Suriye’de yaşanan olayların etkisi gün geçtikçe artmaktadır. 21 aydır devam eden olayların çözümüne yönelik herhangi bir sonuca ulaşılamadığı için, bu süre içinde 30 bin insan hayatını kaybetmiş, kayıtlı mülteci sayısı ise 380 bini aşmıştır. Özellikle Ağustos ayından itibaren komünist derin devletin askeri saldırılarını arttırmasıyla sivil halk büyük yıkım ve zarara uğramıştır. Günümüzde Suriye’de yaşanan bu olaylara Peygamber Efendimiz (s.a.v.) pek çok hadisinde dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış alametlerinden biri olan Suriye’deki olaylar, hadislerde bildirildiği gibi Allah’ın izniyle Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle çözülecektir.
Suriye’ye başta Avrupa Birliği olmak üzere zaman zaman dünyanın farklı ülkelerinden yiyecek ve tıbbi yardım yapılmaktadır. Ancak çatışmaların sürekli yer değiştirmesi nedeniyle bölgeye yardımların ulaştırılmasında sıkıntı yaşanmakta, gönderilen yardımlar da yetersiz kaldığından halkın ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Pek çok ülke ise beklenen derecede büyük yardımlar yapamamaktadır. Çünkü zengin ülke olarak tanımlanan ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde bile yoksulluk önemli bir problem oluşturmaktadır. Tüm dünyada yaşanan ekonomik kriz sonucunda ortaya çıkan işsizlik, sosyal güvenlik sistemlerindeki boşluklar gibi problemler zengin ülkelerdeki yoksulluğun artmasına neden olmaktadır. Çin ve Rusya gibi komünizmin etkisinin hissedildiği ülkelerde ise genel olarak tüm bireylerin yaşam düzeyleri düşük olduğundan yoksulluğun başka bir boyutu görülmektedir. Kısacası zengin ülkelerden gelenler de dahil olmak üzere Suriye’ye yapılan insani yardımlar bu ülkede yaşanan sıkıntılara çözüm sunmaktan çok uzak kalmaktadır.
Elbette insani yardımların yapılması, güçsüz ve zayıf bırakılmışların her türlü ihtiyacının karşılanması Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel bir ahlak özelliğidir. Ancak bu, tek başına, insanların sorunlarının çözümü için yeterli değildir. Çünkü bu yardımların kim tarafından ve nasıl dağıtılacağı yani milletin menfaatinin gözetilip gözetilmeyeceği de olayın bir başka boyutudur. Bugün Suriye’deki olaylarda görünen tablo, bu bölgede zalim ve komünist ideolojinin etkisinin çok yoğun olduğudur. Din ahlakının yaşanmadığı bu ortamda adaletli, merhametli ve vicdanlı bir dağıtımın gerçekleşmesi elbette beklenemez.
Diğer taraftan insanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Ülke bu bakımdan da tam bir karmaşa içindedir. Sonuçta insani yardımların çözüm olması, bu yardımların küçük etkisinin büyük sonuçlar doğuracağının beklenmesi çok büyük bir hatadır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananlar için tek bir çözüm bildirmiş ve birleşmelerini emretmiştir:
“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4)
Suriye’deki zulme çözüm olarak öne sürülen insani koridor, tampon bölge ve sınır ötesi operasyon girişimleri de buradaki akan kanın durmasına engel olamaz. Çünkü insani koridor ve tampon bölgenin oluşturulması halinde bunu kimin koruyacağı ayrı bir sorun haline gelecektir. Ateşkes önerileri de sonuçsuz kalmıştır. Nitekim Kurban Bayramı'nda ateşkes önerisine taraflardan olumlu cevap gelmesine rağmen, Suriye'de bayram boyunca 425 kişinin hayatını kaybettiği haberleri basında sıkça yer almıştır. Bu önerilerin sonuç getirmemesinin nedeni çözümün hep yanlış sistemlerde aranmış olmasıdır.
Suriye’deki savaştan ve zulümden kaçan insanların büyük bir kısmı Türkiye’de ve çevre komşu ülkelerde çadır veya konteyner kentlerde yaşamlarını devam ettirmektedirler. Elbette zorda kalan, yardım talep eden kişilere yardım yapılması, haklarının korunması, onlara en rahat edecekleri ortamlar hazırlanmaya çalışılması Kuran ahlakının gereğidir. Kuran ahlakını yaşayan Müslümanların bu kişilere karşı olan tutumları ayetlerde şöyle haber verilmiştir:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin "cimri ve bencil tutkularından" korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)
Ülkemiz de Kuran’ın bu hükmünün gereği olarak sığınan mültecilere elinden gelen tüm yardımı göstermektedir. Ancak elbette ki bu geçici ve yetersiz bir çözümdür. Gönüllülerinin kamptaki mültecilere para ve eşya yardımında bulunması, yabancı ülkelerden gelen insani yardımlar hem bu kamplarda yaşayan insanların refah düzeyini yükseltmez hem de Suriye’deki savaşı sonlandırmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, “Henüz bir tarafta sönmeden, diğer tarafta alevlenen fitneler görülecek ve semadan bir münadinin, “Emriniz filan nedir” şeklindeki nidasına kadar böyle devam edecektir.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.25)
“Fitneler arka arkaya devam eder... Ne zaman bitti denilir, yine de devam eder gider.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 36) hadisleri ile dikkat çektiği gibi dünyada da Suriye’de de kargaşa ve şiddet olayları art arda yaşanacaktır. Ancak tüm Müslüman ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de yaşanan kargaşa ve bölünmüşlüğün temelinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fitne olarak belirttiği Darwinist ve materyalist zihniyetin çok büyük etkisi vardır. Suriye İslam dinini kabul etmiş bir ülke olmasına rağmen, Kuran ahlakının getirdiği sevgi ve barış ruhunu yaşamamaktadır. Çünkü bu ülkede uzun yıllardır Darwinist eğitime ağırlık verilmiş, devlet yönetimleri Darwinizm’i desteklemiş, gençler Darwinist, materyalist olarak yetiştirilmişlerdir. İslami cemaatlerin ve grupların ezilmesi, din ahlakının özgürce yaşanmasının engellenmesi, eşit bir gelir dağılımının olmaması, mazlum halka yönelik saldırılar, Kuran ahlakına tamamen muhalif olan söz konusu Darwinist materyalist zihniyetin bir sonucudur. Ülkede İslam ahlakının getirdiği demokratik ve özgürce paylaşılması gereken düşüncelerin yerine saldırganlığa, yağmaya ve şiddete dönüşen hareketler de aynı zihniyetin neticesidir.
Suriye’de yaşanan olaylarda halkın ve devlet güçlerinin karşı karşıya gelmesi, birbirlerine karşı bıçak ve satır kullanmaları ile bu baskıcı rejimler değişmez. Değişim, sokak çatışmalarıyla, yağmalarla, saldırganlıkla, şiddetle gerçekleştirilemez. Şiddete dayalı yöntemle meydana gelecek değişim, asla insanların özlemi ve ihtiyacı içinde oldukları huzuru, refahı ve güveni onlara sunmaz. Alınan insani yardım, ateşkes, insani koridor, mülteci kampları gibi suni çözümlerle birtakım başarılar ve gelişmeler elde edilebilir. Ama bunlar kalıcı ve tam tatmin edici çözüm oluşturmaz. Kalıcı ve gerçek çözüm, ancak Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarak sağlanır. Allah’ın ve Resulü (s.a.v.)’in gösterdiği çözüm ise tüm İslam aleminin manevi bir lider etrafında birleşmesi, Türk İslam Birliği’nin tesis edilmesidir. Bunun için de Mehdiyet’in sürekli olarak gündemde tutulması ve faaliyetlerini sürdüren Hz. Mehdi (a.s.)’ı Müslümanların aramaları gerekmektedir.
İttihad-ı İslam’ın ilk adımı olarak Türkiye ve Suriye birleşmeli, Türkiye oradaki kardeşleriyle kucaklaşmalıdır. Bunun için Türkiye ve Suriye arasındaki sınırlar hemen açılmalı, vize ve pasaport kaldırılmalı, herkesin iki ülke arasında serbestçe dolaşımı sağlanmalıdır.
İttihad-ı İslam her iki ülke halkının da rahat ve huzur bulacağı, barış içinde yaşayacakları tek çözüm yoludur. Allah’ın adetullahı gereği Rabbimiz mutlaka İttihad-ı İslam’ı oluşturacaktır. Fakat önemli olan daha fazla acı çekilmeden, vakit kaybedilmeden bu farz vazifenin gerçekleşmesi yönünde çalışmaktır.
İlk olarak Suriye ile Türkiye’nin birleşmesi İttihad-ı İslam yolunda atılan çok mübarek ve Kuran ruhuna uygun bir hareket olacaktır. Müslümanların bir araya gelmesi “Ya Allah Bismillah” deyip, şeytandan Allah’a sığınıp birleşmeleri Yüce Allah’ın farz kıldığı vazifenin başlangıcı olarak büyük bir sevinç kaynağı olacaktır. Rabbimiz tüm Müslümanların kardeş ve tek bir topluluk olmalarını emreden ayetlerde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:
“Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi Biz'e döneceklerdir.” (Enbiya Suresi, 92-93)
“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın . Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Sayın Adnan Oktar Suriye’deki olayların çözümünün İttihad-ı İslam’la mümkün olacağını anlatıyor.
“Konu dönüp dolaşıp İttihad-ı İslam’a geliyor. “Bir lider seçilsin, Müslümanların bir imamı olsun.” Deniliyor, konu pratik uygulamaya geldiğinde ise diyorlar ki; “Biz Sünnilerden imam kabul etmeyiz.” Onlar da diyorlar ki; “Biz Şiilerden kabul etmeyiz.” Birçoğu böyle. Vahabi’yi hiç kabul etmiyorlar. Vahabilere karşı da özel bir tavır var bazı kişilerde. Konu hep böyle, yüzyıldan beri sürüncemede. Tek çözümün Hz. Mehdi (a.s.) olduğunu söylüyor Peygamberimiz (s.a.v).
Mehdiyet’e karşı, Hz. İsa Mesih (a.s.)’ın zuhuruna karşı direnme felaket getiriyor, hastalık getiriyor. Başka bir şey olmuyor. Yağmur gibi bela yağıyor İslam aleminin üstüne. Mehdiyet’in kabulü bereket, güzellik, ferahlık getirirken; reddi ise bela, hastalık ve bölünme getirir.”
(27 Ekim 2012, A9TV)