Unesco’nun[1] pek çok tartışmaya neden olan 16 Ekim 2016 tarihli Kudüs önergesi, kurumun kültür alanındaki amacıyla hiç de bağdaşmayan bir siyasi kararla neticelendi. Söz konusu önergeye göre Kudüs ve Kudüs’deki kutsal mekanlar bundan böyle sadece İslami isimleriyle tanınacak. Diğer bir değişle bu karar Kudüs’deki 3000 yıllık Musevi varlığı ile 2000 yıllık Hristiyan izlerinin göz ardı edilmesi anlamına geliyor.[2] Bu bağlamda milletler arasındaki çatışmayı körükleyen siyasi karar, Unesco’nun “ zihinlerde barışı kurmak”[3] sloganı ile özetlenen amacını çürütür nitelikte. Bu tarihi hatayı engellemek için yapılan tüm çalışmalara[4] rağmen, kutsal beldeler bir propaganda savaşına alet olmayı sürdürüyor.
Yanlı olduğu her açıdan belli olan bu siyasi kararın, BM ve organlarına olan güvensizliği daha ileri boyutlara taşıyacağına şüphe yok. Ne var ki asıl endişelenilmesi gereken nokta bu tür hassas bir mekanla ilgili alınan kararın uyandıracağı yankılar olacaktır. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz yıl İsrail, Tapınak Tepesindeki mevcut durumu ihlal etmekle suçlanmış, ardından bazı Filistinlilerin şiddet eylemlerine girişmesiyle bir çok masum insan hayatını kaybetmişti.
Kudüs’ün üç semavi din açısından taşıdığı önem tartışma konusu olamayacak kadar açıktır. Haram el Şerif, yani Tapınak Tepesi yine üç semavi dinin kutsal mekanıdır. Buradaki ortak miras üç dinin de mirasıdır. Peygamberler binlerce yıl burada dinlerini tebliğ etmiş, Museviler bu topraklarda dualarını etmiş, Hz. İsa insanlığı ihya edecek dinini bu topraklarda yaymış, daha sonra İslam yine burada kök salmıştır. Kudüs ve buradaki kutsal mekanlar bu üç dinin ortak mirasıdır ve hiç bir siyasi irade bu gerçeği değiştiremez.
Ne var ki son dönemlerde Kudüs’deki kutsal mekanlar siyasi çatışmaların merkezi haline getirildi. Bir kısım çevreler Musevilerin 1917 Balfur Deklarasyonuna kadar Tapınak Tepesini hiç kullanmadıkları gibi gerçeklerden son derece uzak bir iddia ileri sürdüler.[5] Halbuki tarihin her döneminde İslam alimleri Tapınak Tepesinin Museviler için kutsal bir mekan olduğu gerçeği üzerinde durmuş, hatta bu kutsal beldenin aynı zamanda Hazreti Süleyman’ın Tapınağı olduğunu belirtmişlerdir. Kudüs ve Tapınak Tepesi’nin Arapçadaki diğer isimleri olan El-Kud veya Beyt ül-Makdis doğrudan Tevrat’taki İbranice Kutsal Ev anlamına gelen Beyt HaMikdaş’dan gelmektedir. Ne var ki İsrail Devletinin kurulmasıyla birlikte bu durum tartışmalı hale getirilmiş, hatta İsrail’i tanımayan kesimlerce aleyhte kullanılmıştır.[6] Söz konusu retorik zaman içerisinde tarihin yeniden yazılması noktasına kadar varmış, daha önce Kudüs yada Museviler’in hiç duymadığı bir söyleme dönüştürülmüştür.
*****
Aslında İslam tarihi bizlere Kudüs’ün hem Museviler hem de Müslümanlar için ortaya koyduğu ortak mirası çok net bir biçimde göstermektedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) “en uzak” anlamına gelen Mescid-i Aksa’ya, oradan da semaya yükselmiştir. Peygamberimizin hayatta olduğu dönemde bu kutsal mekanda sadece Süleyman Tapınağının kalıntıları ile yine bir Roma tapınağı ile kiliseye ait kalıntılar bulunuyordu.
Musevilerin Kudüs’de yaşamalarına izin verilmiyordu. Romalılar bir Musevi ayaklanmasını bastırıp İsrailoğulları için en kutsal yer olan Musevi Tapınağını MS 70’de yıktıktan sonra, Musevileri eski başkentlerine tekrar kabul eden İslam Halifesi Hz. Ömer oldu. Yine Hz. Ömer Tapınak Tepesini içinde bulunduğu mezbelelikten temizletmiş, peygamberler diyarı olan bu kutsal mekana ibadet yerleri yaptırtmıştır. Abbasiler döneminde Haçlıların şehri ele geçirene kadar Musevi varlığı Kudüs’de devam etti. Haçlılar şehre girdiğinde buradaki Musevi ve Müslüman nüfusu katlettiler. Müslüman lider Selahattin Eyyubi Kudüs’ü aldığında Musevileri tekrar Kudüs’e çağırdı. Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu boyunca da Museviler her zaman Kudüs’de yaşadılar. Musevilerin Ağlama Duvarı olarak bilinen Batı Duvarında ibadetlerini yerine getirmelerine izin veren yasalar 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından düzenlendi. 400 yıllık Osmanlı hakimiyeti boyunca Museviler duvar önünde ibadetlerini rahatça yerine getirdiler.[7]
20.yüzyıla gelindiğinde Kudüs’ün Yüksek İslam Konseyi, Tapınak Tepesinin tarihini anlatırken buranın kimliğinin tartışmasız olarak Süleyman Mabedi ile anlam bulduğunu yazmış ve buradan Hazreti Davud’un kurban kestiği mekan olarak bahsetmiştir.[8] Musevilerin Kutsal Mabedinin Kudüs’te bulunduğu gerçeği ayrıca İncil ve Tevrat’da da pek çok yerde belirtilir. Bu kutsal kitaplarda söz konusu mekan Hz. Davud, Hz. Süleyman ve Hz. İsa’nın yollarında yürüdüğü, dinlerini tebliğ ettiği ve ibadet ettikleri yer olarak anlatılmaktadır.
El-Kuds/ Beytül Makdis olan şehrin Arapça isimlerinden de anlaşılacağı gibi Museviler’in Kudüs ve Tapınak Tepesi ile olan ilişkisine dair daha fazla tarihi yada arkeolojik ispata gerek yok. Müslümanlar olarak bu kutsal mekanların sadece yapısını değil tarihini ve şehir halkı için ifade ettiği manevi anlamı da korumakla yükümlüyüz. Bu nedenle UNESCO kararında olduğu gibi siyasi polemiklerin aynı Allah’a ibadet eden Kudüs halkının arasına girmesine izin vermemeliyiz. Unutmamalıyız ki Musevi tarihine yapılan saldırılar her zaman önce atalarının topraklarında yaşama haklarına ardından da toptan yaşam haklarına yapılan saldırının öncüsü olmuştur. Bu nedenle genç neslin yanlış bilgilerle yönlendirilmesi İsrailli kadın ve çocuklara karşı yapılan saldırılarda kışkırtıcı bir unsur olmaktadır.
*****
İsrail’de halen İsrail yasalarıyla koruma altına alınmış 400 cami mevcut. Ayrıca İsrail yönetimi hiç bir Müslümanın dininden dolayı adaletsiz muamele görmesine izin vermemektedir. İsrail Mescidi Aksa, Kubbetüs Sahra ve çevresini Müslümanlara tahsis etmiş, yine söz konusu alanın yönetimini onlara bırakmıştır.[9] Şimdi ise gayri Müslimlerin bu kutsal mekanlara girişi ve ibadetleri kısıtlanmaktadır; belli günlerde sadece üç saatlik ziyaret dilimlerine izin verilirken zaman zaman Yahudi ve Hristiyan ziyaretçiler taciz edilip saldırıya uğramaktadırlar. Müslüman olmayanların ellerinde herhangi bir dini obje yada kitap taşımalarına bile izin verilmeyen bu kısıtlama dahilinde sadece dua okurken dudaklarını oynattıkları için göz altına alınabiliyorlar.
Bilindiği gibi bir kaç istisna dışında dünyanın her yerinde her dinden insanın camileri ve Müslümanların kutsal mekanlarını ziyaret etmesine izin verilmektedir. Kudüs’deki Harem-i Şerif’e girmemeleri için hiç bir neden yoktur. Bu kutsal mekanda dua etmek isteyen bir Musevi bir Müslüman için hiç bir şekilde bir provokasyon unsuru değil, tam tersine bir sevinç vesilesidir. İstanbul’da Sultan Ahmet Caminde nasıl ki Hristiyan ve Museviler Müslümanlarla birlikte dua edip namaz kılabiliyorlarsa, Tapınak Tepesi için de aynı şey geçerlidir. İslam mabetlerinde Müslüman olmayanların ibadetini engelleyen herhangi bir dini engel bulunmamaktadır. Unutulmamalıdır ki camiler siyasi gerilim yada tartışma merkezleri değil, herkesin Allah katında eşit olduğu yerlerdir.
*****
Söylentilerin yol açtığı isyanlar nedeniyle Tapınak Tepesinde kan dökülmesi, özellikle de Batı Duvarında dua eden Yahudilerin taşlanması sonucunda sıkı güvenlik tedbirlerinin alınması gerekti. Bunun yanı sıra Musevilerin dini bayramları sırasında provokasyon yapılıp şiddet olaylarının tırmanması alışılmış bir durum haline geldi. Şüphesiz dini bayramların ve mekanların şiddet olaylarını kışkırtıcı unsurlar haline getirilmesi kabul edilemez. Hiç bir makul insan ibadet yerlerini taşlarla, patlayıcılarla doldurup bu kutsal mekanları şiddet olaylarının meydana geldiği yerler haline getirmeyi kabul edemez. İslam ahlakına göre Allah’a dua eden bir insana taş atmak hiç bir şartta kabul edilemez. Sonuç itibarıyla İsrail güvenlik kuvvetlerinin tüm bu eylemlere karşılık vermek durumunda kalması çatışmalara neden olmaktadır. [10]
Gösterilerde yer alan kişiler arasında provokatörler olduğu gibi şüphesiz yanlış yönlendirilmiş, dini duyguları suiistimal edilmiş kişiler de yer alıyor. Ne var ki bazı medya organları çatışma görüntülerini Musevilere karşı nefreti körükleyecek, Müslümanların da hassasiyetlerini istismar edecek şekilde kullanmakta ve adeta şiddeti meşrulaştırmaya çalışmaktalar. Buradaki bir diğer hedef dini hassasiyetler aracılığıyla siyasi amaçlara ulaşmak. Bu nedenle Müslüman kardeşlerimizin buradaki oyun ve provokasyonu fark ederek insanları anlaşmazlıkları aklı selimle çözmeye teşvik etmelidirler.
Mescid-i Aksa ve çevresi İslam’ın getirdiği nimetleri siyasi gündemlerden arınmış olarak tüm dinden insanların paylaştığı bir yer haline getirilmelidir.
İnsanlar şiddete ve nefrete değil Allah’ı sevmeye, O’na inanmaya çağırılmalıdır. El-Aksa isminin şiddet ve çatışmayla anılmasını Müslümanlar engelleyebilir. Filistinli kardeşlerimiz bu kışkırtmalara kulak tıkayıp siyasi intikamcılık için dinimizin sömürülmesine izin vermediklerinde günlük hayatlarını kısıtlayan güvenlik önlemlerinin hafifletildiğini göreceklerdir. İsrail ile Filistin arasındaki sınır, kafe ve evlerle dolu Hollanda’daki Baarle ile Nassau kasabaları ile Belçika’daki Baarle-Hertog arasındaki sınır gibi adeta hissedilmeyebilir. Buna engel olan başlıca şey kışkırtıcı siyasi söylemlerce beslenen nefret söylemi, yanlış eğitim sistemi ve yanlış yönlendirici basın. Çit ve dikenli teller şiddetin nedeni değil sonucudur.
Kudüs’ün hikayesi peygamberlerin ve vahyin tarihidir. Kutsal mekanların geçmişini silmeye çalışmak akla ve şuura tamamen aykırıdır. Siyasi oyunlarla Hazreti Davud’un Musevilerle Kudüs arasında kurduğu 3000 yıllık sıcak bağı inkar etmeye çalışmak, Kuran ahlakını yaşayan Müslümanların yapabileceği bir şey değildir.
[1] http://unesdoc.unesco.org/images/0024/002462/246215e.pdf
[2] http://unesdoc.unesco.org/images/0024/002462/246215e.pdf
[3] http://mfa.gov.il/MFA/ForeignPolicy/Issues/Documents/Jewish_Historical_Connection_to_Jerusalem.pdf
[4] http://www.al-monitor.com/pulse/fr/contents/articles/originals/2015/09/israel-temple-mount-jewish-far-right-extremism-provocation.html
[5] http://archive.adl.org/anti_semitism/arab/temple_denial.htm
[6] http://jcpa.org/al-aksa-is-in-danger-libel/
[7] http://en.jerusaleminstitute.org.il/.upload/the%20temple%20mount%20and%20the%20western%20wall%20in%20israeli%20law.pdf
[8] A Brief Guide to Al-Haram Al-Sharif, Published by Supreme Muslem Council, 1925, Jerusalem, p. 4
[9] http://www.jiis.org/.upload/the%20temple%20mount%20and%20the%20western%20wall%20in%20israeli%20law.pdf
[10] http://mfa.gov.il/MFA/ForeignPolicy/Issues/Pages/Palestinian-incitement-and-terrorism-Oct-2015.aspx
Adnan Oktar'ın The Jerusalem Post & News Rescue'da yayınlanan makalesi:
http://www.jpost.com/Opinion/Holy-sites-should-be-centers-for-reconciliation-not-conflict-477189
http://newsrescue.com/holy-sites-centers-reconciliation-not-conflict/