Geçtiğimiz haftalarda 3 yaşındaki Suriyeli mülteci Aylan'ın sahile vurmuş minik cansız bedeni bir anda Avrupa toplumunda mültecilere karşı ortak bir vicdanın uyanış sembolü haline geldi.
Aylan'ın şok edici görüntülerinin dünyaya yayılmasının hemen öncesinde başta Avrupa olmak üzere Batı dünyasının önemli bir bölümünde mültecilere karşı insanlık ölçüleriyle bağdaşmayan, acımasız, bencil ve ayrımcı politikalar hakimdi. Bu mazlum insanlara karşı tarihe geçecek utanç dolu açıklama ve uygulamalar yöneltildi.
Bu utanç tablosunda başı çeken ve mültecilerin geçiş güzergahında bulunan bazı Orta Avrupa devletlerinin mültecilere yönelik neredeyse Hitler dönemini aratmayan, şiddetle karışık acımasız tutumları insanlık vicdanını yaralar nitelikteydi.
Aylan'ın sahildeki fotoğraflarının basında ve sosyal medyada yer almasının hemen ardından Batı toplumunda mültecilere karşı ciddi bir yumuşama ve merhamet hissi oluştu. Pek çok yayın kuruluşu, hükümet mensubu ve politikacı toplumda beliren bu hassasiyete paralel biçimde mültecilere yönelik kötü uygulamaları kınayan açıklamalarda bulundu.
Mültecilerin geçişleri kolaylaştırıldı, engeller büyük ölçüde kaldırıldı. Çeşitli ülkeler mültecileri kabulde üzerlerine düşen payı üstlenmeye hazır olduklarını bildirdi. Avrupa toplumu ile mülteciler arasındaki dayanışma bir anda ivme kazandı, insanlar evlerini mültecilerle paylaşmak istediklerini duyurdu.
Özellikle Almanya, daha önceleri mültecilere karşı katı bir tutum içinde iken, bir anda büyük bir dönüş yaparak 800.000, hatta daha fazla mülteciye kapılarını açacağını bildirdi.
Ne var ki bu iyimser tablo fazla kalıcı olmadı. Macaristan'da sığınmacıların polisten kaçışını görüntüleyen bayan kameraman Petra Laszlo'nun küçük bir mülteci kız çocuğunu tekmelediği, 7 yaşındaki oğlu Zaid ile birlikte kaçan Mohsen isimli Suriyeli’ye ise çelme taktığı çirkin görüntüler dünya kamuoyunda şok etkisi yaptı.
Savaştan kaçan binlerce mülteci Almanya ve Kuzey Avrupa ülkelerine ulaşabilmek için Hırvatistan, Slovenya ve Macaristan üzerinden geçiş yapmaya çalışırken The Guardian'ın ifadesiyle, "Orta Avrupalı komşular çirkinleştiler".
Yine, aynı kaynakta yer alan bilgilere göre, Macaristan Hırvatistan sınırına zırhlı askeri araçlar sevk etti. Hırvatistan sınırındaki birçok geçiş noktasını kapatan Sloven polisi ise yollarına devam etmek isteyen ve içlerinde bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların bulunduğu yüzlerce Suriyeli ve Afgan mülteciyi "biber gazı" kullanarak durdurdu.[1]
Aynı şekilde, 175 kilometre uzunluğunda ve 4 metre yüksekliğindeki dikenli tellerle örülerek kapatılan Macaristan-Sırbistan sınırında mültecileri tazyikli su ve göz yaşartıcı gazlarla durdurmaya çalışan Macar asker ve polislerin sayısının mültecilerin sayısından daha fazla olduğu bildirildi.[2]
Macar Parlamentosu'nda, orduya sığınmacı krizine müdahalede bulunabilmesi için izin veren tezkerenin kabul edilmesiyle askerlerin sınırı geçmeye çalışan göçmenlere karşı plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullanmaları serbest bırakıldı.
Çoluk çocuklarıyla varil bombalarından kaçıp aç susuz, bitkin ve perişan halde, denizde boğulmamayı başararak sınırlarına ulaşmış ve ülkeyi sadece transit geçmekten başka niyeti olmayan zavallı mültecilere adeta işgal ordusu muamelesi yapan Macar Başbakan Viktor Orban ve hükümetinin insanlıkla bağdaşmayan tutumuna tepkiler yağdı.
Hırvat Başbakan Zoran Milanoviç, Macaristan'ın önlemlerini "anlaşılamaz" olarak tanımlarken, Hırvat sınırını kapatmanın "insanları öldürmek" anlamına geleceğini söyledi.[3]
Sırbistan Başbakanı Aleksandar Vuçiç, Macaristan'ı 'vahşi' ve 'Avrupalı olmayan bir şekilde' davranmakla eleştirdi ve AB'ye, duruma müdahale etme çağrısında bulundu. Romanya Başbakanı Victor Ponta ise, "Tel örgüler, köpekler, polisler, silahlar... Bunlar 1930'ların Avrupası'na benziyor. Peki bununla mülteci sorununu çözebildik mi? Hayır çözemedik" dedi.[4]
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Guterres, sığınmacılara kötü muamele göstermekle suçlanan Macaristan’a 2. Dünya Savaşı'nda Avrupa’ya sığınan 200 bin Macar'ı hatırlatarak "Suriyeli sığınmacılara, o zamanlar Avrupa’da gördüğünüz muameleyi gösterin" ifadesini kullandı.[5]
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun ise mültecilerin Avrupa ülke sınırlarında maruz kaldıkları durum hakkında, “Gördüğüm görüntüler karşısında şok oldum” dedi. Her ülkenin kendi iç sorunlarının bulunduğunu belirten Ban, “Ancak topraklarından gelip geçen mültecilere yardım etmek gerekir. Uluslararası hukuk bunu gerektirir. Uluslararası hukuktan da öte insanlık bunu gerektirir” diye konuştu.
Ancak görünen o ki "insanlığın gerektirdiği" uygulamalar, birçok AB ülkesinin öncelikleri arasında değil. AB'nin 160.000 sığınmacıyı Avrupa ülkelerine dağıtıp yerleştirme planına ilk itiraz eden ülkelerden Danimarka'nın Entegrasyon Bakanı Inger Støjberg geçtiğimiz günlerde bu planda yer almayacaklarını ve sığınmacı kabul etmeyeceklerini bildirdi.[6]
Şu an gelinen noktada, Avrupa halkının ezici çoğunluğunun mültecilere karşı şefkatli, kucaklayıcı tavrı ile bazı ülkelerin Ortaçağ'ın derebeylik zihniyetinden sıyrılamamış acımasız, bencil, insaniyetsiz iktidarları arasında ciddi bir çelişki olduğu gerçek. Avrupa halkının ilk fırsatta kendilerini gerçek anlamda temsil edecek, insan haklarına, insani değerlere duyarlı yöneticileri başa getirmesi acil bir konu.
Türkiye'nin, zor ekonomik koşullarına rağmen 2 milyondan fazla sığınmacıya ev sahipliği yaptığı düşünülürse, yarım milyar nüfuslu AB'nin en fazla birkaç milyon sığınmacıyı basit ve aklıcı bir planlamayla koca kıtada kontrollü biçimde dağıtması aslında son derece kolay.
Kaldı ki zaten tek başına Almanya 800.000 ve daha fazla mülteciyi kabul etmeye hazırken tek yapılması gereken oraya ulaşmaya çalışan bu mağdur insanlara destek olup seyahatlerini kolaylaştırmak. Bunu yapmayan yönetimler ise en azından gelip geçen mültecilere engel olmaktan, onlara maddi-manevi eziyet etmekten vazgeçmeli.
"İstihdam edilebilir" vasıflı genç nüfusun günden güne azalması tüm Avrupa'yı saran bir tehlike. Hatta istatistikler, acil göçmen takviyesi yapmadığı takdirde özellikle Almanya'nın 2060'lara kadar toplam nüfusunun ve iş gücü potansiyelinin ciddi oranda düşeceğini gösteriyor. AB ülkelerinin bu vahim gerçeği de göz önünde bulundurarak, büyük çoğunluğu vasıflı, eğitimli, üniversite mezunu, meslek ve sanat sahibi insanlar olan sığınmacıları sorun olarak değil fırsat ve güzellik olarak görmesi daha uygun olacaktır.
[1] (http://www.theguardian.com/world/2015/sep/19/refugees-croatia-hungary-borders-europe)
[2] (http://www.aljazeera.com/news/2015/09/hungary-declares-state-emergency-refugee-influx-150915081707010.html)
[3] (http://www.theguardian.com/world/2015/sep/19/refugees-croatia-hungary-borders-europe)
[4] (http://www.euractiv.com.tr/abnin-gelecegi/article/multeci-krizinde-macaristanin-politikalarina-tepki-yagdi-032089)
[5] (http://www.aljazeera.com.tr/haber/gordugunuz-muameleyi-gosterin)
[6] (http://www.thelocal.dk/20150911/denmark-we-wont-take-any-of-the-160000-refugees)
Adnan Oktar'ın Burma Times'da yayınlanan makalesi:
http://burmatimes.net/refugees-not-a-threat-but-an-important-asset-for-europe/