticesinde, Katolik Kilisesi’ne karşı olan Protestanlık dediğimiz mezhep ortaya çıktı ve bununla birlikte Avrupa adeta bir savaş fırtınasına tutuldu. 30 yıldan fazla süren bu fırtına, devletlerin yıkılmasının ötesinde, kıta nüfusunun neredeyse üçte birinin (!) yitirilmesine yol açtı.
Tarihte yaşanmış olan bu büyük katliam, mezhep savaşlarının ne kadar büyük bir felaketle sonuçIanabileceğinin önemli bir örneğidir ve büyük bir ibret niteliği taşımaktadır. Şimdi bu tehlike bütün şiddetiyle Ortadoğu’da yaşanıyor ve aynı yıkıcı etkiyi Müslümanlar üzerinde gösteriyor.
Mezhep Savaşlarını Körükleyen Terör Örgütlerinin Fikri Altyapısı ve IŞİD Örneği
Saddam Hüseyin devrildiğinde başta ABD ve Irak halkı olmak üzere pek çok kişi artık her şeyin yolunda gideceğini düşünmüştü. Ancak giderek şiddetlenen mezhep savaşları tüm bölgeyi tehdit eder hale geldi.
Mezhep çatışmalarını körükleyen terör örgütlerinden biri de "Irak-Şam İslam Devleti" (IŞİD) adıyla bilinen örgüttür. Kendisini sözde İslami bir grup gibi gösteren ancak İslam'ın taşıdığı yüksek ahlaki değerlerden uzak olan bu örgüt, Şii Müslümanlara yönelik terörist saldırılarıyla tanınıyor. Ancak, El-Kaide bağlantılı IŞİD'in iç yüzü ve terörist saldırılarının gerçek fikri dayanağı, Irak İçişleri Bakanlığı tarafından örgütün lider kadrosunun isimlerinin açıklanmasıyla gün yüzüne çıktı.
Örgütün lider kadrosunu fotoğraflarıyla birlikte yayınlayan Irak İçişleri Bakanlığı, bu kişilerin ortak özelliklerinin Saddam Hüseyin döneminde Irak ordusunda görev yapmaları olduğunu vurguladı. Ebu Ayman El Iraki, gerçek adı Velit Casım olan Ebu Ahmed El Alvani ve gerçek adı Samir Muhammed olan Hacı Bekir bu liderlerden bazıları... Hepsi de Saddam dönemindeki BAAS rejiminin şiddet kültürü ile yetişmiş isimler.
BAAS Partisi, bilindiği gibi, sol bir partidir ve Arap sosyalizmini savunur. BAAS'ın İslam'ın yüksek değerleriyle hiçbir bağlantısı yoktur.
BAAS rejiminin, politikalarını uygulamak için şiddeti siyasal araç kabul etmesi, partinin Marksizm ve materyalizm ile olan bağlantısına dayanır. Marksizm, masum insanların zarar gördüğü şiddet ve terör eylemlerini, devrim için gerekli kargaşa ortamını sağladıkları gerekçesiyle, gerekli ve faydalı bulur. İktidarda olduğu dönemde de Marksist sosyalist rejimlerin iktidarlarını korumak için kendi vatandaşlarına şiddet uygulamayı meşru bir yöntem olarak gördüğü, tüm Marksist yayınlarca ifade edilen bir gerçektir. BAAS da diğer pek çok Marksist parti gibi suikastlar düzenlemiş, bombalamalar hatta kitle katliamları yapmaktan çekinmemiştir.
İşte sözde İslam adına hareket ettikleri iddiası içinde olan IŞİD terör örgütü liderleri, bu Marksist şiddet telkinleri içinde yaşamış ve Marksist yönetimin ordusunda görevler almış kimselerdir. Irak'ta yönetim değiştikten sonra da bu kişilerin şiddet yanlısı fikri altyapıları hiç değişmemiş, İslam'ın sevgi ve şefkati ön planda tutan yüksek ahlakını anlamaya ve yaşamaya hiç yanaşmamışlardır.
Yani, Saddam dönemde yetişen bir kısım askerler üzerlerindeki BAAS üniformasını çıkarıp bunun yerine sözde İslami bir görünüme bürünerek yoğruldukları şiddet kültürünü aynen uygulamaya devam ediyorlar. Dün BAAS için kuzeyde Kürtleri öldürenler, bugün IŞİD için sözde din adına cinayet işliyorlar.
Aynı etkiyi bugün Suriye’de de görmek mümkün. Suriye’de Nusayrilerden oluşan bir yönetim kadrosu olduğu doğrudur. Ancak Suriye’de yaşananları Sünnilerin Nusayrilerilere karşı ayaklanması olarak değerlendirmek son derece yanlış olur. Ayaklanmanın nedeni yöneticilerin mezhebi değil, halkına zulmeden baskıcı bir rejim 'uygulanmasıdır. Irak’ı yıllarca zulmü ile inleten Saddam’ın BAAS Partisi ile Suriye'de devlet terörü estiren Esad’ın BAAS Partisi ortak bir ideolojiye sahip sosyalist sol partilerdir ve halkı sindirmek için aynı Marksist Leninist terör metotlarını tercih etmişlerdir.
Esad yönetimi Şii İslam’ın yüksek ahlak özelliklerini sergilemek yerine, BAAS’ın zalim yöntemlerini kullanarak Suriye halkının gözünde itibarını ve meşruiyetini kaybetmiştir. Suriye’de akan kanın Nusayrilik ya da Şiilik ile bir ilgisi yoktur. Çünkü Şii, Sünni, Caferi, Maliki... her İslam mezhebinde, insan Allah’ın ruhunu taşıyan kutsal bir varlıktır. Bunun aksini savunan, dinde var gibi gösterilen bazı bağnaz kaynaklı gerçek dışı izahlar ise, İslam dininin insana bakış açısını asla yansıtmaz. Ancak görüldüğü gibi, mezhepsel ayrılıkların varlığı bölgede kargaşa ve terör ortamı oluşturmak isteyen odaklara büyük avantaj sağlarken, Müslümanların savaş, açlık, soğuk gibi çok zor koşullarda yaşam mücadelesi vermesine neden olmaktadır.
Bazı Müslümanların da kışkırtmalara kapılarak mezhep ayrımından kaynaklanan katliamları destekleyen bağnaz yorumlara ve gerçek dışı hadislere itibar ettikleri bir gerçektir. Öyle ki bağnaz hocalar, İslam'da hiç yeri olmadığı halde farklı mezhep ve dinden olanlara yönelik katliamların sözde caiz olduğu yönünde fetvalar vermişlerdir.
Oysa herhangi bir kişiyi farklı düşünüyor, farklı inanıyor diye öldürmenin kesinlikle İslam'da yeri yoktur. Değil öldürmek, bu kişileri huzursuz edecek en ufak bir tavırdan bile kaçınmak İslam'ın bir gereğidir. Allah, Kuran'da cihadın, yani İslam ahlakını yaymak için mücadele etmenin kan dökerek değil; sevgi ve şefkatle yapılacak fikri bir mücadele olduğunu açıklamıştır. Müminlerin, aralarında karşıtlık bulunan insanlara karşı dahi en güzel olan bir tarzda cevap vermesi Kuran'da şöyle buyurulur:
“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuştur.” (Fussilet Suresi, 34)
Kuran'ın bu açık emrine rağmen Müslümanların birbirlerine karşı öfke ve nefretle saldırmaları çok büyük bir zulümdür. Müslümanların derhal mezhep ayrıldıklarını bırakarak bu hatadan dönmeleri ve Allah'ın farz kıldığı şekilde birlik olmaları gerekir. Allah'ın Kuran'da tüm Müslümanlara ‘tek bir topluluk olarak’ birlik içerisinde hareket etmelerini bildirmiştir:
“Allah´ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah´ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O´nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Âl-i İmran Suresi, 103)
Her anlaşmazlık, Kuran'da bildirildiği gibi, akıl ve vicdan sahibi insanlar tarafından barış, huzur ve şefkat ortamında çözülür. Bugün barış için gayret edenler, Allah'ın dilemesiyle, olumlu bir değişime vesile olacaklardır.
Adnan Oktar'ın Al Hadath'da yayınlanan makalesi:
http://www.alhadath.ps/files/server/Issu%20010/%D9%85%D9%82%D8%A7%D9%84%D8%A7%D8%AA.pdf