Geçmiş yüzyılların büyük devletleri, elbette savaş konusunda hiç de masum değiller. Fakat geçmişte savaşların yaşam alanlarında değil de büyük ölçüde cephelerde gerçekleşmesi, kullanılan silahların şimdikilerden farklı oluşu ve sivil kaybına olan hassasiyet, savaşları daha az ölümcül ve yıkıcı hale getiriyordu.
20. yüzyıl, pek çok yeni savaş ve faşist ve komünist zihniyet ile birlikte geldi. "Aşağı ırklar" aldatmacası ve aşağı ırkların yaşama hakkı olmadığı safsatası yaygınlaştırıldı. Bu sapkın ideoloji bir kısım insanlara zerk edilince, bazıları için insan öldürmek kolaylaştı. Bir anda güçlü olanın hayatta kalacağı ve sözde üstün ırkların yönettiği bir dünya planlanmaya başlandı. Korunması gereken insanlar, ayak bağı olarak görüldü. Bu zihniyet felaket getirdi; 20. yüzyıl, iki korkunç dünya savaşı gördü.
Artık savaş şehirlerin içindeydi. Artık siviller de hedef oluyordu. Bu dönemin insanlığa en kirli miraslarından biri kimyasal silahlar oldu. Savaş döneminde göklere çıkarılan Churchill gibi bir kısım siyasetçiler, kimyasal silahları açıkça savunur olmuştu. Hatta bir kısmı, sözde aşağı ırklar üzerinde kimyasal silah kullanımını savunan utanç verici konuşmalar yapmaktan çekinmedi.
Kimyasal silahların kobayları ise savaş esirleriydi. Esirler üzerinde acımasızca denenen bu silahlar, felaket üstüne felaket getirdi. Yüzyılın başında gerçekleşen I. Dünya Savaşı'nda 100 binden fazla askerin kimyasal silahlarla can vermesi sonucunda 1925 Cenevre Protokolü imzalandı. Kimyasal silah kullanımı yasaklandı; fakat üretimi depolanması ve satışı bu yasak dışında bırakıldı.
I. Dünya Savaşı sırasında 124 bin ton kimyasal gaz üretildi. Bu üretimin 51 bin tonu da savaşta kullanıldı. 1919'da İngiliz Hava Kuvvetleri, Rusya iç savaşında Bolşevik ihtilalcilere ve Musul bölgesindeki Kürtlere karşı kimyasal bombaları kullandılar. Dönemin faşist İtalya'sı ise Libya işgalinde köylülere karşı, 1935’teki Etiyopya işgalinde ise halka karşı kimyasal gaz kullandı. Etiyopya'da gaza maruz kalan 100 binden fazla Habeş can verdi. II. Dünya Savaşı sırasında ise en çok kimyasal gaz kullananlar Japonlar oldu. Japonlar, kimyasal saldırıları kendilerinden aşağı ırk olarak gördükleri Asya milletlerine karşı kulandılar.
Irak rejiminin 1988 yılında Halepçe’de Kürt halkına kimyasal silahla saldırısı sonrasında birkaç dakika içinde 5 bin masum can vermişti. Irak’ın bu saldırıda kullandığı hardal gazı İngiliz bilim adamı Frederick Guthrie tarafından geliştirilmişti. Yine saldırı da kullanılan sinir gazı VX ise İngiliz firması ICI tarafından II. Dünya Savaşı'ndan sonra geliştirilmişti. Soğuk Savaş döneminde ise NATO, sarin gazını "standart kimyasal silah" ilan etti. Bunun sonucunda bu dönemde hem ABD hem de Sovyetler Birliği sarin gazı üretimine başladılar. Diğer ölümcül kimyasal silahlar olan phosdane ve hardal gazlarını ise ilk geliştiren İngiliz kimyacılardı.
Görülebildiği gibi, birbiriyle güç mücadelesi içindeki medeniyetler, özellikle 20. yüzyılın başından itibaren, kimyasal silahları geliştirip dünyanın çeşitli yerlerine servis etmişlerdir. Bu silahlar, korkunç ve sinsi bir şekilde masumların canını almış, milyonların katledilmesine sebep olmuştur.
Fakat bütün bunlar olurken napalm bombaları ve konvansiyonel silahlarla savaş ve çatışmalar devam etmiş; atılan bombalar insanların evlerini başlarına yıkmış, insanların bedenlerini paramparça etmiştir. Kimyasal silahlar nasıl kalleşçe uygulanan bir katliam makinesi ise, konvansiyonel silahlar ve bombalarla yapılan saldırılar da aynı sinsilik ve kalleşlikle gerçekleştirilen ve yine masumları hedefleyen birer katliam makinesidir. Bugün dünyada, konvansiyonel silahların sebep olduğu sivil ölümleri, oldukça dramatik boyutlardadır.
Bir kısım insanların ve uluslararası toplumun, kimyasal silahlar söz konusu olduğunda tüm güçleriyle tepki göstermeleri takdire şayandır. Fakat pek çok özel ve sivil toplum kuruluşunun, konvansiyonel silahlara karşı neden bu kadar sessiz kaldıkları sorgulanmalıdır. Örneğin, Suriye halkının yakın bir süre önce maruz kaldığı kimyasal saldırı dünya basınında "İnsanlık Suçu" manşetleriyle gündem oldu. Bu saldırıdan yaklaşık 1 hafta önce Şam, Dera ve İdlib illerinde yine masum sivillerin konvansiyonel silahlarla şehit edildiği saldırılar gerçekleşmiş olsa da aynı etkiyi uyandırmadı. Nitekim BM kimyasal silah saldırısı üzerine hemen toplanma kararı alırken 1 hafta önceki saldırı için bir girişimde bulunmamıştı. Acaba konvansiyonel silahların aldığı masum canlar, artık normal karşılanmakta, bu durum, tıpkı George W. Bush'un literatüre kattığı şekilde ikincil hasar (collateral damage) olarak görülerek önemsiz mi kabul edilmektedir? Eğer insanlık böyle bir aşamaya doğru ilerliyorsa, ciddi bir insanlık sorunu olduğunu görmemek mümkün değildir.
Çatışmalar, ölümler ve özellikle masumların üzerine atılan bombalar normal kabul edildiğinde, derin bir vicdan boşluğunun hakimiyetinden kaygılanmak gerekir. Kimyasal silahların büyük bir insanlık suçu olduğu gerçeğini izah ederken, bombalar ve makineli tüfeklerle insan öldürmenin normalleştiğini kabul etmek, büyük felaketlerin kapısını açabilir. Maalesef o kapı aralanmıştır bile; dünyada böylesine korkunç şekilde kan dökülürken işittiğimiz bu sessizlik endişe vericidir. Savaştan kar eden bir kısım kesimlerin toplumlara empoze etmeye çalıştığı bilinçaltı kurgulama, daima bu yöntemlerle oluşturulur. İnsanlar, hiç alışmayacakları şeylere alışmaya, hiç savunmayacakları şeyleri savunmaya başlarlar. Bu sinsi algının önünü kesmek elimizdedir.
Bizim mücadelemiz, insanı değersiz ve savaşı makul gören her türlü ideolojinin önüne geçmektir. Savaşları çarpık ideolojiler geliştirir, yine aynı ideolojiler acımasızlığı beslerler. Bizim sorumluluğumuz ise, kitle imha silahlarını kendilerince "masumlaştıranların" oyunlarının önüne geçmek ve savaşı gerekli görenlerin zihniyetlerini çürütmektir.
Adnan Oktar'ın The Arab Weekly'de yayınlanan makalesi:
http://www.thearabweekly.com/?wrid=364