Geçtiğimiz ay boyunca başta New Scientist, BBC News, Independent olmak üzere bir çok yerli ve yabancı yayın kuruluşunda “Sezaryen ile doğumun sözde evrim sürecini değiştirdiği” ile ilgili yazılar yazıldı. Bu yazılara dayanak olarak da Proceedings of the National Academy of Science dergisinde 26 Ekim 2016 tarihinde yazılmış bir makale kaynak olarak gösterildi.
Makalenin konusu, “insan doğumlarının çocuk başının büyüklüğü ve annenin dar kalça kemiği uygunsuzluğu nedeniyle zor olduğu, son 50 yıl içinde sezaryenle doğumun devreye girmesiyle sözde evrim sürecinin etkilendiği ve uygunsuzluğun artış gösterdiği” şeklindeydi. Bu makaleye dayanarak atılan başlıklardan bazıları şu şekilde oldu; “Sezaryen daha büyük bebeklere evrilmeye gerçekten sebep oluyor mu?”, “Artan sezaryen sayısı insan evrimini etkiliyor”, “Başarılı sezaryenler insan evrim sürecini değiştiriyor.”
Bu şekilde ortaya konan başlıkların amacı genellikle, sanki yeni bir bilimsel bilgi elde edilmiş ve sonucunda sözde evrim süreci varmış ve devam ediyormuş gibi bir izlenim verebilmektir. Böylelikle, evrim teorisinin hala ayakta olduğu çeşitli sözde kanıtlarla kanıtlandığı görünümü verilmeye çalışılmaktadır. Genellikle bu haberler, konular hakkında bilgisi olmayan toplumun belli kesimlerini aldatabilme amacını taşırlar. Büyük bilim dergilerinde yayınlanmaları da durumu inandırıcı kılabilmek içindir. Oysa söz konusu bilim dergileri, bilimsel anlamda çöküşe uğramış evrim teorisini canlı tutmaya çalışan Darwinist diktatörlüğün himayesindedirler.
Makaleyi detaylı olarak incelediğimizde, konunun tamamen felsefi boyutta ele alındığı, genetik hiç bir temel içermediği, bilimsel bir delille desteklenmediği açıkça karşımıza çıkar. Şimdi bu yazının sözde evrime kanıt oluşturmak bir yana bilimsel hiçbir niteliğinin olmadığını, ideolojik temelli olduğunu, iddiaları açıklayarak cevaplayalım.
“Bebek başı – anne kemik yapı uyumsuzluğunun arttığı” iddiası temelsizdir
Makalenin temel iddiası, son 50 yıl içinde sezaryenin devreye girmesinden günümüze kadar geçen süre içinde baş-kemik uyumsuzluğunun 1000 doğumda 30’dan 36’ya çıktığı, bunun da %20 artış anlamına geldiğidir. Peki bu sonuç gerçek veriler değerlendirilerek mi elde edilmiştir?
Aslında sözde evrimsel sürece delil olarak basına yansıyan bu makale, tam tersi evrimi ön-kabul ile kabul ederek bu sonuçlara varmaktadır. Bu iddiayı kanıtlama çabası ise gerçek verilerle değil, tamamen hayali modeller üzerinden türetilen istatistiksel verilere dayanmaktadır.
Yapılan araştırmalarda baş kemik yapı uyumsuzluğunun %1,4 ile %8,5 arasında değiştiği görülmektedir. Görüldüğü üzere, tespiti göreceli veriler, farklı örnekler ve farklı değerlendirmelerle yapılabildiğinden, birbirinden oldukça farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bu makalenin iddia ettiği gibi %3’ten 3,6’ya artış olduğunu kabul etsek bile, söz konusu oran belirtilen sınırlar içinde olacağından, bu artışın varlığını net olarak tespit etmek mümkün değildir. Kaldı ki, böyle bir artış olsa bile bu genetik değil, çevresel etkenler sonucu ortaya çıkacaktır.
Uyumsuzluğun başlıca faktörü fetüslerin daha iri olmasıdır. 50 yıl öncesine göre günümüzde fetüslerin daha iri olmasına sebep olabilecek bir çok etken vardır. Annenin gebelik sürecinde daha iyi beslenmesi, şişmanlık ve şeker hastalığının artış göstermesi gibi nedenlerle fetüslerin doğum kilosu artış göstermiş olabilir. Ancak bu, genetik olarak değil çevresel şartlarla ortaya çıkabilen bir durumdur. Şartlar tersine döndürüldüğünde bu etki de azalacağından sezaryen ihtiyacı da azalacaktır. Ayrıca yapısal sebeplere bağlı ortaya çıkan hidrosefali (beyinde su toplanması) gibi hastalıklar da normal doğuma engel olabilir. Ama bu da genetik bir değişimle ortaya çıkmaz; bir kazanım değil bozulmadır.
Bunun yanında uyumsuzluğun diğer etkenini oluşturan anne kemik yapısı da genetik yapıdan bağımsız olarak değişkenlik göstermektedir. Yapılan çalışmalarda tamamen aynı gen düzenlemesine sahip olan tek yumurta ikizlerinde bile kalça kemiğinin ölçülerinin değişkenlik gösterdiği, çevresel etkenlerin genetik etkenden daha ön planda olduğu bulunmuştur. Ayrıca, tek bir insanı bile düşündüğümüzde, genetik yapı hep aynı kalmasına rağmen, bebeklikten yaşlılığa kadar kemik yapısı sürekli olarak değişim gösterir. Yıllar içinde, yetişkin çağında bile kemik yapılarında şekil değişimi olmaktadır. Bir başka örnek de, erkek ve kadın kalça yapısından verilebilir. Aynı anne babadan doğan bir kadının kemik yapısı doğuma müsaitken, erkek kardeşinin kalça kemiği dar ve uzunlamasına gelişmiş bir yapıya sahiptir. Erkek tipi bir kemik yapıya sahip anne çocuğunu asla doğuramazdı. Ama kemik yapı gelişirken adeta hücreler bunun bilincindeymişçesine hareket ederek şekil alırlar.
Günümüzde sosyal sebepler de sezaryen oranını artırmaktadır. Eskiye göre ameliyat şartlarının daha iyi olması sezaryeni daha güvenli hale getirmiştir. Bu sebeple doktorlar baş – kemik uygunsuzluğu tanısını daha sık koyar hale geldiler. Ancak sezaryenin, sadece baş-kemik uygunsuzluğu üzerine tercih edilen bir doğum türü olmadığını da belirtmek gerekir. Anne adayları, gerçek doğumun zorluğunu yaşamamak için de sezaryeni tercih etmekte, fakat bu durum tıp çevreleri tarafından çok da fazla tavsiye edilmemektedir.
Genetik dayanağı olmayan bilimdışı bir iddia
Makaleyi incelediğimizde verilen bilgilerin, istatistiki hesaplar dışında bir veri içermediği görülmektedir. Bu da yazının bilimsel niteliğinin olmadığı anlamına gelir. Çünkü buradaki istatistiki veriler, sosyal tercihlerle alakalıdır. DNA diziliminde geçmişten günümüze bir değişim yoktur. Kemik yapının düzenlenmesi ile ilgili onlarca hatta yüzlerce ayrı gen bölgesinin uyum içinde çalışması şarttır. İnsanların genetik dizileri arasındaki fark yok denecek kadar azdır ve bu farklar da gen dışı bölgelerde yer almaktadır. Bu kadar farklı fiziksel yapıda insanın ortaya çıkışı epigenetik ve çevresel faktörlerin etkisiyle olmaktadır. Çevresel faktörler sadece genetik bilgide bazı genleri baskın bazılarını çekinik hale getirirler; genetik bilgiye yeni bilgi ekleyemezler. İlk insanla günümüz insanı aynı genlere sahiptir.
İlk insandan beri incelenen insan fosillerinde yapısal hiç bir değişim yoktur. Bu, anne kemik yapısı, bebek başının yapısı ve büyüklüğü açısından da geçerlidir. Doğum, hep aynı süreçle gerçekleşmektedir. Sözde evrimci mantıkta doğumun yıllar içinde daha kolay olması için anne kemik yapısının genişlemesi veya bebek başının uyum gösterecek şekilde küçülmesi söz konusu olmalıdır. Ama böyle bir değişim hiç olmamıştır, olamaz da; çünkü evrimleşme diye sahte bir süreç büyük bir aldatmacadır. Binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca zor doğumlar hep var olmuştur ama doğum süreci hep aynı kalmıştır. Doğum bir mucizedir
Doğumun zamanlaması mükemmeldir. Yaklaşık 38 hafta süren gebelik, oldukça hassas bir zamanda doğumla sonlanır. Doğum eğer bir kaç hafta erken olursa, bebek gelişimini tamamlamadığı için hayati tehlike yaşayabilmektedir. Doğum eğer bir-iki hafta geç gerçekleşirse, bu sefer bebek için yeterli ortam kalmamakta, beslenme problemleri ortaya çıkmakta, bebek, doğum kanalına sığamayacak kadar irileşebilmektedir. Anne de, fetüs de, bu süreçlerin hiç bir aşamasının farkında değildir. Olması gereken zamanda doğum ağrıları başlamakta, rahim ağzı açılmakta ve dokular esnekleşmektedir. Dahası, fetüs doğum kanalına en uygun şekilde girmek için rotasyon, fleksiyon, ekstansiyon gibi bazı hareketleri yapmak zorundadır. Neredeyse her fetüs bu hareketleri sırasıyla ve eksiksiz yerine getirir. Buradaki hassas dengeleri görmeyerek hata aramak ve zorluklara odaklanmak tam bir akıl tutulmasıdır.
Evrimciler, bu makalede ve birçok başka ortamda hayatın tesadüfler eseri ortaya çıktığı safsatasını hep vurgulamak amacındadırlar. İnsanın ve diğer canlıların mucize niteliğindeki özelliklerini görmezden gelerek, hep bir noksan varmış gibi gösterme çabasına girerler. Bu şekilde yapıların ve fonksiyonların aslında daha mükemmel olabilecekken olmadığı, eksiklerle dolu olduğu fikrini aşılamaya çalışırlar. Oysa konuyu derinlemesine bilen bu kişiler, insan vücudu başta olmak üzere, canlıların sayısız mükemmel yapı ile donatıldığının oldukça iyi farkındadırlar. Ancak ısrarla bu gerçeği dile getirmekten çekinirler. Çünkü bu gerçeği yüksek sesle söylemenin, teorilerini tümüyle ortadan kaldıracağını bilmektedirler.
Doğum süreci, insanın yaratılışına dair en başta gelen mucizelerden biridir. Bu süreçte olmazsa olmaz diye sayabileceğimiz sayısız mekanizma bir anda hareket etmektedir. Bunlardan biri olmadığında ne fetüsün ne de annenin yaşaması mümkündür. Bu sebeple daha ilk doğumla birlikte bu özellikler var olmalıdır. Tek bir doğumun gerçekleşmesi bile başlı başına mucize iken, bugüne kadar milyarlarca mucize gözümüz önünde gerçekleşmektedir. Bazı doğumların zor gerçekleşmesi, bu mucizenin görmezden gelinmesini gerektirmez. Doğumun safhalarının detaylarına hakim olundukça Allah’ın Yaratma sanatı çok daha iyi anlaşılacaktır. Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmuştur: “Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı? Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Belli bir süreye kadar; İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, Biz ne güzel güç yetirenleriz.” (Mürselat Suresi, 20-23)
Sonuç olarak; ne sezaryen ne de doğum sırasında yapılan başka tür bir müdahale, gelecek nesillerde daha iri bebeklerin oluşması sağlayacak bir durum değildir. Nasıl ki bilim çağına ulaştığımız şu dönemde, bilgi ve beceri artışı, yeni neslin IQ seviyesinin geçmiş nesillerden daha yüksek olmasına sebep olamadığı gibi, sezaryen de anne ve bebeğin fizik yapısını değiştiremez. Sezaryen oranlarındaki artışın temel sebebi çevresel ve sosyal etkilerdeki değişimdir. Çevresel etkenler de ancak genetik yapımızın izin verdiği ölçülere kadar etki edebilir.
Kaynaklar