Allah, yeri, göğü ve ikisi arasında bulunan tüm canlıları eksiksiz bir şekilde yaratmıştır; bunda şüphe yoktur. Yaratılışın sayısız örnekleriyle hayatımız boyunca karşılaşırız;, kendimiz yaratıldığımız gibi, hayatımızı sürdürebilmemiz için diğer yaratılmış canlılara da ihtiyaç duyarız. Ve tüm ihtiyaçlarımızı, yaratılmış olarak karşımızda buluruz. Böylelikle, fazla düşünmeden, doğadaki kuralların işlemesiyle hayatımızı nesiller boyu sürdürürüz. Ancak, burada sormamız gereken önemli sorular vardır: Tüm yaratılanlar (kendimiz dahil), gerçekten göründüğü gibi, doğa (fizik) kanunularıyla mı yaşamını sürdürür? Yoksa, sandığımızdan çok farklı bir yöntemle mi var edilmişlerdir ve yaşamlarını sürdürmektedirler? İşte bu yazı şimdiye kadar hiç düşünmediğiniz gerçekleri size haber vererek, hayatınızın değişmesine sebep olacaktır. Bu yüzden, belki de ilk defa duyacağınız bu satırları sabırla okumalı ve iyice düşünmelisiniz.
Düşünmeye başlayalım!
Hayata gözlerinizi açtığınız ilk andan itibaren, (eğer herhangi bir hastalığınız yoksa) çok net ve kusursuz bir görüntü ile karşılaşırsınız. Gördüklerinizin kesintisiz, sürekli olması ve herhangi bir yerinde eksik, çatlak veya leke olmaması nedeniyle gördüğümüz herşeyi, doğal olarak mutlak gerçekmiş gibi algılarız. Başka bir deyişle, bir şeyin gerçek olduğuna kanaatimizin gelmesi için en önemli ölçü, o şeyi görmektir. İşte, "görmeden inanmam" deyimi bu anlayıştan gelmektedir. Görme duyusunun üstüne eklenen özellikle dokunma ve koklama, tad alma, duyma gibi algılar ise karşılaştığımız nesnenin kesin olarak var olduğunu daha da pekiştirir.Birde tersini düşünelim; karşılaştığımız nesnenin görüntüsünün veya yüzey sertliğinin (kimi sinir ve beyin hastalıklarında olduğu gibi) gidip-geldiğini varsayalım. O nesnenin gerçek mi, hayal mi olduğuna karar veremeyiz. Bu durumda, baktığımız herşeyin aynı şekilde değişikliye uğradığını düşünürsek, eğer dünya bozulmaya uğramadıysa, algılarımızın bizi yanılttığını anlarız.
Aslında, o anda dünyanın gerçekten bozulmaya uğramış olmasının bizim için bir anlamı yoktur, nitekim bizim için dünya gerçekten bozulmaya uğramıştır. İki gerçeklik arasında bizim için asıl önemli olan ikincisidir, zira, evrende meydana gelen tüm olaylar, karşılıştığımız tüm varlıklar bizim için ancak, (kimi zaman bizi aldatabilen) algılarımız vasıtasıyla oluşur.Peki o zaman, algılarımızın bize mutlak gerçeği yansıttığından nasıl emin olabiliriz? Böyle bir şeyden kesinlikle emin olamayız, kaldı ki, emin olmamız da gerekmez, zira yaşadığımız dünyanın gerçeklerini yanlızca algılarımız meydana getirir. Böylelikle, karşılaştıklarımızın mutlak gerçek olamıyacağını akılda tutarak, (kimi zaman bizi aldatabilen) algılarımızın gerçek olduğuna ön-kabulle inanırız. Başka bir ifade ile, aslında görmeden inanmış oluruz. Bizi rahatlatan olay ise, tüm insanların nesneleri aynı şekilde algılamasıdır.
Bilimsel Görüş
Buraya kadar söylediklerimiz, felsefi bir yorum değil bilimsel gerçeklerdir. Bakın bilim bize ne diyor:Işık, ses, koku gibi etkiler göz, kulak, burun gibi duyu organları taraffından elektirik sinyallerine çevrilip sinirler kanalıyla beyindeki görme, işitme merkezlerine ve ilgili diğer merkezlere aktarılmaktadır. Söz konusu elektirik sinyalleri bu merkezlerde değerlendirildikten sonra görme, işitme ve diğer duyular idrakta algılanmaktadır. Dış dünyaya ait tüm bilgiler bize duyu organlarımız kanalıyla geldiği için, biz dış dünyayı tamamen idrakımızda algılamaktayız.
Zihnimizin dışında bir dış dünyanın varlığına ilişkin hiçbir maddi delil mevcut değildir. Bizim zihnimizin dışında bir dış dünya ister varolsun ister olmasın, "mekan" adını verdiğimiz şey tamamen zihin içindeki elektirik sinyallerinin meydana getirdiği algılardan ibarettir. Algının bir mekanı olmadığı için de tüm yaşamımız mekansızlık içersinde sürmektedir.
Gördüklerimizin mutlak gerçek olduğuna inanmak ise, (materyalist düşüncenin temelini oluşturan) temelsiz bir iddia, bir felsefedir. Böyle olamayacağı, yaşadıklarımızın farklı algılar olduğu, bugün bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Buna rağmen, hayati bir konu olarak görmediğimiz bu gerçeği, yanlızca felsefi bir konu olarak görerek gözardı edebiliriz. Oysa ki, iyi düşünüldüğünde bu gerçek, dünyaya (hayata) ve ölüme bakış açımızı tamamen değiştirecek ve şimdiye kadar bilmediğimiz bir çok sorunun cevabını verecektir.
Dikkat Edin!
Bu noktadan sonra, konuyu anlamak için daha dikkatli takip etmeniz gerekecek.Birkaç metre ilerideki koltuğa baktığımızda, onun orada olduğuna ilk anda kanaatimiz gelir. Yanına gidip üstüne oturduğumuzda ise, hiç düşünmeden, üstünde rahatlıkla gazetemizi okuyabileceğimizi biliriz. Bir de şöyle düşünün; gözlerinizi kapayın ve aynı yerde, aynı koltuğu hayal edin. Belki biraz bulanık olabilir, ama aynı koltuğu, aynı yerde, bakmadan görebilmekteyiz. Peki hayal ettiğimiz koltuk aslında nerede oluşmuştur? Bu soruya şimdilik, "zihnimizde" diye cevap verelim ve bu noktayı aklımızda tutalım. Bu durumda, ilk olarak, gözlerimiz açık iken gördüğümüz koltuk nerede oluşmuştur? Birkaç metre önümüzde mi? Yoksa o da zihnimizde mi belirmiştir? Doğal olarak, o da zihnimizde meydana gelmiştir. Aradaki fark, özellikle dokunma ve diğer duyuları vucüdumuzda tepki yaratacak şekilde hayal edemememizdir. Yani, hayal ettiğimiz koltuğun sertliğini ya da yumuşaklığını hissedemeyiz, kumaşının ya da derisinin kokusunu duyamayız. Eğer bunu başarabilseydik, hangi görüntünün gerçek olduğuna karar veremezdik! Nitekim kimi zaman rüyamızda yediğimiz bir elmanın tadını,ağırlığını veya kokladığımız bir çiçeğin kokusunu, yumuşaklığı hissederiz ki, bu tip rüyalar gerçeğinden ayırt edilemez. Hatta kimi zaman yaşadığımız olaylardan daha derin izler bırakır.
Buraya kadar okuduklarınızdan kesin bir sonuç çıkarmamış olabilir, hatta anlamakta zorluk çekiyor olabilirsiniz. Lütfen acele etmeyin ve biraz daha sabredin. Şimdi yazılanların daha iyi anlaşılması için yaşadığımız olaylardan örnekler verelim.
Hipnoz Gerçeği
Hipnoz, uzun zamandır bilinen ve bugün modern tıpta yararlanılan bir tedavi yöntemidir. Hipnoz edilen hastalar uyku halindeyken, kendilerine verilen telkinlere uyarlar ve gerçekten yaşıyormuş gibi tepki verirler. Bu tepkinin şiddeti, yaşanan hipnozun derinliğine göre değişir. Kimi zaman, kendilerine iyileştikleri telkin edilen hastaların ağrıları dinmiş, kimi zaman kendilerine yapılan iğnelerin acısını hissetmemişleridir. Böylelikle fiziksel tepkilerde vererek, hipnoz anında yaşadıklarını gerçek hayata taşımışlardır.
Bu tedavi yönteminin bize gösterdiği gerçek nedir? Yukarıdaki satırlarıda aklımıza getirirsek, şu sonuca rahatlıkla ulaşabiliriz: Zihnimizde hayal ettiğimiz dünyadaki algılar, fiziksel tepkiler verecek kadar şiddetli olsaydı, hayalimizin şuan yaşadığımız dünyadan bir farkı kalmazdı. Kimi zaman bu telkinler hayal etmemize gerek kalmadan, kendiliğinden rüyamızda yada hipnozda olduğu gibi dışarıdan gelerek oluşur. Kaynağı ne olursa olsun zihnimizde meydana gelen algılar, fiziksel tepkiler verecek kadar şiddetli olduğunda dünyamızın gerçeklerini oluşturur.
Sonuç
Bu noktada şu sonuca ulaşmaktayız: Gerek duyu organlarıyla, gerek rüya yada hipnoz ile oluşan görüntüler yada hisler her zaman aynı yöntemle meydana gelir. Hepsi, zihnimizde meydana gelen algılardır. Bu ne demektir? Gerçekliğinden asla şüphe etmediğimiz evren, aslında zihnimizde oluşan bir algıdan ibarettir. Algının mekanı olmadığı içinde, tüm yaşamımız mekansızlık içinde sürmektedir. Tıpkı, bir projeksion makinesinin üç boyutlu bir film göstermesi gibi, zihnimizde de (kendimizin de dahil olduğu) üç boyutlu bir görüntü oluşur. Filmde yeralan kişiler, gerçekten kendilerini bir mekanın içinde zannedebilirler. Ayrıca, filmin içindeki olaylar da, belirli mantık (fizik) kuralları çerçevesinde gelişebilir. Ancak, bunlar da, aynı zihnimizde algıladığımız duyular gibi, mekansızlıkta meydana gelen üç boyutlu görüntülerdir. Aradaki fark, filmi dışarıdan izlediğimiz için bunun bir görüntü olduğunu bilmemize rağmen (kimi zaman, bu unutularak filmin gerçek olduğu hissinede kapılınır), zihnimizde oluşan görüntüleri, içinde yer almamız ve duyu organlarımızla uyumlu bir şekilde algıladığımız için, mutlak gerçek sanmamızdır. Bu örnekte ne demek istenildiğini anlamak kolaydır, ama bizim de içinde yer aldığımız üç boyutlu bir görüntünün elektirik sinyallerinden meydana geldiğini kavramak güç olabilir.
Bu durumda, şu soruyu sormak gerekir: Madem ki, herşey zihnimizde oluşan algılardan ibarettir ve hiçbir neden yaşadığımız olguların asıl sebebi değildir, öylese demire sertliğini, suya kaldırma kuvvetini, güneşe sıcaklığını veren ve daha milyarlarca fizik kanunu meydana getiren kimdir? İşte bu, yeri, göğü ve ikisi arasındakileri yaratan ve yaratmaya devam eden Allah'ın yaratmasıdır. Eğer Allah, yaratmayı durdurursa herşey yok olur gider. Bizleri, gördüklerimizi, yaptıklarımızı, başımıza gelen ve gelecek herşeyi yaratan Allah, bu şekilde kaderimizi de, ahiretteki durumumuzu da yaratır. Zira O'nun yaratması olmadan tek bir yaprak dahi kıpırdamaz, gemiler suyun üstünde duramaz, kuşlar gökyüzünde uçamaz ve gölgeler oluşamaz. Şu ana kadar okuduğunuz gerçekler, Kuran'ın yüzlerce ayetinde yer almaktadır. Allah, bizim bu ayetleri düşünerek, yaratılışın özünü kavramamızı ve O'nun kadrini gereği gibi takdir ederek yaşamamızı ister. Şüphesiz O'nun bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur.