Televizyon programlarında ve gazete yazılarında kimi zaman insanın sözde evriminin son elli bin yıllık dönemine dair spekülasyonlardan oluşan evrimci yorumları yer alır. Örneğin bu döneme ait el işlerinin ve bazı sanatsal ürünlerin insanlarda sözde bir tür akıl sıçramasını gösterdiğini anlatılır ya da dil ve düşünce yeteneği hakkında çeşitli evrimci iddialar ortaya atılır.
Dil ve konuşmanın kökenine dair yapılan bu evrimci açıklamalar herhangi bilimsel bir dayanaktan yoksun, tamamen önyargıya dayalı spekülasyonlardır. Bunlardan birinde şu ifadeler ortaya konmaktadır:
"Hala bu şaşırtıcı değişimi (aniden konuşmaya başlamayı) her çocuk gösterir. Basit kelimeler ve fiiller kullanarak cümleler kurar. Üç yaşına geldiğinde birdenbire dilbilgisini keşfeder. Çok çabuk ve kolayca öğrenilen dil, içgüdüsel yetenek olabilir. Taş çağında başlamış evrimsel bir sıçramadır da denilebilir."
Evrim teorisi insanın maymun benzeri bir hayvandan evrimleştiğini iddia ettiği için insanın tüm özelliklerinin de bu sözde evrim sürecinde ortaya çıktığını kabul eder. Evrimciler bilimsel kanıtlara sahip olmamakla birlikte bu sözde evrimin ‘fiziksel` yönüyle ilgili herhangi bir propaganda sıkıntısı yaşamazlar. Bulunan soyu tükenmiş maymun fosilleri ve ortadan kalkmış insan kalıntıları geniş bir spekülasyona zemin hazırlar. Hayali atanın maymunsu fiziksel özellikleriyle günümüz insanının fiziksel özellikleri arasında bir canlıyı fiziksel açıdan hayalgücüyle tasarlamak zor bir iş değildir: Dört ayaklıyken yavaş yavaş doğrulup iki ayaklı hale gelen; tüylerle kaplı vücudundaki tüyler zamanla azalan; ağaçlara tırmanmaya yarayan el ve ayaklarındaki kıvrımlar zamanla kaybolarak insan el ve ayağına sahip olan vs...
Ancak insanın bir de fiziksel temelleri görülemeyen bir özelliği vardır, ki evrimciler bu özellik için hiçbir ara geçiş aşaması önerememektedirler: Düşünme. Düşünmenin kaynağı olan "bilincin" fiziksel temelleri hakkında hiçbirşey bilinmemektedir. Daha doğrusu bu temeller yoktur.
Beyin üzerinde yapılan bilgisayar destekli cihaz taramaları, düşüncenin temelleri hakkında en ufak bir ipucu dahi ortaya koymamış, düşüncenin temelini beyindeki hücrelerde arayanların tüm çabalarını sonuçsuz bırakmıştır. Böyle olması da normaldir. Çünkü beyni oluşturan hücreler nihayetinde oksijen, karbon, hidrojen ve azot gibi atomlardan meydana gelmektedir. Atomların ‘bilemeyecekleri`, ‘hissedemeyecekleri` ve ‘düşünemeyecekleri` ise açıktır. Bu gibi özellikler, madde ötesi bir varlık olan ruha aittir.
Yukarıda örnek olarak yer verilen ifadelerde, dilden evrimsel sıçrama ya da içgüdü olarak söz edilmesi de bu çaresizliğin ifadesidir. ‘Evrimsel sıçrama` aslında ‘Nasıl olduysa oldu, bir anda evrimleşti` anlamına gelen ve çıkmazdan sıyrılmaya yönelik üstü kapalı bir çaresizlik ifadesidir. ‘İçgüdü` kavramına sığınılması da aynı çaresizlikten sıyrılmaya yönelik bir başka sonuçsuz girişimdir. Çünkü evrimcilerin ‘içgüdü` olarak tanımladıkları şey ‘davranış olarak gözlemlendiği halde herhangi bir bedensel yapıyla ilgili olduğu gösterilemeyen özellik`ten başka birşey değildir. Yani içgüdü, evrimciler için bir açıklama değil gerçek bir ‘bilinmeyen`dir.
Bu, bilinmeyeni evrimci bir açıdan açıklamaya çalışma çabasının evrimcileri çözülmesi mümkün olmayan bir sorunun ortasında bıraktığı görülmektedir. Bilincin hayali evrimi hakkında hiçbir yorum yapamayan evrimciler köşeye sıkıştıkları bu konudan kurtulma hamlesi olarak rastgele mutasyonlara dayanırlar. Nitekim bir belgeselde, bu konuda görüşlerine yer verilen bir evrimci de mutasyonlara başvurmaktadır:
"Kırk bin yıl önce modern insanların düşünüş doğasında önemli değişim yaşandı. Bunlarda farklı zekaların kontrol ettiği sosyal, teknik ve dilbilimsel zekalar gibi aklın farklı bölümü bulunuyordu. Bir şekilde bu farklı bölümler biraraya geldi. İnsan aklı oluştu, bilinmiyor. Bir çeşit genetik mutasyon sonucu beyinler farklı şekilde, yeniden düzenlenecek şekilde değişim geçirmiş olabilir".
Görüldüğü gibi burada sözde evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair hiçbir somut kanıt sunulmamaktadır. Evrimciler için insan aklının kökeni gibi gösterebilecekleri hiçbir mutasyon bulunmamaktadır. Bu durumda mutasyonlara dayalı spekülasyonlar yapılmasının sonuçsuz bir çaba olduğu açıktır. Beyin gibi kompleks bir yapının kör tesadüflerin eseri olarak mutasyonlarla meydana geldiği bir an için kabul edilse dahi, bu durum düşüncenin kökeninin evrimle açıklanabileceğini göstermeyecektir. Çünkü, daha önce de belirttiğimiz gibi, bilinç maddeye indirgenemeyen bir olgudur.
Gerçekte bir çocuğun dilbilgisi hakkında hiçbir şey bilmediği halde üç yaşına geldiğinde isim ve fiil kullanarak cümleler kurması, mucizevi bir durumdur. Kelimeleri nasıl sıralayacağını öğrenmiş ve karşısındaki insana düşüncelerini aktarabilir hale gelmiştir. Dahası bir insan konuşurken son derece karmaşık kas hareketlerini tamamen otomatik şekilde gerçekleştirebilmektedir: yaklaşık 100 adet kasını, sırasıyla uygun heceleri, kelimeleri ve cümleleri çıkarıp aktaracak şekilde çalıştırabilmektedir. Tamamen spontane gerçekleşen bu davranış sırasında aklımıza nasıl konuşacağımız bile gelmez. Biz sadece konuşmayı ‘dileriz`, o kadar.
Tüm bunlar fiziksel temelden yoksun olan düşünme ve konuşma yeteneklerinin ancak mucizevi bir biçimde tasarlanıp insana verilen yetenekler olduğunu göstermektedir. Hiçbir kör tesadüf bir hayvanı düşünen ve konuşan bir canlı haline getiremez. Bunun rastgele mutasyonlarla gerçekleşmiş olma ihtimali, masalda örnek verilen kurbağa-insan dönüşümünün gerçek hayatta olması kadar uzaktır. İnsanı Allah yaratmış ve bilincini de Allah ona vermiştir.