Odanızda sakin oturuyorsunuz. Etrafınızda hiç ses yok. Çevrenizde hiçbir hareketin olmadığını düşünüyorsunuz. Oysa etrafınızdaki herşey, sizi çevreleyen hava bile hiç durmadan hareket ediyor. Nasıl mı?
Siz odanızda oturduğunuz koltukta, sakince elinizdeki dergiyi okurken sizi sarıp kuşatmış olan moleküllerin en küçük parçası olan elektronlar saniyede 1000 km gibi muazzam bir hızda sürekli olarak dönmeye devam ediyorlar. Bunun dışında sizi çevreleyen, hatta sizi oluşturan moleküllerin kendileri de hiç durmadan hareket ediyorlar. Boşlukta dolaşan moleküllerin hızları da neredeyse bir tabancadan atılan merminin hızına eşit: Saniyede 1000 metreyi aşıyor.
Havada bulunan milyarlarca molekül, her saniye milyarlarca kere birbirlerine çarpar ve birbirleriyle tekrar çarpışıncaya kadar dönmeye devam ederler. Dolayısıyla siz, sakin ve tek başınıza bir odada oturduğunuzu zannederken aslında bir molekül bombardımanının tam ortasında bulunursunuz. Bazen şiddetli bir rüzgar haline gelen bu molekül bombardımanı, ağaçları düşürecek ve binaları yıkacak kadar güçlü olabilmektedir.
Hareket edenler yalnızca havadaki moleküller değildir. Derinizdeki, masanızdaki, elinizde tuttuğunuz dergideki moleküller de sürekli olarak hareket halindedir. En güçlü vinçlerin bile zorlukla yıktıkları taştan bir duvarın nasıl olup da sürekli olarak hareket halinde olduğunu merak edebilirsiniz. Bir duvar gerçekten de hareket halindedir, ancak duvarı oluşturan moleküller birbirlerine çok daha yakın dizilmiş oldukları için sadece titreşirler. Sürekli titreşim halindeki parçacıklardan oluşmuş olmalarına rağmen, bizler etrafımızda hep katı ve sağlam cisimler görürüz. Hareket halinde olmalarına rağmen hiçbir şey aniden kopup parçalanmaz.
www.molekulmucizesi.imanisiteler.com
Yukarıda bahsedilen “titreme”, katı cisimlerde dengeyi sağlayan bir hareket biçimidir. Ayrıca, moleküllerin kararlı bir şekilde tek bir yöne doğru hareketleri de söz konusu değildir. Eğer böyle bir ihtimal gerçekleşseydi, ortaya çıkacak olan sonuç oldukça şaşırtıcı olacaktı. Moleküllerin tek bir yöne doğru topluca hareket etmeleri sonucunda bizler üzerinde yemek yediğimiz masanın kendi kendine yana doğru belirli bir mesafe yol aldığına şahit olurduk. Katı bir cismin bu beklenmedik hareketi elbette şaşkınlık ve aynı zamanda da kullanışsızlık meydana getirirdi. Ama biz hiçbir zaman böyle bir durumla karşılaşmayız. Çünkü katı cismi oluşturan moleküller de Allah’tan bir nimet olarak dengeli bir titreşme hareketine sahiptirler. Bu nedenle hiçbir zaman tek yöne doğru sabit hareketleri söz konusu değildir ve bir düzensizlik meydana getirmezler.
Kendi bedenimiz ve tüm kainat moleküllerden oluşmuştur. Bu moleküller pek de küçük sayılamayacak değerlere sahip bir hızla hareket ederler. Örneğin şu anda bulunduğunuz odadaki moleküllerin hızları saniyede 500 metre civarındadır. Şu halde yüzümüze, gözlerimize kısacası tüm bedenimize son derece hızlı bir biçimde aralıksız olarak çarpan yoğun bir molekül bombardımanı ile karşı karşıyayız. Normal koşullarda bu yoğun bombardımanın bize büyük bir acı vermesi gerekir. Çünkü yapılan hesaplar moleküllerin örneğin sadece gözümüze çarpması ile 1 kg’lık kütlenin ağırlığına eşdeğer bir kuvvet uygulandığını göstermektedir. Oysa ki biz hiçbir şey hissetmeden günlük hayatımıza büyük bir rahatlıkla devam ederiz. Hatta çevremizde oluşan moleküllerin bu hızlı hareketlerinden haberimiz bile olmaz. Çünkü Yüce Allah bizi bu koşullara uygun mükemmel özelliklerle yaratmıştır.
Bir maddeyi oluşturan moleküller hiçbir zaman sebepsiz yere birbirlerinden ayrılmazlar. Molekülleri birbirinden ayırmak için belli bir sıcaklık gerekmektedir. Suyun buharlaşması için belirlenmiş olan sıcaklık dünyada var olan su miktarının daima sabit kalmasını sağlayan su döngüsünün başlıca sebebidir. Suyun bu özelliği dünyada yaşamın var olması için Allah’ın yarattığı benzersiz yaratılış örneklerinden biridir.
www.maddedekimuhtesemilim.imanisiteler.com
Su, molekülleri birbirine en yakın olduğu zaman katı halini almaktadır. Isınıp sıvı hale geçtiğinde moleküller, sürekli hareket halinde olmalarının bir sonucu olarak, birbirlerinin üzerinden kayarlar. Sıvının akışkan bir halde olmasının, yani bizim sıvıyı “karıştırabilmemizin” nedeni budur. Suyun, daha da ısınıp moleküllerinin iyice birbirlerinden ayrılmasını sağlayan aşaması ise gaz halidir. Buhara dönüşen su, birbirinden gitgide uzaklaşan moleküllerden oluşmaktadır. Birbirinden uzaklaşan bu moleküller, sürekli hareket halinde olduklarından etrafa kolaylıkla yayılabilirler. Mutfakta pişen bir yemeğin kokusunu işte bu nedenle arka odadan duyabilirsiniz.
Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde ellerinizin aşırı ısınmasının, bir tahta parçası üzerinde döndürdüğünüz tahta çubuğun ateş almasının nedeni de moleküllerin hareketidir. Ellerinizi birbirine sürttüğünüzde sürtünmeden etkilenen moleküller daha hızlı hareket etmeye başlarlar. Ellerinizdeki sıcaklık hissi bu hareketten doğan enerjinin bir sonucudur.
Masa örtünüzdeki milimetrik desenlerde bulunan moleküller de hareket halindedir, ama söz konusu desenlerin bozulduğuna veya birbirine karıştığına hiç şahit olmazsınız. Yüzünüzü de moleküller oluşturur ve bu moleküller de hareket halindedirler. Ama yüzünüzde asla bu sebepten kaynaklanan bir şekil bozukluğu meydana gelmez. Yeryüzündeki herşey, en ince milimetrik oranlara sahip olanlar bile böyle bir hareketliliğe sahiptir. Fakat çevrenizde buna dair en ufak bir delil yoktur.
Sıvılarda birbirlerinin üzerinden kayan, gazlarda birbirlerinden uzaklaşan, katılarda ise birbirlerine sıkıca yaklaşan moleküller bu düzeni asla bozmazlar. Bir bardağı oluşturan moleküller hiçbir zaman sebepsiz yere dağılıp birbirlerinden ayrılmazlar. Bardağı moleküllerinden ayırmak için belirli bir ısı gerekmektedir. Bu oran da yeryüzünde mükemmel bir ölçü ile belirlenmiştir. Örneğin suyun, moleküllerine ayrışmasını sağlayan ısı oranı bellidir. Ama aynı ısı, suyun içinde bulunduğu tencereyi moleküllerine ayrıştırmaz. İşte bu nedenle tencere içinde rahatlıkla su kaynatabiliriz. Tencere moleküllerinin birbirlerinden uzaklaşabilmeleri için daha yüksek bir ısı gerekmektedir.
Moleküllerin hareketi bazen bizim hissedebileceğimiz boyutlara ulaşabilir. Bu bazen bizi üşütecek kadar hafif, bazen de ağaçları devirecek, binaları yıkacak kadar güçlü ve şiddetli bir rüzgar olabilir. Peki rüzgarı nasıl hissederiz? Rüzgarı iki sebepten dolayı hissederiz.
Vücudumuzun bir tarafına çarpan hava molekülleri, diğer tarafına çarpanlara oranla daha fazla itme uygular. Böylece rüzgarın aktığı yöne doğru itiliriz. Buna karşın, eğer havada rüzgar yoksa, her tarafımıza aynı miktarda itme uygulandığından, toplam itme sıfırdır. Bu durumda moleküllerin tenimize çarpmasının tek etkisi üzerimize uyguladığı basınçtır ki bu, vücudumuzdaki özel yapı sayesinde kolay hissedilecek bir durum değildir.
Tenimiz küçük sıcaklık değişimlerini kolay algıladığından üfürük gibi hafif hava akımlarını bile algılayabiliriz. Açıkta kalan tenimizin (elimiz, yüzümüz gibi) bir bölgesi diğerlerinden daha fazla üşüdüğü için, hava akımının nereden geldiğini de anlayabiliriz. Peki hava akımları bizi neden üşütüyor? Eğer hava akımı yoksa, tenimizi çevreleyen hava tabakasındaki moleküller çok az yer değiştirir biz de bu akımı hissetmeyiz. Çünkü bir saniye içinde milyarlarca çarpışma olduğu halde moleküller ancak bir santimetre kadar yer değiştirebilirler. Fakat rüzgarda vücudumuzun çevresindeki hava tabakasını oluşturan moleküllerin hepsi itme kuvveti ile aynı yöne doğru hareket ederek yerlerini daha soğuk havanın almasına neden olurlar. Tenle temas eden yeni tabaka hızla ısınacağından, bu durum ısı kaybımızı artırır.
Diğer neden rüzgarın tenimizi çevreleyen su buharını uzaklaştırmasıdır. Buharlaşma çevreden ısı emdiği için bir üşümeye neden olur. Islak veya terli tenimizde hava akımlarını daha çok hissetmemiz, vücudumuzun kendini soğutmak için terlemesi ve sıcak çorbaları üfleyerek soğutabilmemizin nedeni budur.
Çevrenizdeki yüksek binalar, eviniz, bahçenizdeki masa, yediğiniz meyve, içtiğiniz su... Bunların her biri farklı özelliklere sahip farklı maddelerdir. Doğada var olan yaklaşık 109 atomun çeşitli miktarlarda ve çeşitli şekillerde biraraya gelmesi, yeryüzündeki bu müthiş çeşitliliği meydana getirmiştir. Bu 109 atom, birbirinden farklı maddeler meydana getirebildikleri gibi, koku, tat, renk, sertlik, yumuşaklık, akışkanlık, uçuculuk gibi hayati detaylar da meydana getirebilirler. Şimdi bir düşünün: Siz 109 ayrı parçanın kombinasyonu ile farklı özelliklere sahip kaç farklı madde oluşturabiliriniz? Elbette verebileceğiniz sayı sınırlıdır. Bu kadar sınırlı ham madde ile böylesine muazzam bir çeşitlilik, kuşkusuz Allah’ın yüce sanatıdır.
Bunun cevabı bedenimizin yaratılış mucizesinde saklıdır. Çünkü beynimize ağrı sinyallerini gönderen sinirlerimiz, atmosfer basıncının vücudumuzda meydana getirdiği değişimi başka bir deyişle moleküllerin vücudumuza çarpması ile oluşan basıncı bir sinyale dönüştürmezler. Sinir hücreleri sadece, basıncın büyük değişim gösterdiği durumlarda sinyal üretirler.
Bunun yanı sıra, Yüce Allah sinir hücrelerini dış etkilere karşı büyük bir uyum içinde yaratmıştır. Örneğin, kolumuza parmağımızla sürekli bir biçimde bastırırsak, oluşan ağrı hissinin giderek azaldığını ve bir süre sonra da tamamen kaybolduğunu hissederiz. Kuşkusuz bu çok büyük bir nimettir. Aksi durumda elbiselerimizin meydana getireceği dokunma hissi, beynimize baş edemeyeceği kadar çok ve gereksiz sinyal gönderir ve biz de giysilerimizden sürekli rahatsız olurduk.
Bilim adamlarının “doğa kanunu” adını verdikleri bu hassas denge olmasaydı yeryüzündeki hiçbir şey hatta, kendi vücudumuzdaki proteinleri ve hücreleri oluşturan moleküller de dahil olmak üzere evrende hiçbir şey sabit kalmazdı. Ayrıca bu moleküllerin sahip olduğu hareket hızlarını ve bize büyük bir süratle çarptıklarını hissetseydik yaşam bizim için dayanılmayacak derecede zorlaşırdı. Çünkü hem çevremizi ve bedenimizi oluşturan moleküllerin dağılıp ayrılmalarına engel olmaya, hem de çarparak bize zarar vermelerini önlemeye çalışacak ve başka hiçbir iş yapamaz hale gelecektik. Ancak Yüce Allah her şeyi bir düzen ve birbiri ile kusursuz bir uyum içinde yaratmıştır. Yüce Allah’ın kudretinin göstergesi bir ayette şöyle bildirilir:
“… Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır.” (Nisa Suresi, 86)