Nefsin istekleri, rahatı ve hoşnutluğu üzerine kurulan bir hayat şekli, insanları dünyada ve ahirette ancak yıkıma sürükleyebilir. Gerçek din ahlakı, nefsin değil, Allah`ın hoşnutluğunu ve rızasını kazanma üzerine kuruludur. Bu ahlak ise ancak, insanın tüm hayatını Allah`ın belirlediği ve Kuran ile bildirdiği şekilde yaşamasıyla mümkün olabilir.
Yeryüzündeki tüm varlıkların tek hakimi olan Allah, yarattıklarını ve onlara en uygun olan yaşam şeklini en iyi bilendir. Allah insanların fıtratını da ancak imanı kavradıkları ve Kuran ahlakını tam olarak yaşadıkları takdirde mutlu ve huzurlu olabilecek şekilde yaratmıştır. Allah, Kuran'da insanlara, kendilerini yarattığı fıtrata yönelmelerini şöyle bildirmiştir:
"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (Rum Suresi, 30)
Fakat kimi insanlar, Allah`tan gereği gibi korkmamaları sebebiyle Kuran ahlakını kendilerine rehber edinmez ve Allah`ın bildirdiği üstün ahlakı tam olarak yaşamazlar. Ayetlerde bu kimselerin, kendilerine sorulduğunda Allah`a iman ettiklerini söyledikleri, ancak daha derin bir imanı ve Allah`a gereği gibi kulluk etmeyi kabul etmedikleri bildirilmektedir:
"De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?" (Yunus Suresi, 31)
"Andolsun, onlara: "Kendilerini kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette: "Allah" diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?" (Zuhruf Suresi, 87)
Söz konusu kimseler bu bakış açıları nedeniyle, Kuran ahlakını yaşamak yerine; din ahlakını kendi nefisleri doğrultusunda yorumlamaya çalışmaktadırlar. Bu yolla, hak dinden uzaklaşmış farklı ve batıl bir din anlayışının savunuculuğunu yapmaktadırlar. ``Nefse uygun din`` olarak da adlandırabileceğimiz bu din anlayışının en önemli özellikleri ise, kişilerin nefsi istekleriyle ve dünyadaki menfaat beklentileriyle çatışmayacak bir inanç şekli olmasıdır.
Bu sahte inanç şekline göre söz konusu insanlar din ahlakının, vicdanlarını rahatlatacağına inandıkları kadarıyla yalnızca bir kısmını yaşayacak, ancak hiçbir zaman için kendi dünyevi beklentilerinden ödün vermeyeceklerdir. Bu batıl din anlayışı hiçbir zaman için onların çıkarlarıyla çatışmayacak, onları maddi manevi hiçbir anlamda zora sokmayacak, hayatın hiçbir alanında fedakarlık yapmalarını, özveride bulunmalarını gerektirmeyecektir. İbadetlerin bazılarını yerine getirecek, ancak düzenlerinin bozulması söz konusu olduğunda bunlardan da kolaylıkla taviz verebileceklerdir.
Bu anlayış, söz konusu kişilerin yaşadıkları toplumda hiç kimsenin fikirleriyle çatışmadan, ahireti düşünmeksizin kurulmuş olan nefsani düzen, istek ve eğlenceleri engellemeden ve böylece hiçbir konuda tepki almadan rahatça yaşamalarını sağlayacaktır. Toplumdaki insanların iman edip Allah`a kulluk etmiyor ve Kuran ahlakını yaşamıyor olmaları onları ilgilendirmeyecektir. Kuran ahlakına aykırı olan bu dinin savunucularına göre, asıl olarak tepki çekmemek, çevrelerindeki insanların dünya görüşleriyle çatışmamak esas alınacak ve bu amaç doğrultusunda gereken her konudan taviz verilebilecektir.
Oysa ki nefislerinin hoşnutluğu ve rahatlık üzerine kurulan böyle bir din anlayışının hiçbir şekilde geçerliliği yoktur. Allah bir ayette, ``De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir." (Hucurat Suresi, 16) şeklinde bildirmiştir. İnsan için her şeyin en doğrusunu bilen yalnızca sonsuz ilim sahibi olan Rabbimiz`dir.