Balkanlar yüzyıllar boyunca Osmanlı himayesinde huzur içinde yaşadı. Özellikle Boşnaklar, İslam’ın Avrupa’daki bayraktarı idi. Bosna’da, bölge toprakları Osmanlı’ya katıldıktan sonra günümüze kadar Ezan sesi hiç susmadı.
Boşnaklar, İslam Dünyası’nın Avrupa’daki en uç noktası olarak Avrupa’ya Müslümanlığı tanıttılar. Aynı zamanda da Avrupa’dan gelebilecek tehlikelere karşı yıllarca bir set çektiler. Osmanlı ve İslam Dünyasını hem korudular, hem de Balkan halklarının Müslümanlığı sevmesinde ve benimsemesinde öncü bir rol oynadılar.
Avrupa’da 19. yüzyıl sonlarında Almanya ve İtalya askeri birliklerini kurana kadar en büyük problem “Doğu Sorunu” olarak adlandırılan Balkanlardı.
Başta Avusturya-Macaristan ve Rusya olmak üzere birçok Avrupa Devleti’nin hedefi bu bölgeyi Osmanlı’dan koparmaktı. Bu yüzden bölge gizliden gizliye Avrupa Devletlerinin güç savaşına tanıklık ediyordu.
Boşnaklar ve Balkanlarda yaşayan kardeşlerimiz için çalkantılı yılların başlangıcı ise 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’nın batısında gelişen Fransız İhtilaliydi. Fransız İhtilali Balkanlarda etkisini milliyetçilik hareketleri ve buna bağlı olan bağımsızlık talepleri ile gösterdi.
Avrupa Devletleri, Balkanlardaki etnik yapıyı ve milliyetçilik öğesini zayıf düşmüş Osmanlı karşısında çok iyi kullandılar. Bölge halklarını kışkırtarak çeşitli bahanelerle Osmanlı ile bir savaşın içine sokmayı başardılar. Osmanlı, 1. ve 2. Balkan Savaşları sonrasında yapılan Londra ve Bükreş Anlaşmaları ile Edirne dışında Balkanlardaki bütün topraklarını ne yazık ki kaybetti.
Avrupa kendi içinde sömürgecilik konusunda bir mücadeleye girişmişken Avusturya-Macaristan Bosna’yı ilhak kararı alarak 1908 yılında Bosna-Hersek’i ilhak etti. Bu ilhak süreci tarihte “1908 Bosna Buhranı” olarak geçer.
Sırbistan, Avusturya-Macaristan’ın bir sonraki hamlesinin kendi toprakları olacağını düşündüğü için bu hamleye tepki gösterdi. Sırbistan’ın en büyük müttefiki olan Rusya aynı dönemde kendi iç sorunları ile ilgilendiği için Sırbistan’a sözlü destek dışında bir destek sağlayamadı. Sırbistan da Bosna’nın ilhakına karşı kayda değer bir tepki gösteremedi, savunmada kaldı.
Rusya için en önemli unsur İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ydı. Hatta bu konuda Avusturya-Macaristan ile sözlü bir anlaşma bile yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre Rusya’nın Boğazları kullanması karşılığında, Rusya Bosna’nın ilhakına tepki göstermeyecekti. Rusya, Avusturya-Macaristan’ın Bosna’ya yaptığı hamlesine karşılık Fransa ve İngiltere’den tepki bekledi. fakat bu ülkelerden herhangi bir tepki gelmedi.
Osmanlı’nın ise Avusturya-Macaristan ile savaşacak gücü olmadığı için 2.500.000 altın karşılığı bölgeyi Avusturya-Macaristan’a bırakmak zorunda kaldı. Osmanlı 400 yıl boyunca hüküm sürdüğü topraklardan istemese de çekilmek zorunda kaldı.
20. yüzyıl başlarında ise Avrupa’da siyasi durum iyice karıştı. Almanya ve İtalya ulusal birliklerini diğer Avrupa ülkelerine nazaran geç kurmuş ve Fransa, İngiltere, Hollanda, İspanya ve Rusya gibi ülkelere nazaran sömürgeleştirme yarışında çok geride kalmışlardı. Sömürge mücadelesinde bu iki ülkenin silahlı mücadele yolunu seçmesiyle de Avrupa için korkunç bir savaş yaşanması kaçınılmaz oldu.
Avrupa’da yaşanan Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ve daha önce yaşanan Balkan Savaşlarında en büyük kayıpları Balkan halkları verdi.
Avrupa’nın sözde bağımsızlık vaatleri ile Osmanlı’ya karşı ayaklanan Balkan halkları İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu sefer Komünist Yugoslavya’nın hâkimiyeti altına girdiler ve yıllarca asimilasyona uğradılar.
20. yüzyıl başlarında Balkanlarda yaşanan güç savaşları ile günümüzde yaşananlar arasında pek bir fark yok. Güçler, unsurlar, sebepler aynı. Ezilen ve kaybeden ise yine masum halk.
20. yüzyıl başlarında Avusturya-Macaristan Bosna’yı istiyor ve bu yönde faaliyet gösteriyordu. Günümüzde ise Avrupa Birliği bütün Balkanları istiyor. Özellikle Balkanlardaki genç nüfus, yaşlı Avrupa için cazip.
Balkan halkları yıllarca baskıcı komünist Yugoslavya yönetimi altında asimilasyona uğratılmaya çalışıldılar. Özlerini, benliklerini ve varlıklarını kaybetmemek için büyük mücadeleler verdiler. Şimdi ise kendi kültürlerini kaybetmemek için Avrupa Birliği ile mücadele etmek durumundalar.
Batılı ülkeler her ne kadar bu bölgedeki ülkelere önemli finansal destekler sağlasa da oluşturmaya çalıştığı “Kosovalı, Boşnak, Arnavut, Makedon, Sırp yok Avrupalı var” stratejisi ile bölge gençliğini yozlaştırarak etkisi altına almaya çalışmaktadır. Ve bu durum bölgede etkili de olmaktadır.
Bosna’daki milli kütüphane yangınına karşı duyarsız kalan genç nüfus buna en önemli örnek. Oysa yanan kütüphanedeki arşivleri korumak için 1991-1995 sürecinde savaşta yüzlerce Boşnak şehit olmuştu.
Batılıların bu gizli asimilasyon stratejisine karşı ise yalnız Bosna’da değil tüm Balkanlarda acilen milli ve manevi değerleri ön plana çıkaran çalışmalar yapılması gerekiyor. Bu, zorlu bir çalışma. Bunun için halkların birleşerek hareket etmeleri lazım.
Batılı güçler bu toplumları 20. yüzyıl başlarında çeşitli entrikalarla nasıl Osmanlı’dan kopardılarsa şimdi de aynı şekilde geçmiş ile bağlarından koparabilirler.
Boşnak kardeşlerimiz bu gizli asimilasyon ve dejenerasyon tehlikesine karşı birlik halinde hareket etmeliler. Ülkelerinde barışı ve dirliği sağlarken de İslam Birliği içinde yer alacak Balkan Birliği oluşumu için çaba göstermeleri gerekiyor.
Balkanlar Osmanlı güvencesiyle yüzyıllarca yaşadığı huzur ortamını özlüyor. Balkanlarda bu huzur ortamı inşaAllah İslam Birliği’nin kurulmasıyla yeniden tesis edilecek.
Adnan Oktar'ın MBC Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.mbctimes.com/english/the-eastern-question-still-persists-in-europe