Çeşitli Bizans oyunları oynamakta usta olan Tapınakçılar, diğer tarikatlarla rekabette de bu yönteme sıkça başvurdular. Bilindiği gibi, Tapınakçıların en önemli kozu Kilise'den aldıkları destekti; ancak bu desteğin devam edebilmesi için Kilise'nin çıkarlarına uygun hareket etmeleri gerekiyordu. Yani, hem Papa'ya bağlı, hem de savaşçı bir kimlik sergilemek zorundaydılar. Bu kimliğin en önemli getirisi, yaptıkları sözde savunma adına tarikatın kasasına yoğun şekilde gelen bağış ve sadakalardı.
Kutsal Topraklara yerleşen Tapınakçılar zaman içinde, tarikatın görünürdeki kuruluş amacından çok farklı bir yol izlemeye başladılar. Hacıları korumak ve kutsal yerleri müdafaa etmekle sorumlu olan, fakirlik yemini etmiş şövalyeler, bu görevlerini bir tarafa bırakarak gerçek amaçlarına yönelik bir yaşam sürdürmeye başladılar.
Bu dönem boyunca, çeşitli bölgelerdeki 53 adet Tapınakçı merkezin yanı sıra, büyük bir gemi filosu da inşa eden şövalyeler, yerel halkla özel ilişkiler kurmuş, ticaret yapmış ve bilgi alışverişinde bulunmuşlardı.18 Ancak bunları öne sürdükleri gibi, Hıristiyanlığa hizmet etmek için değil, kendi dünyevi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardı. Bölgeyi kendilerine mahsus, ayrıcalıklı bir ticaret merkezine dönüştürerek, Avrupa'yla yaptıkları ticaret ve bölgeden topladıkları haraçlar sayesinde büyük bir gelir kaynağı edinmişlerdi. Sadece Akka Kalesi'nin yıllık getirisi 50 bin gümüş pound olarak tahmin edilmektedir ki, bu para dönemin İngiltere Kralı'nın yıllık gelirinden fazladır.
Böyle rahat ve karlı bir düzenin bozulmasını istemeyen Tapınakçılar iki şeyden özellikle kaçındılar. Bunlardan en önemlisi, kurulu düzenlerine zarar verecek, gelir kapılarını kapayabilecek, edindikleri mal ve parayı kaybetmelerine yol açacak ve kendi hayatlarını tehlikeye sokacak bir savaşın başlamasıydı. Bu yüzden Tapınakçılar, zalim ve saldırgan kişiliklerine rağmen, yalnızca menfaatleriyle çatışması nedeniyle savaş girişimlerini engellemek için ellerinden geleni yaptılar. İkinci tehlike ise, sahip oldukları bölgelerin ve ticari imkanların farklı krallıklar veya başta Hospitaller olmak üzere rakip tarikatların eline geçmesiydi.
Çeşitli Bizans oyunları oynamakta usta olan Tapınakçılar, diğer tarikatlarla rekabette de bu yönteme sıkça başvurdular. Bilindiği gibi, Tapınakçıların en önemli kozu Kilise'den aldıkları destekti; ancak bu desteğin devam edebilmesi için Kilise'nin çıkarlarına uygun hareket etmeleri gerekiyordu. Yani, hem Papa'ya bağlı, hem de savaşçı bir kimlik sergilemek zorundaydılar. Bu kimliğin en önemli getirisi, yaptıkları sözde savunma adına tarikatın kasasına yoğun şekilde gelen bağış ve sadakalardı. Ayrıca, "Bizim işimiz Kutsal Toprakları korumaktır" diyerek, kendilerini başka sorumluluklardan muaf tutmayı da başarmışlardı. Böylece bütün vakitlerini kendi planlarını uygulamaya ayırıyorlardı.
MÜSLÜMANLARA KARŞI TOPYEKÜN SAVAŞ
Fakat bu durum bazılarının dikkatinden kaçmamış, şikayetler karşısında Papa IX. Gregory, Büyük Üstad'ı uyarmıştı:
"Birçok insan, sizin asıl amacınızın, İsa'nın kanıyla kutsanmış yerleri geri almak değil, inananların topraklarındaki mallarınızı artırmak olduğu sonucuna ulaşmıştır."
Zaman zaman papalardan gelen bu tür uyarılara rağmen, Aziz Bernard'la başlayan ve bazı üst düzey Kilise yetkilileri, kardinaller ve din adamları ile devam eden birtakım güçlü çıkar ilişkileri nedeniyle Tapınakçılar ayrıcalıklarını ve güçlerini artırmaya devam ettiler.
Bu esnada Kilise içindeki bazı çevrelerle Tapınakçılar arasındaki gizli iş birliği de sürmekteydi. Sözgelimi, Fransa Kralı IX. Louis'nin Haçlı Seferi'ne çıkması Tapınakçıların hiç hoşuna gitmemişti; hem kurdukları ticari ilişkilerin bozulmasından, hem Kralın bölgede etkinlik kazanmasından, hem de gizlice sürdürdükleri faaliyetlerin ortaya çıkmasından çekiniyorlardı. Tapınakçıların bu korkusu boşuna değildi.
Nitekim, 1248'de, savaşmak yerine anlaşma yolunu teklif eden, kendi politikalarını dayatan Tapınakçı Büyük Üstad, çok sert bir şekilde uyarılmış ve Krallığın izni olmadan hiçbir girişimde bulunmaması kendisine söylenmişti.
Elbette ki Tapınakçılar, Müslümanlara olan sevgi ya da bağlılıklarından değil, yalnızca kendi çıkarlarını, mevki ve servetlerini korumak için böyle bir girişimde bulunuyorlardı. Çıkarlarına öyle uygun gelse bir anda Müslümanların aleyhine dönüp onlara karşı savaşa girmeleri işten bile değildi. Neticede Tapınakçılar, hiç istemedikleri halde mevkilerini muhafaza etmek adına, büyük bir hezimete uğrayacakları savaşa girmek zorunda kaldılar. Tapınakçıların savaşı engelleme girişimleri, Kralın kardeşi olan ordu komutanı Robert'in öfkesine de sebep olmuştu.
Robert, tarikatı suçlayarak, Haçlı Seferleri'ni kendi çıkarları için kullanan tarikatların engellemesi olmasa savaştan zaferle çıkacağını, ancak Mısır'ı alsa bile, tarikatın büyük gelir sağladığı bu topraklarda hükümran olmanın başlı başına bir sorun teşkil edeceğini, dile getirmişti. Robert'in Tapınakçılar hakkında yargısı kesindi: "Onların sahtekarlığı konusunda tecrübeli olan Frederick'in şahitliğinden daha güvenilir ne olabilir!"
Tarikat, çıkarlarını korumak uğruna politik oyunlara girmekle yetinmediği gibi, din birliği içinde olduğu kişilere zarar vermek kesin bir yasak olmasına rağmen, gerektiğinde Hıristiyanlarla kanlı savaşlara girmekten de kaçınmamıştır. Sicilya'da II. Frederick'le savaşan tarikat, Kutsal Topraklarda da Trablus Kralı Bohemond'la savaşmıştır.
Tapınakçıların gerçek yüzü Fransa'da başlayan mahkemeden çok daha önce ortaya çıkmıştı. Kutsal Toprakların korunması gibi sözde ulvi amaçlara büyük servetler feda eden Avrupa soyluları, bütün bu çabaların Tapınakçılar tarafından boşa çıkarıldığını ve kendi amaçları için kullanıldığını çok erken dönemlerde fark etmişlerdi. Ancak çıkar ilişkileri, II. Frederick'in başına gelenler, Kilise'nin etkisi, halkın tarikata verdiği destek gibi sebepler kesin bir önlem almayı engellemiş olmalıdır.
KUTSAL TOPRAKLAR NASIL KAYBEDİLDİ?
Bütün bu siyasi oyunlar devam ederken, Haçlılar Kutsal Topraklardaki varlıklarını teker teker kaybetmeye başladılar. Önce Kudüs, yeniden Müslümanların eline geçti. Akka, bu kayıpların son halkasıydı. Büyük yenilgiler ve Kutsal Toprakların kaybedilmesi, tarihinin dönüm noktası olarak Avrupa'da derin bir şok etkisi meydana getirdi; bütün siyasi dengeler altüst oldu. Bu dönemde, gerçeğin yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmasıyla, Tapınakçılara duyulan güven yerini derin bir öfkeye bıraktı. Şövalye tarikatının kapalı kapılar ardında sürüp giden sahtekarlıkları, sapkınlıkları ve çıkar ilişkileri artık halkın diline düşmüş, Tapınakçılar saygınlıklarını iyiden iyiye yitirmişlerdi. Bu gelişmeler, Fransa Kralı IV. Philippe'in beklediği ortamı hazırlamış ve Tapınakçıların zor günlerini başlatmıştır.
Tapınakçıların ne denli büyük bir tehdit unsuru olduğunu anlayan ilk kişi Fransa Kralı Philippe değildir. Tarikat, kuruluşundan kısa bir süre sonra çeşitli kesimlerin tepkisini çekmiş, ancak her seferinde bu tepkileri bir biçimde etkisiz hale getirmeyi başarmıştı. Tapınakçıların acımasız yöntemlerinden usanan fakir halk, onlarla beraber Kutsal Topraklarda savaşan komutanlar, askerler, onların ticari tuzaklarına düşen soylular, krallar, sahte dindarlıklarına şahit olan gerçek dindarlar yeri geldikçe bu karanlık örgüte karşı önlem almaya çalışmış, şikayetlerini dile getirmişlerdi. Ancak, dönemin en büyük siyasi gücü olan Kilise'nin içinde Tapınakçılar yanlısı kişilerin bulunması, gereken tedbirlerin alınmasını engellemişti. Gerçi, tarikatın ileriye dönük planlarını isabetle tespit edip, tehlikenin boyutlarını fark eden Kral II. Frederick, bütün aleyhte kampanyalara ve Kilise içindeki bazı çevrelerin tehditlerine rağmen, giriştiği mücadelede bir noktaya kadar başarılı olmuştu. Ne var ki, Tapınakçılara beklemedikleri asıl darbeyi, Fransa Kralı IV. Philippe indirecekti. 1964 yılında sahte belge olayı yüzünden ikiye bölünen Türkiye masonlarının bölünmesinin ardındaki sır perdesi hala aralanabilmiş değil.