www.turkislambirliginedavet.com
Dünya üzerinde gelişen önemli olayları dikkatli ve derinlemesine incelediğimizde genel olarak şu değişmez sonuca ulaşırız: Olayların hep bir zahiri yani görünen yönleri ve görünen nedenleri vardır. Aynı zamanda hep bir de batıni yani perde arkasında gizlenen, ilk bakışta algılanmayan gerçek amaç ve nedenleri vardır. İnsanların büyük çoğunluğu da genelde olayları zahiri/görünen sebeplerine göre yorumlar ve değerlendirirler. Derin dünyanın çizdiği sahte dünyanın kurallarını, su yüzündeki sebep ve sonuç ilişkilerini görür ve yaşarlar.
Örneğin, Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman, bunun nedeni Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi olarak gösterilmiştir. Oysa savaşın gerçek nedeni Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki ekonomik çatışmaydı. Ancak, bütün dünyaya “Orada psikopat bir katilin bir kişiyi öldürmesiyle ani bir ayaklanma başladı, ardından da ülkeler birbirleriyle savaşa girdiler.” gibi göstermelik bir gerekçe sunuldu. İkinci Dünya Savaşı da aynı şekilde başlamıştır. Oysa savaş her zamanki gibi ekonomik nedenlere dayalıydı, fakat insanlara gösterilen gerekçeler yine farklıydı.
Kuran’da, “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71) ayetinde haber verildiği gibi Rabbimiz, iman edenlerin birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir. Dost, yardımcı, destekçi, koruyucu gibi anlamlar içeren “veli” sözcüğü, Müslüman toplumlar arasındaki dayanışmanın ve desteğin önemini vurgulamaktadır.
İlk Sinsi Plan: Suni Sınırlarla Müslümanların Bölünmesi
Yüzyılı aşkın bir süredir Ortadoğu’da gelişen olaylar, kargaşa, karışıklık ve ayaklanmalar da Araplara hakim olmaya başlayan milliyetçilik arzularına bağlanmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ‘Araplar milliyetçilik duygularıyla artık Osmanlı’dan ayrılmak ve kendi topraklarına sahip olmak istiyorlar, o yüzden ayaklanıyorlar’ izlenimi verilmişti. Halbuki bu ayaklanmalar tamamen, dönemin Batılı sömürgeci güçlerinin Araplara yönelik yaptığı kışkırtmalardan kaynaklanıyordu. Zira, Arapların zaten kendi aralarında bir birlikleri yoktu. Milliyetçilik arzusuyla savunabilecekleri milli bir ideolojileri ve ayrı sınırları da yoktu. Araplar o dönemde kabilelerden oluşuyorlardı ve Osmanlı yönetiminde son derece sorunsuz, rahat ve mutlu yaşıyorlardı. Osmanlı’ya hayranlardı hatta yüzyıllarca kendilerini bizzat Osmanlı’nın içine katmak için hem talepte hem de yardımda bulunmuşlardı.
Ancak Batılı derin güçlerin yıllar süren entrika ve provokasyonları sonucunda Ortadoğu, başkaları tarafından harita üzerinde cetvelle çizilerek kendilerine çeşitli isimler verilen Arap ülkelerine bölünmüş ve sınırlar şu anki şekline getirilmiştir. Dünyaya verilen mesaj ise: “Araplar bundan böyle Osmanlı boyunduruğundan kurtulup kendi vatan topraklarına ve milli sınırlarına kavuşma arzularına ulaştılar” şeklindedir.
Bu kurnaz derin plan sonucunda sahip oldukları onca kaynaklara ve zenginliğe rağmen Ortadoğu ülkeleri, hızla dünyanın en geri kalmış ülkeleri arasına girdiler. Ortadoğu halkları da dünyanın en fakir halklarına dönüştü. Elbette ki bu ülkelerin sahip olduğu tüm zenginlikler ise en başında bu ülkelerin haritalarını çizen, istedikleri yönetimleri başa geçiren güçlerin kasalarına aktı ve halen de akmaya devam etmektedir. Aslında hakim derin güçlerin bu planları yalnız Ortadoğu’yu değil tüm dünyayı içine almaktadır.
Aynı sinsi sömürü düzeni bütün dünya ülkelerinin zenginliklerini, doğal kaynaklarını ve insani gücünü hedefler. Basit bir istatistik bu adaletsiz zulüm düzenini özetlemektedir. Dünya gelirinin % 80’ine dünya nüfusunun yalnızca % 8’inin sahip olduğu bu sömürü ve zulüm düzeni süper güçlerin derinlerine yuvalanmış elebaşları tarafından planlanmakta ve uygulanmaktadır. Nitekim bu şeytani plan, Mısır örneğinde olduğu gibi yine ortaya çıkmakta ve hep masum halk sinsi oyunlara alet edilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nı çıkarmak için kullandıkları, “veliahtınızı öldürdüler hadi saldırın!” örneğinde olduğu gibi benzeri kışkırtmalarla kitleler, farkında bile olmadan göstermelik nedenler doğrultusunda galeyana getirilip gerçek amacın yani perde arkasındaki güçlerin sömürü planlarının altyapısını oluşturmaktadırlar. Bu çok organize ve kontrollü planın küçük, bilinçsiz tarafı ise halktır ve bu oyunda yine en büyük zararı da halk görmektedir.
İttihad-ı İslam Batılı Ülkelerin de Tek Kurtuluş Yoludur
İslam’ın ve Müslümanların gelişmesinden, güçlenmesinden Batı’nın korkması, endişe etmesi son derece yersizdir. Müslüman ülkelerin gelişmesi ve İslam ahlakının tüm dünyada yayılması yalnızca Müslümanlara değil, Hristiyan, Musevi, hatta dinsiz ve ateistlere bile en büyük rahat, konfor, huzur ve zenginliği, en verimli ve dinamik ticari hayatı da beraberinde getirecektir. Çünkü en özet ifadeyle, İslam’da adalet, hakkı gözetme, ölçüyü tartıyı tam tutma, gerektiğinde borcu bağışlama, zayıfı, mazlumu koruma-kollama ve affedicilik vardır.
İslam’da güzel olan her şey vardır. Sanatın, bilimin, estetiğin, ahlakın, tavır mükemmelliğinin, sevginin, şefkatin en üst seviyelerde yaşanması hedeflenmektedir.
Ancak bu noktada belirtmekte fayda var ki Batılı güçlere de İslam’ın bu gerçek yüzünün tam anlamıyla tanıtılması çok önemlidir. Yasaklayıcı, kadını aşağı gören, değer vermeyen, sanatı, bilimi, her türlü güzelliği yasaklayan, bağnaz zihniyetin Kuran’a dair İslam’ı yansıtmadığının tam anlamıyla tarif edilmesi gerekir.
Kuran ahlakı insanlığın kalplerine yerleştiğinde, İslam ülkelerinin zenginliklerini sömürme hevesiyle Müslümanları gözünüzü kırpmadan katletme zihniyeti ortadan kalktığında, Avrupa Birliği’nin de ABD’nin de çökmüş ekonomileri rahatlayacak, ferahlayacak, ekonominin gelişmesi uğruna halkı sürekli ezilen, zulüm gören Çin’de dahi gerçek anlamda refah ve sosyal adalet gelişecektir. Kuran ahlakının yaşanmasının bereketi bütün dünyaya yayılacaktır.
Müslüman Ülkelerdeki Halkı Bekleyen Büyük Tehlike
Müslüman ülkelerin bölünmüşlüğü sadece masa başında cetvelle çizilmiş keskin hudutlarla sınırlı değildir. Çok daha önemlisi bu ülkeler kendi içlerinde yüzlerce parçaya; grup ve fraksiyona bölünmüş durumdadırlar. Bu yöntem söz konusu ülkeler üzerindeki kontrol, oryantasyon ve manipülasyon gücünü maksimum düzeyde tutmaya yöneliktir. Bu adeta yüzlerce bilgisayar programıyla istenildiği şekilde yönlendirilen robotların bulunmasına benzetilebilir.
Nitekim şu anda Ortadoğu’da bulunan belli başlı 30 ülkeyi ele alırsak, bu 30 ülkenin de aslında yüzlerce küçük müstakil gruptan oluştuğunu görürüz. Bugün, herhangi bir TV kanalını açarsanız sürekli çeşitli kısaltmalar altında faaliyet gösteren gruplardan bahsedildiğini duyacaksınız: PYD, YPG, ÖSO, El Nusra, El Kaide, Allahuekber grubu, Hamas, Hizbullah, Irak ve Levant İslam Devleti örgütü...
Bunların hepsi Müslüman ülkelerin içinde var olan gruplardır ve yalnızca Suriye içinde 70’ten fazla grup faaliyettedir. Aynı şekilde bütün Müslüman ülkelerin içinde bölünmüş yüzlerce grup vardır ve bu gruplar da sürekli birbiriyle çatışma halindedirler. İşte Ortadoğu planının en önemli parçalarından biri de budur. Ülkeleri görünürde birer ülke gibi göstermek, kâğıt üzerinde sınırlarını belirlemek, fakat bu sınırların içinde tamamen birbirlerine düşmüş halklar meydana getirmek… Tabii ki birbirlerine düşmüş halklar da hiçbir zaman bir bütünlük sağlayamadılar. Hiçbir zaman ülkelerinin ne yer altı kaynaklarından ne doğal güzelliklerinden ne de tarihi ve turistik imkânlarından faydalanabildiler. Ekonomileri hep kavruk, halkları hep fakir, ülkeleri hep az gelişmiş ve geri kaldı.
İslam ülkeleri arasında, kardeş olmanın bilinci ile kurulacak iş birlikleri, Müslümanlara refah ve bolluk getirecek, İslam dünyasının yıllardır önemli sorunlarından biri olan yoksulluğun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki, Kuran ahlakının hakim olduğu toplumlarda, açlık, yokluk ve fakirlik gibi sorunlarla karşılaşılmaz. Müslümanlar, akılcı, ileri görüşlü politikalar izleyerek, diğer toplumlar ve ülkelerle iyi ilişkiler kurarak, ticaret ve kalkınmaya önem vererek, diğer kültürlerin birikimlerinden yararlanarak, kendi toplumlarını geliştirirler. Bu tarihte hep böyle olmuştur ve yakın gelecekte de İslam Birliği önderliğinde, Allah’ın izni ile yine böyle olacaktır.
2. Sinsi Plan: Küresel Çıkarlar İçin Demokratik Olmayan Rejimlerin Yönetime Getirilmesi
Müslüman ülkelerin sınırları kağıt üzerinde çizildikten sonra bu ülkeleri Batılı derin güçlerin çıkarları doğrultusunda yönetecek kişiler de özel olarak seçilip başa getirilmiştir. Aynı şekilde bu ülkelerin orduları ve bu orduları yöneten üst düzey generaller de yine Batılı derin güçler tarafından suni olarak oluşturulmuştur. Çoğunluğu Müslüman ülkelerdeki sermaye sahiplerinden seçilerek atanan bu generaller, dış mihrakların çıkarları doğrultusunda bu ülkeleri kontrol altında tutmak, masum halkı ezerek pasifize etmek ve Batı’nın çıkarlarına aykırı durumlarda derhal müdahale etmekle görevlendirildiler.
Söz konusu Batılı derin güçler tarih boyunca, sosyal yapısı, ekonomisi ve demokrasisi gelişmiş, zengin doğal kaynaklara sahip, Kurani değerleri yaşayarak üstün bir ahlak ve medeniyet düzeyine ulaşmış, estetik, sanat, bilim ve teknolojide öncü olan bir İslam toplumunu kendi ekonomik çıkarları karşısında büyük bir tehdit olarak gördüler. Doğal akışına bıraktıkları zaman Müslüman toplumların bu kaçınılmaz üstünlüğe ulaşacaklarını düşündükleri için tarihin her döneminde doğrudan ve dolaylı yöntemlerle bu gelişmenin önünü alarak engel olmaya çalıştılar. “Müslümanlar gelişirse Batı iflas eder” fobisinin etkisiyle Müslümanları bertaraf etmeye yönelik politikalar, daha doğrusu entrikalar devreye soktular. Bunun için iki etkili yöntem yani yoksulluk ve cehalet sürekli olarak Müslüman ülkelerin üzerinde sallanan keskin kılıç oldu. Nitekim dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine, yer üstü ve yeraltı zenginliklerine, altın yataklarına sahip olmalarına karşın Ortadoğu’daki 22 ülkenin gayrısafi milli hasılasının toplamının Almanya’nınkinden düşük olması, halklarının sefalet içinde yaşamaları, bu oyunların ne derece etkili ve başarılı olduğunun somut bir kanıtıdır.
Bir yandan da Müslümanları eğitimsiz, bilinçsiz, kendilerini yönetemeyecek, dahası her fırsatta kana susamış, terör estirmeye müsait insanlar gibi yansıtarak, onlara yapılacak her türlü müdahaleyi dünya kamuoyuna haklı ve meşru gösterecek bir imaj oluşturdular. Tabi Müslümanların büyük bir bölümü arasında geliştirilmiş olan bağnaz zihniyet de bu konuda onlara son derece uygun bir zemin oluşturdu.
İşte bugün gündemin baş sırasını oluşturan Suriye ve Mısır gibi ülkelerde gelinen son durum on yıllar öncesinden tasarlanmış bu kapsamlı planın sonuçlarından biridir. Batılı derin güçler Müslüman ülkelerde demokrasinin ilerlemesini seçimle başa gelen bir liderin ülkeyi yönetmesini değil, kendi beslediği ordunun baskı politikasının devam etmesini bu ülkeler üzerindeki kontrolü açısından önemli görmektedir.
Derin Batı, Kuran’a uyan bir özgürlük anlayışını, herkese eşit mesafede duran bir kucaklayıcı yaklaşımı ve entelektüel seviyesi yüksek modern İslami düşüncenin İslam ülkelerini etkilemesini, Ortadoğu’daki kendi menfaat düzenine karşı bir tehdit gibi gördü. Ve derhal derin devlet–asker içindeki piyonlarını devreye soktu.
İşin ilginç yanı yıllar boyunca İslam ülkelerinin de bu duruma seyirci kalması, hatta darbeye gizli ve açık destek veren bir tutum sergilemeleridir. Oysa bu ülkeler, hakkın, mazlumun ve adaletin yanında yer almazlarsa bugüne kadar yaşananlar başlangıç olur. Mısır örneğinde olduğu gibi İslam ülkelerinin darbeye sessiz kalmaları İslam dünyasının önümüzdeki günlerde, çok daha büyük zulümlere, katliamlara, çatışmalara tanık olacağına işaret eder. Bu sebeple çok geç olmadan, çekimser ya da darbe yanlısı davranan yönetici, siyasetçi ya da gazeteciler, Allah’tan başkasından korkmadan hakkı konuşmalı, doğruları savunmalı, masum, mazlum Müslüman halkın yanında yerlerini almalıdırlar.
Dünyanın Kurtuluşu için Müslümanların Sevgi Birlikteliği
Müslümanlar Batılı güçlerin kendilerine biçtikleri role ses çıkarmadakıları, benimsedikleri sürece, konumları daha da kötüleşecektir. Bu durum Müslümanların Allah’ın emrettiği gibi grup, ırk, kavim, milliyet ve mezhep ayrılıklarından / tartışmalarından, kendi içlerindeki kavga ve düşmanlıklardan vazgeçip ortak bir sevgi ve kardeşlik anlayışı içinde bir araya gelmelerine kadar devam edecektir. Müslümanlar Allah’ın “birleşin” emrini yerine getirmediği sürece bölünmüşlük içindeki gruplar masa başında bir araya toplansalar bile asla siyasi anlamda birleşemez ve uzlaşamazlar. Çünkü bunların her biri ideolojik olarak birbirine taban tabana zıttır. Ne PYD ile Hamas ne de Hamas’la Hizbullah gerçek anlamda birleşemez. İkisi birleşse bile bir üçüncüsü buna itiraz eder.
Siyasi yöntemlerin hiçbir zaman çözüm olmadığını tarih defalarca göstermiştir. Müslümanların birleşmesine vesile olacak tek konu sevgidir. Müslümanlar, Allah’ın emirlerine bütünüyle aykırı olarak, birbirleriyle kavga, ihtilaf, çatışma ve düşmanlık içinde bulundukları sürece Allah’ın bir çıkış yolu açmadığı bugüne kadarki örneklerde görülmüştür. Bunu yüzyılı aşkın süredir yaşanmış binlerce acı tecrübeye bakarak anlamış olması gereken Müslüman halklar, bir an önce Allah’ın rızasının olduğu yegâne kurtuluş yolu olan sevgi ve kardeşlik birliğini benimsemelidirler.
Türk milleti, bu sevgi birlikteliğinin en güzel örneğidir. Büyük önder Atatürk’ün vesilesiyle Ortadoğu üzerinde oynanan oyunlardan kendini kurtaran tek ülke olan Türkiye’nin en önemli özelliği, hangi etnik kökenden olursa olsun, güçlü imanlarından aldıkları coşkuyla insanlarının sevgi ve kardeşlik bağlarıyla birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olmalarıdır.
İşte bu sevgi Türkiye’nin önderliğinde bütün Ortadoğu’ya, Balkanlara, Afrika’ya ve Orta Asya’ya yayıldığında, Peygamberimiz (s.a.v.)’in içinde bulunduğumuz dönemde ve İstanbul’da çıkacağını hadislerinde müjdelediği Hz. Mehdi (as)’ın vesilesiyle tüm İslam alemi, ayrılık ve kavgalardan kurtulup Allah’ın izniyle. tek bir vücut olarak bir araya gelecektir.
Müminler, birbirlerini araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için dost olur ve Allah rızası için birlik olurlar. Temeli dünya üzerindeki en sağlam kaynağa, Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu birliğin bozulması, dağılıp yıkılması Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şekilde mümkün olmaz. Böylesine sağlam bir ittifakın, Müslümanlara dünyada eşine az rastlanır bir güç kazandıracağı ise açıktır. Rabbimiz, “... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Suresi, 249) ayetinde başarıya ulaşmak için sayıca büyük olmanın önemli olmadığına işaret etmiştir. Müslümanların iman ve ihlasa dayalı kurdukları birliktelik, onlara çok büyük başarılar elde etmelerini sağlayacak bir şevk ve irade kazandıracaktır.